Kahramanlık HikayeleriTarihten Hikayeler

Gerçek Bir Kahramanlık Hikayesi Fedai Osmancık Taburu I. Bölüm

Gerçek Bir Kahramanlık Hikayesi Fedai Osmancık Taburu I. Bölüm

Kızgın bir güneş Irak çöllerini kasıp kavuruyor. Ucu bu cağı gözükmeyen çölde hayat durmuş… Bir kuş bile uçmuyor. Diken cinsinden tek tük cılız bitkiler ve bir iki hurma ağacı gözüküyorsa da bunlar da kurumuş gibi. Çünkü hiçbir rüzgâr esmediğinden bu bitkiler hareketsiz duruyorlar. Biraz yüksekçe olan bir yerdeki tek hurma ağacı altında birisi oturuyor. Yanına yaklaşırsak bunun bir İstanbul çocuğu olduğunu anlıyoruz. İsmi Semihtir. Üzerindeki elbiselerden genç bir yedek subayı olduğu anlaşılıyor.

Birinci dünya harbi sıralarındayız. O zamanki Osmanlı imparatorluğunun geniş hudutlarının her tarafında harp ateşleri yanıyor. O devirde Irak bizimdi. Bu tarafa da İngilizler saldırdılar. Para kuvveti ile Irak Araplarından bir kısmını kendi taraflarına çektiler. Fakat bir kısım Araplar bizimle beraber dövüşüyorlar. Aylardır. Kızgın Irak çöllerini Muhariplerin sıcak kanları suluyor, şiddetli savaşlar oluyor. Fakat gözler Çanakkale cephesinde olduğu için, bu taraflarda cereyan eden bu şiddetli savaşların uzakta olanlar farkında bile değil. Fakat nice kahraman Türk evlâdı her gün bu kızgın çöllere gömülmektedir. Çünkü buradaki çöl hayatı, yani susuzluk, yorgunluk, sıcaklık, düşmanın kurşunlarından daha ziyade ölüme sebep oluyor. Yedek subay Semih, İstanbullu bir zengin ailenin evlâdıdır. Bundan bir sene evveline kadar ne fazla sıcak, ne fazla soğuk görmüştü. Nazlı ve rahat büyümüştür. Onu, güneş çarpacak diye yaz günleri sokağa bile çıkarmazlardı. Fakat o şimdi aylardır gölgede kırk dereceden aşağı düşmeyen çöl sıcaklarına dayanmakta, kendisine verilen vazifeleri başarmaktadır. Güneşte ise sıcaklık yetmiş dereceyi buluyor. Nerede ise suları kaynatacak bu sıcaklığa, mahallebi çocukları denilen bu İstanbul genci nasıl dayanıyor. Buna kendisi de şaşıyor.

Her tarafından kan, ateş kusan bu ıssız çöllerde tek başına burada ne yapıyor ? Semih, birisini beklemektedir. Burada birisi ile buluşacaktır. Fakat bu buluşma gayet gizli olacaktır. Kimsenin görmemesi lâzım. Bu sebepten dolayıdır ki çölün bu tenha yerini seçmiştir. Gözleri ufuktadır. Fakat beklediği hâlâ gelmiyor. Semihin endişesi her an artıyor.  Ya beklediği gelmezse… Muhakkak gelecektir. Bu kadar  geciktiğine göre başına bir felâket gelmiş olacak. Semih, bu kötü düşüncelere dalıp dalıp giderken, hararet, susuzluk ve yorgunluktan zaman zaman kendini kaybediyor. Baktığı çöl  ufuklarında seraplar görüyor. Hattâ bir aralık, mavi suları üstünde her zaman köpüklü çırpıntılar görülen serin Boğaz içini bile görmeye başladı:

– Galiba ben de kendimi kaybediyorum, diye kendisine gayret verdi ve kuvveimâneviyesini topladı. Fakat bir iki dakika sonra, beklediğini araştırmak için ufka dalınca gene  Boğaziçini gördü; Hattâ Boğazın daima akan suları üstünde beyaz yelkenliler, narin sandallarda güzel İstanbul hanımları dolaşıyordu. Bu hanımlardan üçünü tanımıştı. Birisi gülümser yüzü ile dualar okuyan annesi idi. Diğer iki hanım, genç birer kızdı. Birisi kız kardeşi, diğeri nişanlısı idi. İki güzel kız da kendisine bakarak gülümsüyorlar, el sallıyorlar ve Semih, sen de sandalla gelsene, diye onu çağırıyorlardı.

Semih bu serap rüyasından çabuk sıyrıldı. Ayağa kalktı. Ellerini gökyüzüne doğru açarak:

– Allahım, dedi. Aklım fikrim sana emanet. Sen bana kuvvet, gayret ver… Beni, vatanıma ve bugünkü vazifeme bağışla. Beni bekleyen bu üç hanımı mahrum bırakma…

Semih biraz kendine gelmiş, rahatlamıştı. Tekrar yere oturdu. Saatine baktı, güneşin hurma ağacındaki gölgesinin uzunluğuna baktı. Vakit bir hayli ilerlemişti. Beklediğinin şimdiye kadar gelmesi lâzımdı.

Tekrar daldı, tekrar tatlı seraplar gördü. Bu, böyle olmayacaktı. Bu seraplardan kurtulması için kendisine bir, meşgale bulması lâzımdı. Aklına geldi. Cebinden kalın kaplı küçük bir defter çıkardı. Bu defteri, hatıralarını yazmak için almıştı. Fakat şimdiye kadar vakit bulamadığı için deftere bir tek satır bile yazamamıştı. Kendisini seraplara dalmaktan kurtaracak bir meşgale bulmuştu. Beklediği gelene kadar hatıralarını yazacaktı. Biraz sonra da yazmaya başladı; Semih’in hatıralar pek heyecanlı ve meraklı olduğu için bundan sonrasını biz onun defterinden alıyoruz.

Reşat İleri – Kahramanlar Dergisi – 1954

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu