Korku Hikayesi; Hayaletin Laneti 6. Bölüm

Korku Hikayesi; Hayaletin Laneti 6 Bölüm; “Cehennemle Anlaşma”

Korku Hikayesi Oku: Kaldırım taşlı, ıslak caddelerde yavaşça yürüdüm. Avuçlarım gerginliğimden dolayı yapış yapıştı ve ayaklarım da katedrale doğru ilerlemeye isteksizdi. Sanki benden daha bilgece davranıyorlardı; adım atmak için kendimi zorlamam gerekiyordu. Ama akşam serinliği çökmüştü ve şansıma, çevrede fazla insan yoktu. Tek bir rahibe bile rastlamadım.

Katedrale yediye on kala vardım ve döşemeli ön avluya girerken ana kapının hemen üstündeki taş heykele bakmadan edemedim. O çirkin baş her zamankinden daha büyük görünüyordu ve gözleri de canlıymışçasına ışıldıyor; kapıya doğru ilerlerken sanki beni takip ediyordu. Uzun çenesi yukarı doğru öylesine kıvrıktı ki neredeyse burnuna değecekti. Daha önce gördüğüm hiçbir yaratığa benzemiyordu. Köpeklerinkini andıran kulakları, ağzından çıkan uzun dili, yukarı kıvrık iki kısa boynuzu vardı, bana birden bir keçiyi anımsattı.

Başımı çevirip katedrale girdim. Yaratığın tuhaflığı karşısında hâlâ titriyordum. Binanın içinde gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim ve neredeyse boş olduğunu görünce rahatladım.

İki sebepten ötürü korkuyordum. Birincisi, her an bir rahiple karşılaşabileceğim katedralde olmaktan hoşlanmıyordum. Eğer Peder Cairns beni oyuna getirdiyse direk olarak tuzağının ortasına yürümüş oluyordum. İkincisiyse artık Zehir’in bölgesindeydim. Çok geçmeden gün sona erecekti ve güneş battıktan sonra, karanlığın diğer tüm yaratıkları gibi, Zehir de en tehlikeli durumda olacaktı. Belki de o zaman zihni yeraltı mezarlarından çıkıp peşime düşerdi. Bu işi olabildiğince çabuk halletmeliydim.

Günah çıkarma odası neredeydi? Katedralin arka tarafında yalnızca iki yaşlı bayan vardı, ama ön tarafa yakın bir yerde, arkası duvara bitişik ahşap bir kutunun kapısının önünde diz çökmüş yaşlı bir adam gördüm.

Bu, benim için yeterliydi. Az ötede buna eş bir kutu daha vardı. Günah çıkarma odaları. Üzerlerinde mavi, cam bir kâseye yerleştirilmiş birer mum vardı.

Sağ taraftaki sıraların arasındaki yola girip adamın hemen arkasındaki sıraya oturdum. Birkaç dakika sonra, günah çıkarma odasına giden yol açıldı ve siyah başörtülü bir kadın çıktı. Bu sırada yaşlı adam içeri girerken, o da koridoru geçerek kilisenin arka sıralarında diz çöktü. Biraz sonra fısıltılarını duydum. Daha önce hiç günah çıkarmamıştım, ama neler olup bittiği hakkında fikrim vardı. Babamın erkek kardeşlerinden biri, ölümünden önce çok dindar biri haline gelmişti. Babam ona hep ‘Kutsal Joe’ derdi, asıl adı Matthew idi. Haftada iki kez günah çıkarmaya giderdi ve günahlarını duyan rahip ona büyük bir kefaret ödetiyordu. Bu da sonrasında birçok duayı tekrar tekrar okuması gerektiği anlamına geliyordu. Sanırım yaşlı adam, rahibe günahlarını anlatıyordu.

