Çok Güzel Bir Hikaye “Ayakkabı Notları”
1. Kısım
Uzak bir tarihte, yaşam karmaşasının en derinden hissedildiği, Nydes adında yeterince zor şartlara sahip bir kasabada, hayatı erken yaşta öğrenmek zorunda kalan, hayatın getirdiği yükleri taşımak için birçok sorumluluğu kendi üzerine alan, babasının hastalığından dolayı, bir yandan evi geçindirmek, diğer yandan gündelik yaşamını idame etmek zorunda kalan 20 yaşında Azalea adında genç bir kız yaşarmış. Azalea kızıl saçlı, yeşil gözlü; öyle ki kasabaya ilk kez gelindiğinde gerçekten de dikkatleri üzerine çekebilecek biriymiş, ama işte hayat bu ya, Nydes kasabasına gelen, giden oldukça fazla olsa da Azalea ile pek karşılaşmazlarmış. Zaten Azalea, annesinin de “En önemli olduğun yer, değerinin bilindiği yerdir” sözünü benimsermiş. Nydes kasabasına ziyaret için gelenlerin birçoğu dönemin en varlıklı ve önemli kişileriymiş aslında. Öyle ki Nydes’in kendi nüfusundan daha çok saray ahalisi çeşitli nedenlerle, bazen kısa, bazen uzun, bazen mecburi, bazen de keyfi şekilde orada bulunurlarmış, bu seçkin insanların burada fazlaca olmasından mıdır bilinmez, ama Azalea fiziksel özelliklerinden daha çok yetenekleriyle ön plana çıkmayı seven biriymiş. Kendisi ise bu durumundan hiç de şikayetçi değilmiş.
Fakat daha önce bu kasabadan da hiç ayrılmamış. Bu sadece ona özgü bir durum değil; bilakis kasaba halkının büyük bir bölümü de buradan hiç ayrılmamış, ama Nydes’de halk, yer yer seçkin insanları ve saray ahalisini ağırladıkları için kendi tutum ve davranışlarına oldukça özen gösterirlermiş. Azalea ise kasabanın bu üstün şartlarına rağmen kendini oldukça yeterli ve başarılı buluyormuş. Fakat Azalea’nın henüz 14 yaşında iken hayata mecburen erken atılmasına neden olan olay, annesinin Nydes kasabasında yeterli sağlık hizmeti olmadığından ölmesiymiş. Bu olay Azalea ve babası Niko’yu her ne kadar üzse de Nydes halkını da bir o kadar şaşkınlığa boğmuş; çünkü Nydes’in en belirgin özelliklerinden biri, orada doğan insanların çok uzun yaşamasıymış. Her ne kadar yaşamları uzun olsa da Nydes şartları da bir o kadar zormuş. Azalea’nın babası ise geçimlerini ayakkabı yaparak ve var olan ayakkabıları tamir ederek sağlıyormuş. Öyle ki bu meslek Nydes için önemli bir faaliyetmiş. Çünkü Nydes, sert taşların olduğu dağ yamacına kurulu bir kasabaydı. Eski tarihlerden itibaren buranın değerli bir altın madeni olduğuna inanıldığı için, yüzlerce insana ev sahipliği yapmış, fakat zamanla altın umutlarının yerini hüsran ve keder almış, umutla gelenler bir tane bile değerli taş bulamadan oradan ayrılmışlardı. Fakat çeşitli zorunlu nedenlerle oradan ayrılamayan insanlar, burada yaşamanın yollarını bularak hayatlarını sürdürmüşlerdir. Azalea ise, burada zorunlu nedenlerle yaşamaya karar verenlerin, söylenene göre birkaç nesil sonrasıydı. Bu yüzden artık o da hayatını bir şekilde sürdürmek zorundaydı. Fakat Azalea’nın annesi öldükten sonra içinde erken gitmiş çocukluk hissi, elbet kendini bir gün ortaya çıkaracaktı. İşte bu his, Nydes’te gayet sıradan bir günde artık 20 yaşına gelmiş, babasının da hastalığı nedeniyle ayakkabı mesleğini iyice benimsemiş ve bu işte başarı sağlayan Azalea’nın hayatının değiştiği, belki de kendi deyişiyle “çocukluğumun geri döndüğü” zamanlar olarak geçecekti.
