Korku Hikayesi; Hayaletin Laneti 8. Bölüm

"Birader Peter'in Hikayesi"

Korku Hikayesi; Hayaletin Laneti 8. Bölüm; “Birader Peter’in Hikayesi”

Hikaye Oku: Mutfak, evin arkasındaki ufak bir bahçeye bakıyordu. Gökyüzü aydınlanmaya başlarken Andrew bana kahvaltı hazırladı. Fazla bir şey değildi, sadece bir yumurta ve bir dilim kızarmış ekmek. Ona teşekkür ettim, ama reddetmek zorundaydım. Çünkü hâlâ oruç tutuyordum. Yemek yemem, Hayalet’in gittiğini ve Zehir’le hesaplaşamayacağımızı kabullenmek anlamına gelirdi. Zaten hiç aç değildim.

Andrew’un ‘iyi düşün’ önerisini yapıyordum. Hayalet yakalandığından beri her an onu nasıl kurtarabileceğimizi düşünüyordum. Alice’i de düşünüyordum. Bir şeyler yapmazsam, ikisi de yakılacaktı.

“Bay Gregory’nin çantası hâlâ Kara Boğa’daki odamda,” diye seslendim çilingire, aniden anımsayınca. “Ve asasıyla cüppelerimizi de handaki odasında bırakmış olmalı. Onları nasıl geri alacağız?”

“İşte bu konuda sana yardımcı olabilirim,” dedi Andrew. “İkimizden birinin gitmesi çok riskli olur, ama bizim için onları alabilecek birini tanıyorum. Bunu daha sonra hallederim.”

Andrew’un yemek yiyişini izlerken, uzakta bir yerde bir çan çalmaya başladı. Cansız, tek bir ses tonu çıkıyordu ve her iki çalınış arasında uzun bir duraklama vardı. Kederli bir sesti, cenaze çanı gibi.

“Bu ses katedralden mi geliyor?” diye sordum.

Andrew başıyla onaylayıp yemeğini yavaş yavaş çiğnemeye devam etti. Benim gibi iştahı kaçmış görünüyordu.

İnsanların erken bir ayine çağrıldıklarını düşündüm, ama ağzımı açamadan Andrew, tostundan ısırdığı lokmayı yutup şöyle dedi:

“Katedralde ya da kasabadaki başka bir kilisede bir başka ölü var anlamına geliyor. Ya öyle ya da eyaletin herhangi bir yerinde bir rahip ölmüş ve haberi buraya yeni ulaşmış. Bu ses bu günlerde çok sık duyuluyor . Korkarım kasabamızda karanlığı ve kötülüğü gereğinden fazla sorgulayan rahiplerin hakkından çabucak geliniyor.”

Ürperdim. “Priestown’daki herkes, bu karanlık olayların nedeninin Zehir olduğunu biliyor mu?” diye sordum. “Yoksa bunu sadece rahipler mi biliyor?”

Zehir oldukça sıradan bir bilgi. Katedralin yakınında yaşayanların çoğu, kiler kapılarını tuğlalarla ördü. Korku ve batıl inançlar çok yaygın. Onları korumaları için kendi rahiplerine bile güvenemeyen kasaba halkını kim suçlayabilir ki? Cemaatlerinin azalmasına şaşmamalı,” dedi Andrew, başını iki yana sallayarak.

“Anahtarı bitirdiniz mi?” diye sordum.

“Evet,” dedi, “ama zavallı John’un artık ona ihtiyacı yok.”

“Onu kullanabiliriz,” dedim, sözümü kesmeden önce söyleyeceklerimi tamamlayabilmek için çok hızlı konuşuyordum. “Yeraltı mezarları tam katedralin ve rahip evinin altından geçiyor , yani oradan yukarıya bir geçiş olabilir. Havanın kararmasını bekleyip herkes uyuduktan sonra oraya girebiliriz.”

“Bu aptallık olur ,” dedi Andrew başını sallayarak. “Rahip evi çok büyük, hem yer altında hem de yer üstünde çok fazla oda var . Ve tutukluların nerede olduğunu bile bilmiyoruz. Sadece o da değil, bir de silahlı korumalar var . Sen de mi yanmak istiyorsun? Benim istemediğim kesin!”

“Denemeye değer,” diye üsteledim. “Zehir varken aşağıdan kimsenin gelmesini beklemiyorlardır. Onları şaşırtmış olacağız, hem belki korumalar da uyuyor olur.”

“Hayır,” dedi Andrew, başını sertçe sallamaya devam ederek. “Bu delilik. İki cana daha değmez.”

“O zaman anahtarı bana verin, ben yaparım.”