Kapı uzun süredir kapalıydı. Sabırsızlanmaya başlamıştım. Aklıma bir şey takıldı: Ya içerideki Peder Cairns değil de bir başka rahipse? O zaman gerçekten de günah çıkarmam gerekirdi, yoksa şüphe uyandırabilirdim. İkna edici birkaç günah düşünmeye başladım. Hırs bir günah mıydı? Yoksa ona açgözlülük mü deniyordu? Yemek yemeyi gerçekten çok seviyordum, ama bütün gün bir şey yememiştim ve karnım guruldamaya başlamıştı. Aniden bu yaptığımın delilik olduğunu hissettim. Birkaç dakika sonra tutuklanmış olabilirdim.

Panikle, gitmek üzere ayağa kalktım. İşte tam o esnada kapının önündeki bölmeye bir kart iliştirilmiş olduğunu gördüm. Üzerinde bir isim yazılıydı: PEDER CAIRNS.

Aynı anda kapı açıldı ve yaşlı adam çıktı. Ben de günah çıkarma odasındaki yerimi alıp arkamdan kapıyı kapadım. İçerisi oldukça küçük ve kasvetliydi. Dizlerimin üstüne çöktüğümde yüzüm, ince demir parmaklığın hemen önüne geliyordu. Parmaklığın arkasında kahverengi bir perde, onun da arkasında titreyen bir mum vardı. Oradaki yüzü seçemiyordum, sadece bir silüet görebiliyordum.

“Günah çıkarmak ister misin?”

Rahibin sesinde güçlü bir eyalet aksanı vardı ve gürültülü bir şekilde nefes alıp veriyordu.

Omuz silktim. Ama parmaklığın arkasından beni görüyor olamazdı. “Hayır peder,” dedim, “ama sorduğunuz için teşekkürler. Ben Tom, Bay Gregory’nin çırağı. Beni görmek istediniz.”

Peder Cairns konuşmadan önce kısa bir duraksama oldu. “Ah Thomas, gelebildiğine sevindim. Seni çağırdım çünkü seninle konuşmam gerek. Sana çok önemli bir şey söylemeliyim, bu nedenle ben sözümü bitirene kadar burada kalmanı istiyorum. Söylediklerimi bitirmeden gitmeyeceğine söz verir misin?”

“Dinleyeceğim,” dedim kuşkulu biçimde. Artık söz verme konusunda dikkatliydim. İlkbaharda Alice’e söz vermiştim ve bu, başıma büyük dert açmıştı.

“İşte böyle evlat,” dedi. “Önemli bir göreve iyi bir başlangıç yaptık. Peki, bu görevin ne olduğunu biliyor musun?”

Zehir’den mi bahsediyor diye düşündüm; ama yeraltı mezarlarına bu kadar yakınken o yaratığın ismini ağza almanın iyi olmayacağına karar verdim. “Hayır Peder,” dedim.

“Thomas, ben bir plan yaptım. Senin ruhunu nasıl kurtaracağımızı düşünmeliyiz. Ama süreci başlatmak için ne yapman gerektiğini biliyorsun, değil mi? John Gregory’den ayrılmalısın. O aşağılık işi yapmaktan vazgeçmelisin. Benim için bunu yapar mısın?”

“Bay Gregory’ye yardım etmek için beni görmek istediğinizi düşünmüştüm!” dedim. Sinirlenmeye başlamıştım. “Onun tehlikede olduğunu sanıyordum.”

“Evet, tehlikede Thomas. John Gregory’e yardım etmek için buradayız, ama işe, önce sana yardım etmekle başlamalıyız. Pekâlâ, istediğimi yapacak mısın?”

“Yapamam,” dedim. “Babam çırak olabilmem için çok para ödedi ve bunu yaparsam annem daha da büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Bende yetenek olduğunu ve bunu insanlara yardım etmek için kullanmam gerektiğini söylüyor. Hayaletler bunu yapar. Karanlık dünyanın yaratıkları yüzünden tehlikede olan insanlara yardım ederiz.”

Uzun bir sessizlik oldu. Tek duyabildiğim, rahibin nefes alış verişleriydi. Sonra aklıma başka bir şey geldi.

