Sinan Korkmaz’dan Çok Güzel Bir Hikaye Daha, “Deli Osman Köy Mezarlığında”
Sabah çiy yağmış, hertaraf damlalarla nakış nakış işlenmişti. Deli Osman üzerindeki naylonu açtı. İki battaniyeyi de güzelce katlayıp çuvala koydu. Bahar havası olduğundan geceyi mezarlıkta geçirmişti yine. Soğuk gecelerde odunluklarda veya samanlıklarda yatıp uyurdu. Kimseye zarar vermeyen, komşu köylere gezmeye giden, yardımsever biriydi Osman. Ezberi güçlüydü. Kolay unutmazdı bildiğini. Hatta çocukluğunda cami kursunda Kur’an dersi almış, Yasin süresini ve son cüzdeki yirmi kısa süreyi güzelce ezberleyerek aklına yazmıştı. Bazen cenazelerde ya da mevlitlerde hacılar hocalar ona Kur’an okuttururlardı. Asla şaşırmaz, bir hafız gibi özenerek kelam ederdi. Yaklaşık kırk yaşlarındaydı. Komşular onu, O da komşularını sevip sayardı. Gözü tok biriydi Deli Osman, cesurdu, merhametliydi. Evi bile vardı ancak bazı geceler dışarda yatar, uyumadan evvel ortalığı kolaçan ederdi. Elinde değneğiyle dolaşırdı. Çoğu defa karanlığa doğru koştuğunu görenler oldu. “Alın beni, geliyorum!” diye birilerine seslenerek gözden kaybolurdu. Onun bu hali kimisini ürkütür kimisini de derin derin düşündürürdü. Bazı meraklılar Deli Osman’ın nereye gittiğini merak eder, işin içinden çıkamayınca hacıya hocaya sorular sorardı. Yine bir akşam kahvede otururken, çayını bitirmiş, ayağa kalkarak çimenliğe doğru “Alın beni, geliyorum!” diyerek bağırmış, gözden kaybolmuştu. Meraklının biri dayanamayıp oradaki hocaya yanaşarak Deli Osman’ın nereye gittiğini sordu. Hoca, meraklıya şu cevabı verdi:
“Allah’ın, ayetlerinde de belirttiği gibi gücü ve azameti sonsuzdur. Her canlıya bir mana yükleyerek belli bir enerjiyle onu yaratmıştır. Doğan her bebek bir enerjiyle dünyaya gelir. Ruhlar bedenden evvel inşa edilir. Bazı canlılara bedenleri yaratılmadan meslekleri verilir. Osman gibilerinin de bu dünyada elbette bir görevleri vardır. Varlığı aşikâr, mahiyeti bize meçhul. Onu ancak Allah bilir.”
Meraklı adam, hocadan bu sözleri işitince gözleri doldu. Deli Osman yaşıyordu ama ne için? Ertesi gün, öğlen vakti köy meydanında göründü Osman. Bir evin önünde durdu. Biraz yemek istedi. Kadınlar yemeğini hazırlardı. Osman evin önünde oturdu. Besmeleyi çekip ekmeği böldü. O sırada yan komşunun hanımı telaş içinde oradaki kadınlara doğru yaklaştı. Belli ki bir sıkıntısı vardı. Selamlaştıktan sonra derdini anlattı. Dün gece, ahırlarındaki iki dana boğularak öldürülmüştü. Evdeki gelinin beş aylık bebeğinin üzerine de odanın tekgözlü penceresi devrilmişti. Minik yavruyu Allah korumuş, yaralanmadan kurtulmuş ancak çok korkmuş ve ağlamıştı. Olayları duyanlar korkup gerildi. Deli Osman yemeği yedi yemesine ama yerinde duramaz oldu. Terledi, hiddetlendi, ayağa kalkarak haberi getiren kadına yaklaştı, ona ahıra gitmek istediğini söyledi. Oradaki kadınlarla birlikte ahıra gittiler. Vaziyet ürkütücüydü. İki dana dili dışarı çıkmış vaziyette yerde yatıyordu. Deli Osman ağlamaya başladı. Daha sonra gözleriyle etrafı süzdü. Birşeyler fısıldıyor, tehdit eder gibi kafa sallıyordu. Oradan ayrıldılar. Ertesi gün köy kahvehanesinde kalabalık bir grup hararetli biçimde sohbet ediyordu. Bu işin bir hırsız ya da kindar birinin yaptığını tahmin ediyorlardı. Deli Osman selam vererek içeriye girdi. Elindeki değneği pencereye yasladı ve oturdu. Çok bitkin ve garip görünüyordu. Sanki çok yol yürümüş ve yorulmuştu. Dalgın dalgın yere bakıyordu. Olan biten ona ayan olmuştu. Gece mezarlığa gitmeyecek, köyde hazır bulunacaktı. O kötülüğü yapan elbet yine gelecekti. Deli Osman haberini aldı, alacağı yerden. Tedbirini de aldı. Olayın yaşandığı evin elli metre ötesinde bir başka ahır daha vardı. İlerleyen saatlerde oraya giderek saklanacak bu kötülüğü yapanı Allah’ın izniyle durduracaktı. Kahvede epey oturdu. Millet sohbet ediyor, Osman heyecanlanıyordu. Saat gece on iki civarı kahvehane kapandı. Herkes evine dağıldı. Deli Osman gizlice ahırdan içeriye girdi. Üzerine saman ve sepet örterek kendini sakladı, beklemeye başladı. Öyle bir sessizlik vardı ki ürkmemek elde değildi. Ancak ürkme işi Deli Osman’a göre değildi. Zerre kadar korku bilmezdi. Saat üç civarı ayak sesleri duyuldu. Ahırın kapısına bir şey yaklaşıyordu. Hayvanlar ürkmeye başladı. Kapı açıldı, içeriye dev gibi bir adam girdi. Bir süre ayakta dikili vaziyette hayvanlara baktı. Eğilerek yerde yatan dananın boğazını sıkmaya başladı. Deli Osman bu dev adamın üzerine öyle bir atladı ki hayvanlar korkudan ayağa kalktı. Dev adamı tek vuruşla yıkıp yere serdi. Osman ona niye bu işi yaptığını sordu. Dev adam ona dedi ki: “Ben kuru değirmen civarındaki süfli cinlerden biriyim, bana da bu görevi verdiler, bu köye dadanmadan önce aylarca başka köylere gittim, birçok at ve dana boğdum, bebekleri hırpaladım, eğer bu işi yapmazsam beni boğacaklar.”
Deli Osman ona cevap vermeden geriye doğru uzandı. Değneğini alarak cin adamına bir vurma vurdu. O dev cin adam küçülerek bir metre kadar kaldı. İçinden toz çıktı, artık ölmüş, çocukluk haline dönmüştü. Deli Osman ellerini kaldırıp dua etmeye başladı. Cinin cesedi melekler tarafından yok edilmişti. Deli Osman koşarak kuru değirmene gitti. Zifiri karanlığa rağmen ellerini kaldırıp Allah’a yalvardı. Sanki biri oraya projektör tutuyordu. Karanlık değirmen öylesine aydınlandı ki ortam bembeyaz oldu. Deli Osman sevincinden yerinde duramıyordu. Asıl iş az sonra bitecekti. Dakikalar sonra öyle bir kalabalık at sürüsü geldi, değirmeni ezip geçti ki gökgürültüsü bile bu seslerin yanında masum kalırdı. Yüzlerce at süfli cinleri perişan edip gebertti. Herbiri yerleyeksan oldu. Deli Osman o olayın ortasında olmasına rağmen en ufak bir zarar dahi görmedi. Cenabı Allah gücünü hışmını ve merhametini hakedenlere veriyordu. Deli Osman sabaha karşı köye döndü. Olayın yaşandığı ahırın önünde uykuya daldı. Sabah olduğunda hayvanların sahibi ahırda Osman’ın şapkasını buldu. Orası baya bi karışmıştı. Belli ki bir boğuşma yaşanmıştı. Ahırdan çıkan adam Deli Osman’ı yerde uyurken buldu. Anlayacağını anlamıştı. Değirmen tarafından köye gelen yolcularda oradaki at izlerine şahit oldular. İnsanların uyuduğu bir saatte kainatın sahibi görevlilerine emir vermiş, neticelenmesi beklenen haller meydana gelmişti. Görürüm diyen gözler kör edilmiş, ıspatlarım diyen sözler yok edilmiş, o sırada o olaya ilgililerinden başkası şahit ve dahil olamamıştı. Deli Osman ve onun gibiler dünyaya ne diye getirilmişti acaba? Bunu merak edenler niye o saatte uyuyordu. Osmanla birlikte o gece oralara gitselerdi kalpleri dayanabilecekmiydi o manzaralara? Deli Osman’a devi boğduran Allah, atlara değirmeni yıktırmış, süfli cin tayfasını hıyrı hışır ettirmişti. Görmeden inanmayız diyenlere binlerce atın ayak izi, Osman gibi kullara gereksiz diyenlere bir sözü vardı hakkın. Sırlar yüklemişti en küçük zerreye, can vermişti hücreye ve meyveye, inkârcıda yüz var mı acaba bunları yemeye, kim cesaret edebilir sahibi varken aleme benim demeye…
Sinan Korkmaz
kimin deli kimin veli olduğunu gerçekten Allah biliyor…
İçeriği hakikaten dolu bir hikâye bu. Öğütler veren bir yazı. Malesef ki bazı yörelerde akli dengesi bozuk olan insanlarla dalga geçiliyor. Onların ne olduğunu Allah bilir. Lütfe saygılı olalım ve yardım edelim normal davranalım onlara.
Sayı olarak orda burda görünmüyoruz ama görünmeyen birçok okuyucun var Sinan Korkmaz
Sinan Korkmaz farkı
yazarın dediği gibi bu cin kabilesi bazı insanların kötülüklerine yardım edermiş mesela öyle büyüler varmışki insanda hırsızlık arsızlık ve diğer şeyleri uyandıran
Abim sen varya… Yazıyosun abim yığılı bir bilgi güçlü anlatım teknikniği esasa dayalı konu. Teşekkürler
Aynen katılıyorum