“Ben olmadan asla yolunu bulamazsın. Aşağısı labirent gibidir.”

“Yani yolu biliyorsunuz?” dedim. “Daha önce aşağıya indiniz mi?”

“Evet, Gümüş Kapı’ya kadar yolu biliyorum. Ama orası gitmek isteyebileceğim en son yer . John’la birlikte oraya yirmi yıl önce inmiştik. Aşağıdaki o şey, az daha onu öldürüyordu. Bizi de öldürebilirdi. John’u duydun: Ruhtan dönüşüyor , şekil değiştirip Tanrı bilir ne olacak. Orada her tür şeyle karşılaşabiliriz. İnsanlar keskin dişli, vahşi kara köpeklerden; zehirli yılanlardan bahsediyorlar . Unutma, Zehir aklını okuyabilir , en büyük korkunun şeklini alabilir . Hayır , bu çok tehlikeli. Hangisinin daha korkunç olduğunu bilmiyorum. Sorgulayıcı tarafından canlı canlı yakılmak mı, yoksa Zehir tarafından ezilmek mi? Bunlar senin gibi genç birinin yapması gereken seçimler değil.”

“Bu konuda endişelenmeyin,” dedim. “Siz kilitlerle uğraşın, ben de işimi yaparım.”

“Eğer abim baş edemediyse, senin ne şansın olabilir ki? O zamanlar en güçlü dönemindeydi, sense yalnızca bir çocuksun.”

“Zehir’i yok etmeye çalışacak kadar aptal değilim,” dedim. “Sadece Hayalet’i kurtarmak istiyorum.”

Andrew başını iki yana salladı. “Ne zamandır onunlasın?”

“Neredeyse altı ay,” dedim.

“İşte,” dedi Andrew, “bu her şeyi anlatıyor , öyle değil mi? Niyetin iyi, bunu biliyorum, ama sadece işleri daha da kötüleştiririz.”

“Hayalet yanmanın korkunç bir ölüm olduğunu söyledi. Ölümlerin en korkuncu. Bu yüzden cadıların yakılmasına karşı çıkıyor . Onun bu acıyı çekmesine izin mi vereceksiniz? Lütfen, yardım etmelisiniz. Bu onun son şansı.”

Bu kez Andrew hiçbir şey söylemedi. Uzun süre, düşünceli bir şekilde oturdu. Ayağa kalktığında tek söylediği ortalıkta görünmemem gerektiği oldu.

Bu iyiye işaretti. En azından beni eşyalarımı toplamaya göndermemişti.

Sabah yavaş yavaş geçerken arkada oturmuş öylece bekliyordum. Hiç uyumamıştım ve yorgundum, ama gece olanlardan sonra, uyku en son düşündüğüm şeydi.

Andrew çalışıyordu. Çoğu zaman atölyesinde olduğunu duyabiliyordum, zaman zaman bir müşteri girdiğinde veya çıkarken kapıdaki zil çalıyordu.

Andrew mutfağa geri geldiğinde öğlen olmak üzereydi. Yüzünde farklı bir ifade vardı. Düşünceli görünüyordu. Ve tam arkasında başka biri vardı.

Ayağa kalktım, kaçmaya hazırdım, ama arka kapı kilitliydi ve diğer kapıyla aramda da bu iki adam duruyordu. Tam o anda yabancının kim olduğunu anlayıp rahatladım. Bu Birader Peter’dı, elinde Hayalet’in çantası ve asasıyla cüppelerimiz vardı!

“Her şey yolunda evlat,” dedi Andrew, bana doğru yürüyüp, rahatlatmak için elini omzuma koyarak. “Şu yüzündeki endişeli ifadeden kurtul da otur bakalım. Birader Peter iyi bir dost. Bak, sana John’un eşyalarını getirmiş.”

Gülümseyerek çanta, asa ve cüppeleri bana uzattı. Eşyaları alırken teşekkür etmek için başımı salladım, oturmadan önce eşyaları odanın köşesine yerleştirdim. Her ikisi de birer sandalye alıp tam karşıma oturdular.

Birader Peter yaşamının çoğunu açık havada çalışarak geçirmişti ve güneşle rüzgâr, kafa derisini muntazam bir şekilde bronzlaştırmıştı. En az Andrew kadar uzundu ama onun kadar dik durmuyordu. Herhalde yıllarca çapa ya da kürekle toprağı işlemekten dolayı sırtı ve omuzları kamburlaşmıştı. Çehresindeki en dikkat çeken özelliği burnuydu; bir karganın gagası gibi kanca şeklindeydi, arası oldukça açık olan gözlerinde şefkatli bir ışıltı vardı. İçgüdülerim onun iyi bir insan olduğunu söylüyordu.

“Pekâlâ,” dedi, “dün akşam devriyede ben olduğum için şanslıydın, başkası olsaydı kendini yine o hücrede bulurdun! Olanlardan dolayı Peder Cairns şafak söker sökmez beni çağırdı ve birkaç tuhaf soruyu yanıtlamak durumunda kaldım. Hiç mutlu görünmüyordu ve benimle işini bitirmediğine eminim.”

“Üzgünüm,” dedim.

Birader Peter gülümsedi. “Endişelenme evlat. Sadece duyma güçlüğü çekmesiyle ünlü bir bahçıvanım. Benimle fazla uğraşmayacaktır. Hele hele Sorgulayıcı’nın yakılmayı bekleyen onca tutuklusu varken!”

“Neden kaçmama izin verdiniz?” diye sordum.

Birader Peter kaşlarını kaldırdı. “Bütün rahipler Zehir’in kontrolünde değil,” dedi. Sonra Andrew’a döndü. “Onun kuzenin olduğunu biliyorum, ama Peder Cairns’e güvenmiyorum. Sanırım Zehir onu ele geçirdi.”

“Ben de böyle düşünüyorum,” dedi Andrew. “John ihanete uğradı ve tüm bunların arkasında Zehir’in olduğuna eminim. John’un kendisi için bir tehdit oluşturduğunun farkında, bu yüzden de onu ortadan kaldırmak için zayıf kuzenini ele geçirdi.”

“Evet, bence haklısın. Elini fark ettin mi? Mumla yaktığı için bandajlamak zorunda kaldığını söylüyor, ama Zehir’ in kontrolüne girdiğinde Peder Hendle’da da buna benzer bir yara vardı. Bence Cairns bu yaratığa kanını verdi.”

Çok korkmuş görünmeliydim ki Birader Peter yanıma gelip kolunu omzuma doladı.

“Merak etme evlat. Katedralde hâlâ birkaç iyi adam var ve her ne kadar düşük rütbeli bir birader olsam da kendimi bu iyi adamlardan biri olarak sayıyorum ve elime geçen her fırsatta Tanrı için çalışıyorum. Sana ve ustana yardım etmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Andrew’un söylediklerine bakılırsa yeraltı mezarlarına inecek kadar cesurmuşsun. Bu doğru mu?” diye sordu, düşünceli bir şekilde burnunu kaşırken.

“Birinin bunu yapması lazım, bu yüzden denemek istiyorum,” dedim.

“Peki ya karşılaşırsan, yani…”

Cümlesini tamamlayamadı. Sanki bir türlü ‘Zehir’ diyememişti.

“Nelerle karşılaşabileceğini anlatan oldu mu? Şekil değiştirmeden, zihin okumadan ve…” Duraksadı ve omzunun üstünden baktıktan sonra, “Preslemeden?” diye fısıldadı.

“Evet, bunları duydum,” dedim. Sesim, olduğumdan çok daha kendime güvenliymişim gibi çıkmıştı. “Ama yapabileceğim şeyler var. Gümüş sevmiyor…”

Hayalet’in çantasını açıp içinden çıkardığım gümüş zinciri gösterdim. “Onu bununla bağlayabilirim,” derken gözlerimi kırpmadan Birader Peter’ın gözlerinin içine bakmaya çalışıyordum.

Birbirlerine baktılar ve Andrew gülümsedi. “Çok çalıştın, öyle değil mi?” diye sordu. “Saatler, günler boyunca…” dedim. “Bay Gregory’nin Chipenden’daki bahçesinde bir direk var. Bu zinciri iki buçuk metre uzaktan fırlatıp on atıştan dokuzunda kazığa dolayabiliyorum.”

“Pekâlâ, eğer bir şekilde o yaratığı geçip rahip evine ulaşırsan lehine işleyen bir şey olacak. Kesinlikle normal günlere göre çok daha sessiz olacak,” dedi Birader Peter. “Dün geceki ölüm katedralde oldu, yani ölünün naaşı hâlâ orada, kasabanın dışında değil. Bu gece neredeyse rahiplerin tümü orada, vijilde olacak.”

Latince derslerimden hatırladığım kadarıyla vijilin anlamı ‘gece ibadeti’ idi. Yine de ne yapacaklarını anlamamıştım.

“Dualar edip ölünün başında nöbet bekliyorlar,” dedi Andrew, şaşkın yüz ifademe gülerek. “Ölen kimdi Peter?”

“Zavallı Peder Roberts. İntihar etti. Çatıdan atlamış. Bu sene beşinci intihar oldu bile,” dedi, önce Andrew’a sonra bana bakarak. “Zihinlerini ele geçiriyor. Onlara zorla hem Tanrı’ya hem de kendi bilinçlerine karşı olan şeyler yaptırıyor. Ve bu da, Tanrı’ya hizmet etmek için kutsal emirler almış bir rahip için çok güç bir durum. Artık daha fazla dayanamadığındaysa intihar edebiliyor. Bu korkunç bir şey. İntihar etmek ölümcül bir günah ve rahipler asla Cennet’e gidemeyeceklerini, Tanrı’yla olamayacaklarını biliyorlar. Onları bu noktaya getiren şeyin ne kadar korkunç olduğunu düşünsene! Umarım, kasabada kötülüğe zorlayabileceği iyi şeyler tamamen yok olmadan, bu korkunç yaratığı durdurabiliriz.”

Kısa bir sessizlik oldu, sanki herkes düşünüyordu, ancak Birader Peter’ın dudaklarının oynadığını gördüm. Ölmüş olan zavallı rahip için dua ediyor olabileceğini düşündüm. İstavroz çıkarınca bundan emin oldum. Ardından iki adam birbirlerine bakıp başlarını aşağı yukarı salladılar. Konuşmadan, bir anlaşmaya varmışlardı.

“Seninle Gümüş Kapı’ya kadar gideceğim,” dedi Andrew. “Sonrasındaysa Birader Peter yardımcı olabilir…”

Birader Peter bizimle mi gelecekti? Yüzümden, düşündüklerimi anlamış olmalıydı; her iki elini kaldırıp gülümseyerek başını iki yana salladı.

“Ah, hayır Tom. Yeraltı mezarlarının yakınına bile gidecek cesaretim yok. Hayır , Andrew’un demek istediği sana başka bir şekilde yardım edebileceğim. Sana yolu tarif edebilirim. Yani, tünellerin bir haritası var. Rahip evinin bahçeye açılan girişine çerçevelenip asılmış. Tam orada, rahiplerden birinin gelip bana günlük görevlerimi aktarmasını beklediğim saatlerin haddi hesabı yok. Yıllar içinde o haritanın her detayını ezberledim. Bunu yazmak istiyor musun, yoksa hatırlayabilir misin?

“İyi bir hafızam vardır,” dedim.

“Pekâlâ, tekrarlamamı istediğin bir şey olursa söylemen yeterli. Andrew’un söylediği gibi, o seni Gümüş Kapı’ya kadar getirecek. Kapıdan geçtikten sonra tünel çatallaşana kadar düz devam et. Soldaki dehlizi takip et, taş basamaklara varacaksın. Basamaklar bir kapıyla sonlanıyor, kapının arkasındaysa rahip evinin büyük şarap mahzeni var. Kilitli olacaktır ama Andrew gibi bir dostun olduğundan bu senin için sorun değil. Mahzenden çıkılabilecek yalnızca bir kapı daha var ve o da karşı duvarın en sağ köşesinde.”

“Ama Zehir beni mahzende takip ederek kurtulamaz mı?” diye sordum.

“Hayır, yeraltı mezarlarından çıkmak için sadece Gümüş Kapı’yı kullanabilir, yani kapıdan geçip şarap mahzenine varınca güvendesin demektir. Şimdi, mahzenden çıkmadan önce yapman gereken bir şey var. Kapının sol tarafında, tavanda bir kapak var. Katedralin kuzey duvarını izleyen patikaya açılıyor. Teslimatçılar o kapağı şarap ve bira almak için kullanıyorlar. Daha fazla ilerlemeden o kapağın kilidini aç. Kapıya gitmenden çok daha hızlı bir kaçış yolu olacaktır. Buraya kadar her şey anlaşıldı mı?”

“Aşağı inmek için tavandaki bu kapağı kullanmam çok daha kolay olmaz mı?” diye sordum. “Böylece Gümüş Kapı’yla Zehir’den uzak durabilirim.”

“Keşke bu kadar kolay olsaydı,” dedi Birader Peter . “Ama bu çok riskli. Kapak hem yoldan hem de rahip evinden görülebiliyor. İçeri girerken görülebilirsin.”

Düşünceli bir şekilde başımı salladım.

“Her ne kadar içeri girerken o yolu kullanamasan da, dışarı çıkmak için o yolu kullanman için bir başka neden daha var,” dedi Andrew. “John’un yeniden Zehir’le karşılaşma riskine girmesini istemiyorum. İçten içe korktuğunu biliyorum; öylesine korkuyor ki kazanması imkânsız.”

“Korkuyor mu?” diye sordum sinirlenerek. “Bay Gregory karanlığa ait hiçbir şeyden korkmaz.”