“Peder Gregory’ye yardım ettim,” deyiverdim. “Daha sonra öldü, doğru, ama onu çok daha kötü bir ölümden kurtardım. En azından yatağının sıcaklığında öldü. Bir öcüyü haklamaya çalışıyordu,” diye açıkladım, sesimi az da olsa yükselterek. “Başını belaya sokan şey buydu. Bay Gregory ona yardım edebilirdi. Bir rahibin yapamayacağı şeyleri yapabilir. Rahipler öcüleri bağlayamaz, çünkü nasıl yapıldığını bilmezler. Birkaç duadan çok daha fazlası gerekir.”

Dualar hakkında böyle konuşmamam gerektiğini biliyordum ve sinirlenmesini bekledim. Ama sinirlenmedi. Çok sakindi ve bu durumun daha da kötü olduğunun işaretiydi.

“Ah, evet, çok daha fazlası gerekiyor,” dedi Peder Cairns, neredeyse fısıldıyor gibiydi. “Çok, çok daha fazlası… John Gregory’nin sırrının ne olduğunu biliyor musun Thomas? Gücünün kaynağını biliyor musun?”

“Evet,” dedim, sesim çok daha sakin çıkıyordu. “Yıllarca kendini eğitmiş, bütün meslek hayatı boyunca. Kitap dolu bir kütüphanesi var ve benim gibi çıraklık yapmış ve tıpkı benim yaptığım gibi ustasını dikkatle dinleyip bütün söylediklerini not almış.”

“Bizim de aynı şeyi yapmadığımızı mı sanıyorsun? Rahiplik uzun, çok uzun yıllar süren bir eğitim gerektiriyor. Ve rahipler, kendilerinden çok daha zeki insanlar tarafından eğitilen, zeki insanlar. Peki, Peder Gregory Tanrı’nın kutsal kitabından dualar okumasına rağmen, onun başaramadığını siz nasıl başardınız? Ustanın, kendi kardeşinin yapamadığı bir şeyi yapabilmesini nasıl açıklıyorsun?”

“Çünkü rahipler farklı bir eğitim görüyor ,” dedim. “Ayrıca hem ustam hem de ben, yedinci oğulların yedinci oğullarıyız.”

Rahip ızgaranın arkasından tuhaf bir ses çıkardı. Önce nefes alamadığını düşündüm; ama sonra bunun gülme sesi olduğunu fark ettim. Bana gülüyordu.

Bunun çok kaba bir davranış olduğunu düşündüm. Babam hep, ne kadar aptalca olursa olsun başkalarının düşüncelerine saygı gösterilmesi gerektiğini söylerdi.

“Bu sadece batıl inanç, Thomas,” dedi Peder Cairns, en sonunda. “Yedinci oğlun yedinci oğlu olmak hiçbir anlam taşımıyor.

Bu sadece eski bir kocakarı rivayeti. John Gregory’nin gücünün gerçek açıklaması öylesine korkunç ki bunu düşünmek bile tüylerimi ürpertiyor . John Gregory Cehennem’le anlaşma yaptı. Ruhunu şeytana sattı.”

Söylediklerine inanamıyordum. Ağzımı açtım ama konuşamıyordum, sadece başımı iki yana sallamaya devam ettim.

“Bu doğru Thomas. Gücünün tümü Şeytan’dan geliyor. Sizin öcü adını verdiğiniz yaratıklar, sadece daha güçsüz iblisler ve ustaları onlara emrettiği için boyun eğiyorlar. Şeytan için buna değer, çünkü karşılığında, günün birinde John Gregory’nin ruhuna sahip olacak. Ve ruh, Tanrı için değerlidir, ışıltılı ve görkemli bir şeydir. Şeytan, ruhu günahla kirletmek ve onu Cehennem’in sonsuz alevlerine çekmek için her şeyi yapar.”

“Peki ya ben?” dedim, yine sinirlenmeye başlamıştım. “Ben ruhumu satmadım. Ama Peder Gregory’yi kurtardım.”

“Bu kolay. Sen, Hayalet adını verdiğin kişinin hizmetçisisin, o da şeytanın hizmetçisi. Yani sen onlara hizmet ederken kötülüğün gücü sana da bahşediliyor. Ama tabi ki kötülük eğitimini tamamlarsan ve bu aşağılık işi artık çırak olarak değil de bir usta olarak devam ettirmeye hazırlanırsan, sıra sana gelecek. John Gregory sana daha bunları anlatmadı, çünkü çok gençsin; günün birinde mutlaka anlatacak. Ve o gün geldiğinde şaşırmayacaksın, çünkü şu an sana söylediklerimi hatırlayacaksın. John Gregory hayatında ciddi hatalar yaptı ve itibarını yerle bir etti. Bir zamanlar rahip olduğunu biliyor musun?”

Başımı salladım. “Evet, bunu biliyorum.”

“Peki, rahipliğe henüz yeni atanmış ve kutsanmışken, bu çağrıyı nasıl bırakıp gittiğini biliyor musun? Utancını biliyor musun?”

Yanıt vermedim. Peder Cairns’in anlatacağını biliyordum.

“Bazı din adamları kadınların ruhu olmadığını ortaya atmıştır. Tartışma devam ediyor, ama tek bir şeyden emin olabiliriz: Bir rahip evlenemez. Çünkü bu, dikkatini Tanrı’ya olan bağlılığından uzaklaştırır. John Gregory’nin hatası iki kat kötüydü: Mesele bir kadın tarafından aklı başından alınmış olması değildi sadece, bu kadın aynı zamanda onun kardeşlerinden biriyle nişanlıydı. Ailesi darmadağın oldu. Emily Burns adında bir kadın yüzünden kardeş kardeşe düştü.”

Artık Peder Cairns’ten nefret ediyordum. Kadınların ruhu olmadığından anneme bahsetmiş olsa eminim annem onun derisini yüzerdi. Ama Hayalet hakkında söyleyeceklerini merak ediyordum. Önce Meg’i öğrenmiştim ve şimdi de, Meg’den öncesinde Emily Burns adlı birine aşık olduğunu öğreniyordum. Çok şaşırmıştım ve daha fazlasını öğrenmek istiyordum.

“Bay Gregory, Emily Burns ile evlendi mi?” diye sormak istediğimi soruverdim.

“Tanrı’nın nazarında asla!..” diye yanıtladı rahip. “O Blackrod’dan geliyordu, yani ailemizin köklerinin bulunduğu yerden ve hâlâ da orada tek başına yaşıyor. Bazıları tartıştıklarını söylüyor , ama sorun her neyse, John Gregory en nihayetinde, eyaletin kuzeyinde tanışıp güneye getirdiği başka bir kadınla evlendi. Adı Margery Skelton’dı, tehlikeli bir cadıydı. Yerliler onu Meg olarak tanıyordu ve zaman içinde Anglezarke ve eyaletin güneyindeki kasaba ve köylerde korkulan, nefret edilen biri oldu.”

Hiçbir şey söylemedim. Şaşkına dönmemi beklediğini biliyordum. Şaşırmıştım da… Tüm bu anlattıkları beni şaşkına çevirmişti, ama Chipenden’da Hayalet’in günlüğünü okuduğum için en kötüsüne bile hazırlıklıydım.

Peder Cairns bir kez daha burnunu çekip öksürdü. “Altı kardeşinden hangisine ihanet ettiğini biliyor musun?”

Tahmin etmiştim bile. “Peder Gregory,” diye yanıtladım.

“Gregoryler gibi dindar ailelerde gelenekler, erkek çocuklardan birinin Kutsal Emir’e bağlanmasını söyler. John bu ilahi görevini bir kenara atınca, erkek kardeşlerinden biri onun yerini alıp rahiplik eğitimi görmeye başladı. Evet Thomas, bu Peder Gregory idi, yani bugün gömdüğümüz kardeşim. Nişanlısını ve abisini kaybetti. Tanrı’ya sığınmaktan başka ne yapabilirdi ki?”

İlk geldiğimde kilise neredeyse bomboştu, ama konuşurken, günah çıkarma odasının dışında sesler duymaya başladım. Ayak sesleri ve giderek yoğunlaşan fısıltılar duyuyordum. Aniden bir koro şarkı söylemeye başladı. Saat yediyi çoktan geçmiş ve güneş batmış olmalıydı. Bir mazeret bulup gitmeye karar verdim, ama tam ağzımı açmıştım ki Peder Cairns ayağa kalktı.

“Benimle gel Thomas. Sana bir şey göstermek istiyorum.”

Kapısını açıp çıktığını duydum. Onu takip ettim.

Eliyle işaret ederek beni mihraba çağırdı. Orada, basamakların üzerinde bir başka rahibin liderlik ettiği onlu, üç sıra oluşturmuş rahip yardımcısı çocuklardan oluşan bir koro duruyordu. Hepsi de siyah rahip pelerini ve beyaz keten önlük giymişlerdi.

Peder Cairns durup bandajlı elini sağ omzuma koydu.

“Onları dinle Thomas. Sesleri kutsal meleklerinki gibi değil mi?”

Daha önce bir meleği şarkı söylerken duymadığımdan yanıt veremedim, ama süt sağma işleminin sonuna yaklaştığımızda şarkı söylemeye başlayan babamdan iyi oldukları kesindi. Babamın sesi, sütü bozacak kadar kötüydü.

“Sen de bu koronun bir üyesi olabilirdin Thomas. Ama çok geç kaldın. Sesin kalınlaşmaya başlamış bile ve koroya katılma şansını kaybetmişsin.”

Bu konuda haklıydı. Çocukların çoğu benden küçüktü ve sesleri de erkek çocuklarınkinden ziyade kızlarınkine benziyordu. Zaten benim sesim de babamınkinden farklı sayılmazdı.

“Yine de yapabileceğin başka şeyler var. Bak, sana göstereyim…”

Mihrabın arkasındaki bir kapıdan geçerek bir koridora, sonra da katedralin arkasındaki bahçeye çıktık. Bahçeden ziyade bir tarla büyüklüğündeydi ve çiçeklerle güller yerine sebze yetiştiriliyordu.

Hava kararmaya başlamıştı bile ama hâlâ, uzaktaki akdiken çalılarıyla, hemen arkalarındaki mezar taşlarını görebilecek kadar ışık vardı. Ön planda dizlerinin üzerine çökmüş, elindeki bahçe çapasıyla ot yolan bir rahip vardı. Bu büyük bir bahçeydi ve çapa çok küçüktü.

“Bir çiftçi ailesinden geliyorsun Thomas. Çiftçilik güzel, dürüst bir meslek. Burada çalışırken kendini evindeymiş gibi hissedersin,” diyerek dizlerinin üzerindeki rahibi işaret etti.

Başımı iki yana salladım. “Rahip olmak istemiyorum!” dedim sertçe.

“Ah, sen asla rahip olamazsın!” dedi Peder Cairns. Sesinde şaşkınlık ve öfke vardı. “Artık rahip olamayacak kadar şeytana yakınlaşmışsın ve hayatının sonuna kadar da tekrar aynı yola sapmayasın diye yakından izlenmen gerekecek. Hayır, o adam birader.”

“Birader mi?” diye sordum,

“Böylesine büyük bir katedralde, rahiplere destek olan yardımcılar vardır. Onlara birader deriz, çünkü dinsel törenleri yönetemeseler de başka önemli görevleri vardır ve kilise ailesinin bir parçasıdırlar. Birader Peter bizim bahçıvanımız, üstelik işinde de çok iyi. Ne dersin Thomas? Birader olmak ister misin?”

Biraderlik hakkında her şeyi anlamıştım. Yedi çocuğun en küçüğü olarak, kimsenin yapmak istemediği işler bana verilmişti. Görünüşe bakılırsa burada da pek farklı değildi. Zaten benim bir işim vardı ve Peder Cairns’in şeytan ve Hayalet’le ilgili anlatmış olduklarına inanmamıştım. Beni biraz düşündürmüştü, ama içten içe bunun doğru olamayacağını biliyordum. Bay Gregory iyi bir adamdı.