İşte tam da o gün Azalea, hasta babasıyla akşam yemeği için hazırladığı çorbayı içerken, babası ona dönüp hafif kısık bir ses ve gülümser şekilde;
“Kızım seni gördüm! Geçen gün ayakkabıya ince bir ip ile dikiş atıyordun. Ama ben sana böyle mi öğrettim! acaba?” diyerek sitemli şekilde gülümser.
Azalea ise gülümser bir yüz ifadesi ve yeterince sesli bir şekilde:
“Hımmm, öyle mi yapmışım babacım? İnsanlar, sağlam bir ayakkabıya ihtiyaç duydukları kadar gerçekten güzel görünümlü bir ayakkabıya da ihtiyaçları var. Hatta senin için tamamıyla ince iplerden oluşan bir ayakkabı yapmaya başladım. Ayağa kalkacağın ilk gün onu giyeceksin,” der. Babası ise duygusal ve dalmış bir şekilde başını sallayarak, “Tıpkı annen gibi umut dolusun kızım,” der babası bu cümleleri sarf eder etmez, birdenbire kapıları şiddetli ve art arda çalınmaya başladı. Bu durum her ne kadar şaşırmaya müsait bir durum olsa da Azalea bu şiddetli kapı sesine alışkındı. İlk zamanlarda kapı çalmalarından her ne kadar korksa da artık gelen kişinin kim olduğunu tahmin etmede güçlük çekmiyordu. Nitekim çalan kapıya yöneldi ve açtığı anda, tahmin ettiği gibi kapıyı hızlı ve sert bir biçimde çalan kişi Mobi’ydi. Mobi, Nydes’in yakınlarında bulunan hapishanenin onlarca gardiyanından biriydi. Mobi’nin sözleri fiziğinden daha sertti. Kısa boylu, zayıf bir adam olmasına rağmen ağzından çıkan laflar sert, bazen de can yakan cinstendi. Hatta denilene göre, eski işinde çok başarılı olmasına rağmen dilini tutamadığından dolayı kral tarafından saraydaki görevinden bizzat buraya sürgüne yollanmıştı.
Azalea, Mobi’nin bu durumunu ve huyunu bildiğinden dolayı kapıyı açar açmaz Mobi’nin önünden çekildi.
Mobi, elindeki bir kasa dolusu çifter ayakkabıları yere bırakır bırakmaz, o can acıtıcı sesiyle, “Bunlar yeni. Gelecek haftaya kadar tamir ederek geri getir. Bir de 4 çift yeni ayakkabı lazım,” dedi. Ardından daha soluklanmadan masanın üzerinde duran kaptaki suyu aldı, Azalea dan adeta izin ister bir bakışla bakıp sonra suyu içti. Mobi, saray kültürüyle yetiştiği için her ne kadar sert sözlü olursa olsun insanlara çoğu zaman adaletli davranır. Bu yüzdendir ki baş gardiyan yöneticisi olarak geldiği hapishaneden zamanla daha alt rütbelere gelmek zorunda kalmıştı. Çünkü her hoş görü, adalet her mahkûmda işe yaramamıştır.
Mobi, Azalea’nın babasına bakarak sert bir biçimde, “Niko, bugün nasılsın?” der.
“Teşekkür ederim, Durumum her ne kadar gün geçtikçe kötüye gitse de elimden geldiğince iyi olmaya çalışıyorum. Ama işte, biliyorsun. Bunları daha fazla konuşmayalım, sen bana asıl senin zalim neler yapıyor? onu söyle”
“Ahhhhh! Zalim kral. Beni buraya gönderdiğinden beri haberleri geliyor. Onu uyardığım gibi, şimdi ceremesini çekiyor. Çevresindekiler onu saçma işleri için kullanıyor, olmadık işlere zorluyorlar. Bu hatasını anlayacak ama peki ya ben ne olacağım! Bu kasabada bir gün bile durasım yok. Bilmiyorum Niko, bilmiyorum ne yapacağımı ama sen tadını çıkar bak, kızın büyüdü, hala yanında, işleri devir aldı. Bakıyorum da hala evinizde mis gibi çorba kokusu var. Son günlerini belli ki iyi yaşıyorsun, değerini bil Niko,”
Mobi’nin bu son cümlesinden aslında ne Azalea ne de babası alınır veya herhangi bir darılma ifadesi gösterir, çünkü Mobi’yi bütün kasaba tanıyordur. Onun konuşmalarına alışkındır. O akşam Mobi’ye çorba ikram ederler, Niko ve Mobi uzun bir sohbet eder ardından Mobi için evden ayrılma vakti gelmiştir. Gitmeden kapının eşiğinden Azalea’ya birkaç gümüş uzatır. Azalea, Mobi’nin elinden gümüşleri tam almaya kalkarken mobi gümüşleri geri çekerek, “Bunlar tamir parası. Çorba parasını ben Niko’ya yıllar önce ödedim, değil mi Niko?” der ve gülerek, gümüşleri Azalea’nın eline iliştirir, ardından oradan yavaşça uzaklaşır.
Azalea ise hafif gülümser şekilde kapıyı kapatır, etrafı toparlar ve hemen o sevdiği işinin başına döner. Kasa içindeki ayakkabıları incelemek için çalışma masasına döker ve döker dökmez bir ayakkabıyı gördüğü gibi,
“Yine mi ama yeter artık,” diye yüksek bir sesle söylenir.
Bunu duyan babası yan odadan,
“Kızım, her şey yolunda mı acaba?” diye seslenir.
Azalea ise küçümser bir ses tonuyla,
“Sorun yok baba, sadece biri aptalca iki ay içinde dördüncü kez ayakkabısını aynı yerden sökmeyi becerip bana geri göndermiş,”
“Benim zamanımda gelen işlere böyle kötüymüş gibi bakmazdık. Ne güzel gümüşle beraber yollamışlar işte. Mızmızlanmayıp işine baksan daha iyi olmaz mı?” diye, kızına sitemde bulunur.
Azalea, aslında bu durumu kendisine bir hakaret olarak algıladığı için,
“Hayır baba, ben beceriksiz bir ayakkabıcı değilim. Bu yüzden bu durum beni üzüyor. İki ay içerisinde bir ayakkabı beş kez sökülemez. Nydes’deki taşlar canlanıp ısrarla bu ayakkabıyı sökmeye çalışsa bile.”
Diyerek aslında kendi kendine isyan eder.
Babası ise kızının bu durumunu görüp onu biraz olsun sakinleştirmek için,
“Kızım, Nydes’deki ayakkabıların çoğunu biz yaptık, tamir ettik. Senin yaptığın ayakkabıları da yakından görüyorum. Herkese ayrı şekilde yapamayacağımıza göre belki de başka bir ayakkabıyla karıştırıyor olabilirsin.”
Diyerek ortamı biraz olsun yumuşatmaya çalışır.
Ama Azalea, haklılığını ortaya çıkarmaya kararlıdır, bu yüzden,
“Emin ol, karıştırmadım. Hep şüphelendiğim için geçen sefer küçük bir işaret koymuştum ayakkabının üzerine. Bak, ne tesadüftür ki hala duruyor işaret.” der.
Babası ise gülümser bir ifadeyle,
İnsanların ayakkabısını tamir ediyoruz, onları delerek işaretlemiyoruz,” diye söylenir. Babasının bu sözü üzerine biraz utanan Azalea,
“Delmedim, sadece her yerini iyice diktikten sonra küçük bir kısmını senin şu kalın iplerinden geçirdim,”
Azale’nın yumuşadığını gören babası ise gülümser ve bir o kadar da dalgacı bir ses tonuyla,
“Benim deneyimlerimi, tecrübelerimi deneme olarak kullanamazsın,” diye
Şakacı bir dil ile cevap verip konuyu kapatmak ister. Babası ile karşılıklı kısa bir gülüşmeden sonra Azalea o günün gecesine kadar sadece bu ayakkabıyla ilgilenir, sökülen yeri sıkı bir şekilde diker, güzelce tamir eder. Ama bu sefer Azalea kararlıdır. Bir daha evinde kendini bu ayakkabıyı tamir ederken bulmayacaktır. Çünkü kendisi ayakkabı işinde başarılı biridir ve bunun da böyle bilinmesini istiyordur.