“Bunu itiraf edebilecek kadar değil,” diye devam etti Andrew. “Bu konuda hakkını yememeliyim. Herhalde bunu kendine bile itiraf etmez. Ama uzun zaman önce lanetlendi ve…“

“Bay Gregory lanetlere inanmaz!” diye araya girdim bir kez daha. “Bunu size söylemişti.”

“Eğer konuşmama izin verirsen, açıklayacağım,” diye ısrar etti Andrew. “Bu tehlikeli ve güçlü bir lanetti. Olabilecek en tehlikelisiydi. Bunu yapabilmek için Pendle cadılarının üç kez toplanması gerekti. John işlerine çok karışmaya başlamıştı, bu yüzden kendi aralarındaki çekişme ve kindarlıkları bir kenara bırakıp onu lanetlediler . Bu bir kan adağıydı ve masum insanlar katledildi. Yirmi yıl önce, 1 Mayıs arifesinde Walpurgis**** gecesinde gerçekleştirildi ve sonrasında bu laneti ona kan damlatılmış bir parşömenin üzerinde gönderdiler. Bir keresinde bana orada neler yazdığını söylemişti: Karanlık bir yerde öleceksin, yerin çok altında ve olmayacak hiçbir dostun yanında!”

“Yeraltı mezarları…” dedim, sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Eğer Zehir’le yeraltı mezarlarında tek başına çarpışırsa lanetin koşulları gerçekleşmiş olurdu.

“Evet, yeraltı mezarları,” dedi Andrew. “Söylediğim gibi, onu tavandaki kapaktan çıkar. Her neyse, Birader Peter araya girdiğim için özür dilerim…”

Peter sıkkın bir şekilde gülümseyip anlatmaya devam etti: “Kapağın kilidini açtıktan sonra, kapıdan koridora çıkacaksın. İşte burası riskli olan kısım. En uçta, tutukluları koydukları bir hücre var. Ustanı orada bulabilirsin. Ama oraya varmak için nöbetçi odasını geçmen gerekecek. Bu çok tehlikeli, ama aşağısı soğuk ve nemli. Şöminede büyük bir ateş yakmış olacaklardır ve eğer Tanrı başarmanı istiyorsa, soğuğa karşı kapıyı kapatmış olurlar. İşte hepsi bu! Bay Gregory’yi tavandaki kapaktan çıkarıp bu kasabadan uzaklaştır. O korkunç yaratıkla uğraşmak için bir başka zaman geri gelmesi gerekecek. Sorgulayıcı gittiğinde…”

“Hayır!” dedi Andrew. “Tüm bu olanlardan sonra bir kez daha buraya gelmesine izin vermem.”

“Ama Zehir’le o savaşmazsa, kim savaşabilir?” diye sordu Birader Peter. “Ben de lanetlere inanmıyorum. Tanrı’nın yardımıyla John o kötü ruhu yenebilir. Giderek güçlenip kötüleştiğini biliyorsun. Bir sonraki hedefinin ben olacağıma hiç şüphem yok.”

“Sen olamazsın Birader Peter,” dedi Andrew. “Senin kadar güçlü bir zihne sahip çok az insan tanıdım.”

“Elimden geleni yapıyorum,” dedi titreyerek. “Aklımın içinde fısıldadığını duyunca daha güçlü dua ediyorum. Tanrı bize ihtiyacımız olan gücü veriyor, tabi ona soracak kadar aklımız başımızdaysa. Ama bir şeyler yapılmalı. Bunun nasıl sona ereceğini bilemiyorum.”

“Kasaba halkının canına tak ettiğinde sona erecek,” dedi Andrew. “İnsanları bir yere kadar zorlayabilirsin. Sorgulayıcı’nın kötülüklerine bu kadar dayanmış olmalarına bile şaşırdım. Yakılmayı bekleyenlerin içinde bu kasabada dostları ve akrabaları olanlar var.”

“Belki, belki de değil,” dedi Birader Peter . “Yakılmaları seven, isteyen birçok insan da var. Sadece dua edebiliriz.”

Walpurgis**** : Halk söylencesine göre cadıların bayram gecesidir . Toplantıların Harz Dağları’nda her yıl nisan ayının 30’unda yapıldığı da söylenir. [Ç. N.]

Joseph Delaney

  1. Kitap Hayaletin Çırağı
  2. Kitap Hayaletin Laneti

Hayaletin Laneti 1. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 2. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 3. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 4. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 5. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 6. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 7. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 8. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 9. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 10. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 11. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 12. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 13. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 14. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

 

 

 

Exit mobile version