Hikaye Okumak “Limon Ağacı”
Yasak Bakışlar… Hikaye Okumak “Limon Ağacı”
Hızlı adımlarla yokuşu çıkarken aklına gelmişti önceki gün karşılaştığı geniş alınlı, soğuk bakışlı ama yakından baktığında gözlerindeki sıcaklığın hissedildiği esmer adamı. Peçesini sıyırdı, nefes nefese kalmıştı, derin bir nefes aldı ve o an dünyanın en güzel anlarından biri olduğunu farketti. Yorgunluğun, acının, üzüntünün ve karanlığın en dayanılmaz noktasında tam o ince çizgide nefes alıp rahatlamak ne büyük bir nimet diye düşündü. İnsanın nefessiz kaldığı bir anda aynı nefesle bir mucizenin gerçekleşmesi. Hayat da böyle değilmiydi sanki, dünyaya gözlerini açtığın anda 40 gün sonra kulaklarına sadece annenin değil artık etrafındaki herkesin gelişi güzel kelimelerini duyarsın ama dayanılmaz olduğu anda o sesi duyarsın ve yeniden nefes almaya başlarsın.
Canan rahat nefes almaya başlamıştı artık tüm bunları aklından geçirirken. Peçesini boynuna doladı ve gözlerini uzun zaman ilgisizlikte bitap düşmüş ama yaşam hevesini kaybetmemiş limon ağacına dikti. Otuzlu yaşlarda buraya taşınmıştı ve en çok huzur veren yönünü sevmişti bu küçük anadolu kasabasının. Yılların üzerinde bıraktığı yorgunluğunu, acısını, keder ve üzüntüsünü gözlerinde ama en çok da solan güzelliğinde görülüyordu. Kendini bir anda bu limon ağacına benzetti, acelesi olmasına rağmen yanına yaklaştı. Solmuştu belki ama hala muthiş bir koku yayıyordu etrafa. Canlanmak, yeniden yaşama tutunmak için can atıyordu. Canan nedense bunu çok içten hissettti. Bir anda kendini ağaca yaslanmış buldu, sevmişti, kendini iyi hissediyordu. Limon ağacıyla farklı bir bağ kurmuştu sanki, sessiz ve güçlü bir bağ. Benzerlikleri miydi yoksa yaşama tutunma istekleri miydi onu ağaca yaklaştıran, aklından geçirmeye çalışırken yaşadığı huzurla boşverdi bunları. İnsan mücizevi bir varlıktır, kimi zaman kendi türünden kimi zaman da kendi türü dışından bir çok varlıkla muthiş bir iletişim kurar, uyum sağlar ve hayat verir, can olur. Aynı insanoğlu hem kendi türüne hem de tüm varlıklara karşı olabildiğince acımasız olur, kırar, döker, vurur, öldürür ve hatta hiçbir canlının yapamadığı vahşeti ve katliamı yapar. Canan can olmak istemişti, hayat vermek, onu yeniden gözyüzüne aşkla bakmasını arzu ediyordu limon ağacının. Bu hisler ve düşünceler onu dün kitapevinde karşılaştığı Yusuf’u hatırlatmıştı. Gülümseyerek kitapları incelerken dikkatini çekmişti. başka bir aşkla, farklı bir tutku ile kitaplara bakıyordu, onlarla sessiz ama güçlü bir bağ kurduğu gözle görülüyordu. Canan bir anda kitapları bırakmış, kendinden geçmiş halde kitaplara dalmış adama odaklanmıştı. Aniden kafasında Yusuf ile ilgili farklı senaryolar kurmaya başlamıştı ve farkına varmadan yüzünde uzun zamandır kaybolmuş bir tebessüm yayılmıştı. Bir anda gözgöze gelmişlerdi, insanın kendini güvende hissettiği uçsuz, bucaksız bir bahçedeymiş gibi kısa ama derin bir etki bırakmıştı. Sonra ikisi de bakışlarını kaçırdılar, kitaplara yöneltmişlerdi. İkisinin de elinde aynı kitap duruyordu. Kelimelerin olmadığı, cümlelerin kurulmadığı bir konuşma geçmişti aralarında. Sonra kitaplar arasında birbirlerini teğet geçip gittiler arkalarına bakmadan, ürkekçe ve masum bir yürüyüşle.
