Dehşet ÖyküleriDerya Küçükkiriş

Hikaye Oku: “Gökyüzündeki Atlı”

Hikaye Oku

Hikaye Oku: “Gökyüzündeki Atlı”

Bugünkü hikayemizin adı ‘’Gökyüzündeki Atlı.’’ Ambrosie Bierce tarafından yazılmıştır.

Çeviren – Derya Küçükkiriş 

Carter Druse Virginia’da dünyaya geldi. Ailesini, evini ve güneyde yaşamayı seviyordu. Ülkesini de severdi. 1861 yılının sonbaharında, Birleşik Devletler iç savaşla bölündüğünde, Carter Druse, bir güneyli olarak, kuzeyin birlik ordusuna katılma kararı aldı.

Bir sabah kahvaltı ederlerken kararını babasına anlattı.

İhtiyar adam bir an durup oğlunun yüzüne baktı, yaşadığı şoktan konuşamaz haldeydi. Sonra dedi ki ‘’Bu andan itibaren güney için bir hainsin. Lütfen annene kararından bahsetme. Hasta o, yaşayacağı son birkaç haftası kaldığını ikimiz de biliyoruz.’’

Carter’ın babası durdu, oğlunun gözlerinin taa içinde tekrar baktı. ‘’Carter,’’ dedi, ‘’ne olursa olsun her zaman görevinin ne olduğuna inanıyorsan onu yaptığından emin ol.’’

Hem Carter Druse hem de babası o sabah masayı kalpleri kırık bir şekilde terk ettiler. Çok geçmeden evden ve sevdiği herkesten mavi birlik askeri üniformasını giymek üzere ayrıldı kahramanımız.

Birkaç hafta geçince, güneşli bir öğleden sonra Carter Druse kirli yüzüyle yolun kenarına yatmıştı. Karnıüstüydü, elleri hala tüfeğini tutar durumdaydı. Yaptıkları için madalya almayacaktı. Hatta tam tersi, birlik komutanı onu görürse vurulması için emir bile verebilirdi.

Carter ne ölü ne de yaralıydı. Görevi başında uyuyakalmıştı. İyi ki onu gören yoktu. Yol kenarında büyümüş olan çalı çırpıların arkasındaydı.

Carter Druse’un koruması için gönderildiği bu yol babasının evinden sadece birkaç kilometre uzaktaydı.

Ormanın içinden başlıyor, vadiden devam ediyor ve koca kayanın olduğu tarafa tırmanıyordu bu yol. Koca kayanın üzerinden bakan vadinin içine kadar her yeri görebilirdi. Ve bakan kişi her kimse, kesinlikle başı dönerdi.  Eğer uçurumun ucundan bir taş atarsa altta yer alan vadideki ormanda kaybolmadan önce altı yüz metre kadar düşerdi.

Carter Druse’un üzerinde yatıyor olduğu gibi derin uçurumlar vadiyi çevreliyordu.

Vadi ormanının içinde beş tane birlik alayı saklanmaktaydı, Carter’ın binlerce silah arkadaşı.  Otuz altı saat boyunca ilerlemişlerdi, şimdi dinlenmekteydiler. Ama gece yarısı geldiğinde kaya dolu uçurum yoluna tırmanacaklardı.

Planları uçurumun diğer tarafında kamp yapan güneyli ordusuna ani saldırı yapmaktı. Ama eğer düşman, birlik ordusunun ormanda saklanıyor olduğunu öğrenirse, saklanan askerler kaçamayacakları bir tuzağın içinde bulurlardı kendilerini. Bu sebeple Carter Druse bu yolu korumak üzere görevlendirilmişti.

Görevi gri kıyafetli ajan görünümlü düşman askerinin birlik ordusunun saklanmakta olduğu vadiye girmemesini sağlamaktı.

Ama uyuyakaldı Carter Druse. Birden talihin habercisi omzuna dokunmuşcasına gözlerini açtı genç adam. Başını kaldırdığında vadiye bakan koca kayalı uçurumda duran at sırtında bir adam gördü.

At ve binicisi öyle hareketsiz duruyorlardı ki onları da kayanın bir parçası zannedebilirdiniz. Adamın gri üniforması mavi gökyüzüyle arkasındaki beyaz bulutlarla karışmıştı. Sağ elinde bir silah tutuyordu, diğer elinde de atın dizginleri vardı.

Carter adamın yüzünü göremedi çünkü binici vadiden aşağıya bakmaktaydı. Ama hem at hem de adam neredeyse devasa boyutları ve gökyüzü arka fonlarında hareketsiz duruşlarıyla kahraman görünüyorlardı.  Düşmanın onu çalıların arkasında göremeyeceğini bildiği halde çok korktuğunu hissetti Carter.

Ansızın at başını uçurumdan geri çekerek hareket etti. Carter o an tamamen uyanmıştı. Silahını doğrulttu, namlusunu çalının arasından çıkardı. Ve atlı adamın kalbine hedef aldı. Ufak bir tetiğe dokunuş hareketiyle Carter Druse görevini yerine getirmiş olacaktı.