Hava kararmaya ve soğumaya başlamıştı. Gitme vaktim gelmişti.

“Benimle konuştuğunuz için teşekkürler Peder,” dedim, “ama artık Bay Gregory’yi bekleyen tehlikeden bahsedebilir misiniz?”

“Zamanı gelince Thomas,” dedi gülümseyerek.

Bu gülümseme bana kandırıldığımı hissettirmişti. Hayalet’e hiçbir şekilde yardım etme niyeti olmadığını hissediyordum.

“Bana söyledikleriniz hakkında düşüneceğim, fakat artık geri dönmem lazım, yoksa akşam yemeğini kaçıracağım,” dedim. O an bunun iyi bir mazeret olduğunu düşünmüştüm. Zehir’le karşılaşmaya hazır olmam için oruç tuttuğumu biliyor olamazdı.

“Senin için burada akşam yemeğimiz var Thomas,” dedi Peder Cairns. “Hatta geceyi burada geçirmeni istiyoruz.”

Yan kapıdan iki rahip daha girmişti ve bize doğru yürüyorlardı. İri yarıydılar ve yüzlerindeki ifade hiç hoşuma gitmemişti.

Kaçabilecek fırsatım vardı, ama neler olacağını anlamadan kaçıp gitmek aptalca gelmişti.

Sonrasındaysa artık çok geçti, çünkü rahipler iki yanımda durup beni kollarımdan ve omuzlarımdan sıkıca tuttu. Karşı koymadım, çünkü anlamı yoktu. Elleri çok büyük ve ağırdı; aynı yerde uzun süre kalırsam yavaş yavaş toprağa gömüleceğimi hissediyordum. Ardından beni kilisenin malzeme deposuna götürdüler.

“Bu senin iyiliğin için Thomas,” dedi Peder Cairns, bizimle birlikte içeri girerken. “Sorgulayıcı bu akşam John Gregory’yi yakalayacak. Elbette ki bir mahkeme olacak, ama sonucu belli. Şeytan’la işbirliği yapmaktan suçlu bulunup yakılacak. Bu yüzden onun yanına dönmene izin veremem. Senin için hâlâ bir şans var. Daha genç bir çocuksun, ruhun yakılmadan da kurtarılabilir. Ama tutuklandığında onun yanında olursan sen de aynı kaderi paylaşırsın. Yani bunu iyiliğin için yapıyoruz.”

“Ama o kuzeniniz!” deyiverdim. “Aileden biri. Bunu nasıl yapabilirsiniz? Bırakın beni, gidip onu uyarmam lazım.”

“Uyarmak mı?” diye sordu Peder Cairns. “Onu uyarmaya çalışmadığımı mı sanıyorsun? Neredeyse tüm gençlik dönemi boyunca onu uyardım. Artık bedeninden çok, ruhunu düşünmem gerekiyor. Alevler onu temizleyecek. Acı çekerek ruhunu kurtarabilir. Bunu anlamıyor musun? Ona yardım ediyorum Thomas. Bu dünyadaki kısa yaşamımızdan çok daha önemli şeyler var.”

“Ona ihanet ettiniz! Kendi kanınız ve canınızdan birine. Sorgulayıcı’ya burada olduğumuzu söylediniz.” “İkinizin değil, sadece John’un… Hadi bize katıl Thomas. Ruhun duayla arınacaktır ve yaşamın da artık tehlikede olmaz. Ne diyorsun?”

Haklı olduğuna bu kadar emin olan biriyle tartışmak anlamsızdı, bu yüzden nefesimi harcamadım. Beni katedralin kasvetli kısımlarına doğru götürürlerken yalnızca ayak seslerimizin yankısıyla anahtarların şıkırtısını duyuyorduk.

Joseph Delaney

  1. Kitap Hayaletin Çırağı
  2. Kitap Hayaletin Laneti

Hayaletin Laneti 1. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 2. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 3. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 4. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 5. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 6. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 7. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 8. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 9. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 10. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 11. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 12. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 13. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 14. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

 

 

Exit mobile version