Canan gün boyunca etkisinden kalmış, sürekli Yusuf’un gözlerindeki sıcaklığı, samimiyet ve masumluğu düşünüyordu. Limon ağacı yine hatırlatmıştı, kitaplarla, limon ağacı ve Yusuf ile kısa sürede kurduğu bağlar ona içten bir sıcaklık vermişti. Bir anda irkildi saatine baktı, geç kalmıştı. Kitap tutkunu, inanılmaz zeki ve bir o kadar güzel ve masum bir kızı vardı. Meryem. Genelde haftaiçleri okul çıkışında hemen okulun yanında bulunan kütüphanesine uğrar, okumadığı kitapları inceler, kimi zaman bir köşeye oturur ve uzun saatler okurdu. Akşama doğru, karanlık çökünce annesi onu almaya gelirdi mutlaka. Yalnız eve gitmezdi, yol boyunca annesi ile kütüphane de eline aldığı kitaplar hakkında konuşur, karşılıklı keyifli bir sohbet yaparlardı yol boyunca. Meryem gibi annesi de bu sohbetleri çok severdi, kendini daha iyi hisseder, okuduğu kitaplar hakkında sohbet etmekten kıvanç duyardı. Canan kütüphaneye vardığında meryem kapıda onu bekliyordu, annesine kızgın bir bakış attı ama annesinin ona sımısıkı sarılması ile bir anda kızgınlığı uçup gitmişti. Elele eve doğru yola koyuldular, sonbaharın eşsiz akşam esintisi, ıhamur ağaçlarının yaydığı enfes kokusu ve yanyana olmaktan duydukları huzurla ilerliyorlardı. Meryem annesindeki değişimi farketmişti, yüzünde masum bir neşe vardı, uzun zamandır görmediği içten bir tebessümü onu da mutlu etmişti. Bu gizli mutuluğun sebebini sormak istiyordu, ama sıradan mutluluk ve neşeden farklı diye düşündü ve sormaktan vazgeçti. Sonra yol boyunca limon ağacından, kitaplardan, hayattan ve insanlardan konuştular. ikisi de eve vardığında müthiş bir huzur içindeydiler, yol boyunca sohbet onları açmış, nasıl eve geldiklerini bile unutmuşlardı.
En büyük alışkanlıkları sabahları erken kalkıp hep birlikte kuşluk vaktini karşılamalarıydı, sonra sabah namazı ve evde tatlı bir havanın esmesi. Çok sonra Canan bir anda kendini dün geçerken öylesine uğradığı kitapevinin önünde bulmuştu. Kapıdan girer girmez içini bir heyecan sarmıştı, hafifçe utanır gibi bile olmuştu, sanki yasak, yapılmaması gerek bir şeyi yapıyormuş gibi hissetti. Sonra da aklında geçen bu düşüncelere gülümsedi…Belki de öyledi veya değildi ama sonuçta kendini dün Yusuf’la karşılatığı kitap rafında bulmuştu. İstemsizce eli uzandı kitaba, kapağını heyecanla açarak okumaya başladı, ama yüreği, ruhu sanki başka alemde geziyordu. Gözleri sıklıkla etrafı izliyordu, ara da bir kapıya da takılıyordu sabırsızlıkla birini bekliyor gibi. Gelişi güzel kitapları inceledi, köşeden köşeye dolaştı, bir çok yeni isim ve kitaplar gördü, ne çok kitap yazan insan var diye içinden geçirdi, hayret etti. Aslında Canan kitap tutkunu bir kadındı, kitap onun için sığınacak liman, huzur bulduğu bir dünyaydı. Ara ara kitap okumayı bıraksa da asla kitaptan uzaklaşamıyordu. Hayatının tüm yorgunluğunu, acımasızlığı ve karamsarlığını kitapla aşıyordu. Kimi zaman öyle bir duruma geliyordu ki insanların neden kitap okumadığı, neden bu dünyaya bu kadar yabancı olduğunu kafasında kocaman bir soru işareti olarak duruyordu. O’nun için kitap okumak sadece bir hayat tarzı değildi aslında ruhunu doyuracak kelimlerin, cümlelerin bulunduğu bir kap su gibiydi. Okumanın, öğrenmenin insanda yarattığı zenginlik kadar yeryüzünde hiçbir maddi varlıkta bulamazdı. Bazen kitap ile geçen kısa bir zaman bir ömre bedel olduğunu kitap okumanın hazzını ve yoğunluğunu yaşayanlar ancak bilir. Nefes almak gibi, su gibi, hava gibi değilmiydi ki bu kadar uzak kaldık okumalara. Bir sahil kenarındaki bankta, bir ormanın en tenha köşesinde, bir sonbahar evinde veya bir kış odasında okumaktı içimizde geçen, ama bir vapurun cam kenarında, bir otobüs yolculuğunda, trende, uçakta, işimizde evimizde de okumalıydık. Bir de kitaplar sadık dost gibi, insanı yarı yolda bırakmaz, insana her koşulda eşlik eden ve hafif esen, huzur veren bir rüzgar gibiydi. Ama biz kitapları arkadaşsız, kimsesiz bıraktık, tozlu rafların insafına terkettik. Canan kafası bu düşüncelerle kaldırdığında dün karşılaştığı o iki gözle karşılaştı, bu sefer rolleri değişmişti, Yusuf, büyük bir hayranlıkla Canan’ı izliyordu. Belli ki çok uzun zamandan beri onu gözlüyordu, onun kitaplara dokunuşlarını, aşkla sevmesini, kitaplarla özel bir bağı olduğunu hissetmişti. Göz göze gelmişlerdi. Bakışlarında derin bir anlam, uzun zamandır hasret kaldıkları tebessüm vardı. Ama bu bakışların yasak, birbirinden uzak kalması gereken iki çift göz olduklarını biliyorlardı. Sadece bu karşılaşmanın 20 yıl önce olmasını umutsuzca dilemişlerdi. Sessizce kitaplar arasında birbirlerine teğet geçerek bir daha karşılaşmamak üzere ayrılmışlardı. Hayatları boyunca unutamayacakları masum ve mutluluk dolu bu anı geride bıkarak…
Mehmet Bayhan
hikaye, hikaye oku, hikaye okuma, hikaye okumak, limon ağacı, aşk, aşk hikayesi , aşk hikayesi okuma, kitap, kitap okuma, kütüphane, kitap aşkı, okuma aşkı, yasak aşk,