O anda atlı adam başını çevirdi ve Carter’ın olduğu tarafa baktı. Carter’ın yüzüne bakar gibiydi, gözlerinin içine, cesur ve cömert kalbinin derinliklerine.

Carter’ın yüzü bembeyaz oldu. Tüm bedeni titremeye başladı. Aklı çılgın gibi düşüncelerle doldu ve hayal dünyasında at ve adam siyah bir figür haline gelip ateş kırmızısı gökyüzünde ağırca yükselip alçalmaya başladı.

Carter tetiği çekmedi. Bunun yerine silahını bıraktı ve yavaşça yüzünü çamurun içine tekrar girene kadar düşürdü.

Güçlü ve korkusuz olmasına rağmen Carter gördüklerinin şaşkınlığıyla neredeyse bayılıyordu.

Seni ve arkadaşlarını öldürme ihtimali olan bir düşmanı öldürmek kötü bir şey miydi? Carter bu adamı yattığı pusudan vurması gerektiğini biliyordu, hiç uyarı yapmadan. Kendini hazırlayamadan, son duasını bile edemeden ölmeliydi bu adam.

Ağırca, Carter Druse’un içinde bir umut yeşerdi. Belki de güneyli askerler kuzeyli alayını görmezlerdi.

Belki de adam sadece manzarayı seyrediyordu. Belki de dönüp umursamaz bir şekilde ayrılacaktı oradan.

Derken Carter çok aşağısında kalan vadiye baktı. Bir dizi mavi üniformalı adam ve atlarını dizi halinde, ormanın korumasını terk ederlerken gördü. Aptal bir birlik komutanı askerlerin atlarını ormanın yakınındaki su akıntısından sulamalarına izin vermişti ve oradaydılar işte, tamamen görünür halde!

Carter Druse tekrar gökyüzündeki atlı adama baktı. Yeniden nişan aldı. Ama bu defa atını hedefledi. Aklında babasının  ona söylediği son sözler yankılandı ‘’ne olursa olsun her zaman görevinin ne olduğuna inanıyorsan onu yaptığından emin ol.’’

Carter Druse silahının tetiğini çekerken oldukça sakindi.

O sırada birlik komutanlarından birinin ormanın kıyısındaki saklandığı yerden gökyüzüne bakacağı tuttu. Bakışları vadiye bakan uçurumun ucuna tırmandı.  Devasa kayanın ucuna bu kadar uzaktan bakmak bile adamın başını döndürdü.

Sonra komutan kalbini korkuyla dolduran o görüntüyle karşılaştı. At sırtındaki bir adam vadiye doğru atını sürüyordu, havada!

Adam eyerinde dimdik oturuyordu. Saçları rüzgardan dalgalanarak geriye savruluyordu. Sol eli atın dizginlerinde sağ eli atın yeleleri arasında kaybolmuştu. At tüm dünyayı dörtnala geçer gibiydi. Vücudu gururlu ve asildi.

Korkmuş komutan atı gökyüzünde izlerken cennetten gelen bir mesajcıya tanık olduğuna inandı neredeyse. Dünyanın sonunun geldiğini haber vermeye gelen bir mesajcı. Dizlerinin bağı çözüldü ve yere düştü komutan. Hemen hemen aynı anda ağaçların arasından bir gürültü duydu. Ses hiç yankı yapmadan bitti. Geriye sadece sessizlik kaldı.

Komutan ayağa kalktı, hala titriyordu.  Kampına geri döndü. Gördüklerini kimseye anlatmadı. Kimsenin ona inanmayacağını biliyordu.

Silahını ateşledikten bir süre sonra, Carter Druse’un yanına bir çavuş geldi. Çavuş onun yanında diz çöküp otururken Carter o tarafa dönmedi.

‘’Sen mi ateş ettin?’’ diye fısıldadı çavuş.

‘’Evet.’’

‘’Neye?’’

‘’Ata. Kayanın üzerindeydi. Şimdi orada değil. Uçurumdan aşağıya gitti.’’ Carter’ın yüzü bembeyazdı. Başka hiçbir duygu ifadesi göstermedi. Çavuş anlayamadı.

‘’Bana bak Druse,’’ dedi bir anlık sessizlikten sonra. ‘’Neden olayı bir gizem haline getiriyorsun? Rapor vermeni emrediyorum. Atın üzerinde biri var mıydı?’’

‘’Evet.’’

‘’Kimdi?’’

‘’Babam.’’

“Gökyüzündeki Atlı’’ isimli hikaye Ambrose Bierce tarafından yazılmış Özel İngilizce için Dona de Sanctis tarafından düzenlenmiştir. 

Çeviren – DERYA KÜÇÜKKİRİŞ

hikaye, hikaye oku, hikayeler, ingilizce hikayeler, çeviri, dehşet hikayeleri, çevirmen, Derya Küçükkaya, Ambrose Bierce, öykü, dehşet öyküleri, korkku, dehşet,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu