Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 16. Bölüm

Alice İçin Bir Çukur

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 16. Bölüm “Alice İçin Bir Çukur”

Sonunda, akşam güneş batarken yaylalar tam karşımızdaydı ve çok geçmeden ağaçların arasından, Hayalet’in evine doğru tırmanmaya başladık. İzlediğimiz patika Chipenden köyünden geçmiyordu.

Giriş kapısının hemen önünde durdum. Hayalet yirmi adım kadar geride, eve sanki ilk kez görmüş gibi bakıyordu.

Alice’e dönüp, “Gitsen iyi olur,” dedim.

Alice başını salladı. Hayalet’in evcil öcüsüyle uğraşmamız da gerekiyordu. Evi ve çevresini koruyordu. Kapıdan içeri bir adım atar atmaz çok büyük bir tehlike altına girerdi.

“Sen nerede kalacaksın?” diye sordum.

“Benim için endişelenme. Ve Zehir’e ait olduğumu falan da düşünme. Aptal değilim. Bunun olması için onu iki kez daha çağırmalıyım, öyle değil mi? Hava henüz o kadar soğuk değil, yani birkaç gün yakınlarda bir yerde kalabilirim. Belki Lizzie’nin evinin kalıntılarında. Sonra herhalde Pendle’a giderim. Başka ne yapabilirim ki?”

Alice’in Pendle’da hâlâ ailesi vardı, ama onlar cadıydı. Aksini iddia etse de Alice artık karanlığa aitti. Kendini en rahat hissedeceği yer orasıydı.

Tek kelime etmeden dönüp karanlığa doğru ilerledi. Gözden kaybolana kadar üzgün bir şekilde onu izledim, sonra dönüp kapıyı açtım.

Hayalet beni takip ederek içeriye girdi. Mutfağa yöneldim. Şöminede ateş yanıyordu ve iki kişilik bir masa hazırlanmıştı. Öcü bizi bekliyor olmalıydı. Hafif bir akşam yemeğiydi, sadece iki kap bezelye çorbasıyla kalınca ekmek dilimleri… Uzun yürüyüşümüzden sonra epey acıktığımdan hemen yemeye koyuldum.

Hayalet bir süre öylece oturup dumanı tüten çorbasına baktıktan sonra bir dilim ekmek alıp içine attı.

“Çok zor oldu evlat. Ve evde olmak güzel,” dedi.

Yeniden konuşuyor olmasına öyle çok şaşırmıştım ki neredeyse sandalyemden düşecektim.

“Daha iyi misiniz?” diye sordum.

“Evet evlat, kendimi çok daha iyi hissediyorum. İyi bir uyku da çekersem hiçbir şeyim kalmaz. Annen iyi bir kadın. Eyalette iksirleri onun gibi bilen yok.”

“Hiç bir şey hatırlamayacağınızı sanıyordum,” dedim. “Öyle uzak görünüyordunuz ki.
Sanki uyurgezerdiniz.”

“Onun gibi bir şeydi evlat. Her şeyi görebiliyor ve duyabiliyordum ama sanki gerçek değildi. Adeta bir kâbusun içindeydim. Ve konuşamıyordum. Kelimeleri bulamıyordum. Dışarıda öylece durup bu eve bakarken yeniden kendimi buldum. Gümüş Kapı’nın anahtarı hâlâ sende mi?”

Şaşırmış bir şekilde sol arka cebime uzanıp anahtarı çıkardım, Hayalet’e uzattım.

“Çok soruna yol açtı,” diyerek anahtarı elinde çevirdi. “Ama durumu göz önünde bulunduracak olursak iyi iş çıkardın.”

Gülümsedim, kendimi günlerdir olmadığım kadar mutlu hissediyordum, ama ustam yeniden konuştuğunda sesi çok sertti.

“Kız nerede?” diye çıkıştı.

“Herhalde çok uzakta değildir,” diye itiraf ettim.

“Neyse, onunla sonra ilgileniriz.”

Yemek boyunca Alice’i düşündüm. Ne yiyecekti? Tavşan yakalama konusunda çok iyiydi, yani aç kalmazdı. Sorunlardan biri böylece çözüldü. Ancak ilkbaharda, Kemikli Lizzie bir çocuğu kaçırdıktan sonra, köyden gelen erkekler evini ateşe vermişlerdi ve yıkıntılar sonbaharda pek fazla bir koruma sağlamazdı. Yine, Alice’in de söylediği gibi, hava henüz soğumamıştı. Hayır, onun için en büyük tehdit Hayalet’ti.

Yılın ılık geçen son gecesini yaşadık. Ertesi sabah havada hissedilir bir serinlik vardı. Rüzgâr giderek şiddetlenirken Hayalet’le birlikte yaylalara bakan bankta oturuyorduk. Yapraklar dökülmeye başlamıştı. Yaz artık hepten sona ermişti.

Defterimi çıkarmıştım bile, ama Hayalet derse başlamak için acele etmiyordu. Sorgulayıcı’yla yaşadıklarını henüz atlatamamıştı. Kahvaltıda çok az konuşmuş ve zamanın çoğunu boşluğa bakarak, derin düşünceler içindeymiş gibi geçirmişti.

En sonunda sessizliği bozan ben oldum. “Zehir artık özgür olduğuna göre neyin peşinde? Eyalete ne yapacak?”

“Bunun yanıtı kolay,” dedi Hayalet. “Hepsinden öte daha büyük ve daha güçlü olmak istiyor . Böylece saçacağı dehşetin sınırı olmaz. Tüm eyaletin üzerine bir kötülük bulutu gibi çökecek. Ve hiçbir canlı ondan gizlenemeyecek. Güçlerini tamamlayana kadar kan içip zihin okumaya devam edecek. Yeraltında bir yerlerde gizlenmesi gerektiğinde, gün ışığında dolaşabilen insanların gözlerinden görecek. Daha önce sadece katedraldeki rahipleri kontrol edip etkisini Priestown’da gösterirken, artık eyalette hiçbir yer güvenli olmayacak.

“Bir sonraki hedefi Caster olabilir . Ama Zehir önce küçük bir köyü ele geçirip bir uyarı olarak, sadece yapabileceklerini göstermek için köydeki herkesi presleyerek öldürebilir! Heys’i ve ondan önceki kralları bu şekilde kontrol etmişti. İtaatsizlik, bütün bir topluluğun preslenmesi anlamına geliyordu.”

“Annem onun Alice’i arayacağını söyledi,” dedim üzgün bir şekilde.

“Bu doğru evlat! Şu senin aptal arkadaşın Alice. Gücünü yeniden kazanmak için ona ihtiyacı var . Ona kanından verdi, yani hâlâ özgür olmasına rağmen hızla tamamen onun
kontrolü altına girmeye doğru ilerliyor . Bunu engelleyecek bir şey olmazsa, Zehir’in bir parçası haline gelir ve özgür iradesinden eser kalmaz. Küçük parmağımı oynattığım kadar rahat bir şekilde onu hareket ettirebilir , kullanabilir . Zehir bunu biliyor , ondan bir kez daha beslenebilmek için elinden geleni yapacaktır. Şu an onu arıyordur.”

“Ama Alice güçlü biri,” diye itiraz ettim. “Hem, Zehir’in kadınlardan korktuğunu düşünüyordum. Sizi kurtarmaya çalışırken yeraltı mezarlarında Zehir’le karşı karşıya geldik. Beni kandırmak için sizin kılığınıza girmişti.”

“Demek söylentiler doğru; aşağıdayken fiziksel bir biçim almayı öğrenmiş.”

“Evet, ama Alice ona tükürünce kaçıp gitti. Belki bunu yapmaya devam edebilir.”

“Evet, Zehir kadınları kontrol etmekte daha çok zorlanıyor . Kadınlar onu endişelendiriyor , çünkü inatçılar ve çoğu zaman ne yapacakları önceden kestirilemiyor . Ama bir dişinin kanını emerse işler değişiyor . Artık Alice’in peşindedir ve ona huzur vermeyecektir . Rüyalarına girip sahip olabileceği şeyleri gösterecektir –sadece istemesiyle onun olabilecek şeyleri– onu bir kez daha çağırma ihtiyacı duyana dek. Kuzenimin, Zehir’in kontrolü altında olduğuna hiç şüphe yoktu. Yoksa bana asla böyle ihanet etmezdi.”

Hayalet sakalını kaşıdı. “Evet, Zehir büyüyecek, büyüyecek ve eyalette her şey yozlaşana dek başkalarını kullanarak kötülük yapmasına engel olabilecek hiçbir şey olmayacak. Küçük İnsanlar’a da olan buydu, ta ki en sonunda umutsuz önlemler alınana kadar … Zehir’in tam olarak nasıl bağlandığını öğrenmemiz lazım; hatta daha da iyisi, nasıl öldürülebileceğini… Bu yüzden Heysham’a gitmeliyiz. Orada büyük bir tepe var , mezarlık tepesi ve Heys’le oğullarının bedenleri hemen yakınındaki taş mezarlarda.

Gücümü toplar toplamaz oraya gideceğiz. Senin de bildiğin gibi çok kötü bir şekilde ölenler , bazen bu dünyayı terk etme konusunda sorun yaşayabiliyor . Biz de bu yüzden o mezarları ziyaret edeceğiz. Eğer şanslıysak oradan ayrılamayan birkaç hortlak vardır . Hatta belki Zehir’i bağlayan Naze’in hortlağı da aralarındadır . Bu bizim tek şansımız olabilir evlat, çünkü dürüst olmak gerekirse, şu anda bu işi nasıl halledebileceğimiz hakkında en ufak bir fikrim yok.”

Hayalet konuşmasını bitirince başını öne eğdi. Çok üzgün ve endişeli görünüyordu. Daha önce onu bu kadar üzgün görmemiştim.

“Oraya daha önce gittiniz mi?” diye sordum, o hortlaklarla konuşularak bu dünyadan ayrılmalarının neden sağlanmadığını merak ediyordum.

“Evet evlat, bir kez… Oraya bir çırak olarak gittim. Ustam oraya, kıyıya musallat olan baş belası bir deniz gulyabanisinin üstesinden gelmeye gitmişti. Bunu hallettikten sonra kayalıkların üstündeki tepede mezarların yanından geçtik ve orada bir şeyler olduğunu anlamıştım, çünkü sıcak yaz gününde hava aniden çok soğumuştu. Ustamın yürümeye devam ettiğini görünce neden durup bir şeyler yapmadığını sormuştum.

‘Onları rahat bırak,’ dedi bana. ‘Kimseye zararları yok. Hem, bazı hortlaklar bir görevi yerine getirmek için bu dünyadadır . Yani onları rahat bırakmak en iyisi.’ O zaman ne söylemek istediğini bilmiyordum, ama her zamanki gibi haklıydı.”

Ustamı bir çırak olarak hayal ettim. Benden çok daha büyüktü, çünkü öncesinde rahiplik
eğitimi almıştı. Bu kadar ileri yaşta bir çırağı kabul eden ustasının nasıl biri olduğunu düşündüm.

“Her neyse,” dedi Hayalet, “çok yakında Heysham’a gideceğiz, ama bundan önce yapılması gereken başka bir şey var. Ne olduğunu biliyor musun?”

Titredim. Ne söyleyeceğini biliyordum.

“Kızın icabına bakmalıyız, bu yüzden nerede saklandığını bilmemiz gerekiyor . Lizzie’nin evinin kalıntısında olduğunu tahmin ediyorum. Sen ne düşünüyorsun?” diye sordu Hayalet.

Buna katılmadığımı söyleyecektim, ama bana öyle sert bir bakış attı ki bakışlarımı yere çevirmek zorunda kaldım. Ona yalan söyleyemezdim.

“Herhalde orada kalıyordur,” diye itiraf ettim.

“Evet evlat, orada daha fazla kalamaz. Herkes için bir tehlike oluşturuyor . Bir çukura girmek zorunda. Ve bu, ne kadar çabuk olursa o kadar iyi. Yani kazmaya başlasan iyi olur…”

Duyduklarıma inanamayarak ona baktım.

“Bak, evlat, bu zor ama yapılması gerekiyor . Bizim görevimiz eyaleti herkes için güvenli bir yer haline getirmek ve o kız daima bir tehdit olacak.”

“Ama bu adil değil!” dedim. “O senin hayatını kurtardı! Baharda da benim hayatımı kurtarmıştı. Yaptığı her şeyin sonu iyi oldu. Niyeti hep iyiydi.”

Hayalet beni susturmak için elini kaldırdı. “Nefesini harcama!” diye emrederken yüz ifadesi çok sertti. “Yakılmaya engel olduğunu biliyorum. Birçok hayat kurtardığını da biliyorum, buna benimki de dahil. Ama o Zehir’i serbest bıraktı ve o pisliğin istediği gibi kötülük yapabilmesindense ölmeyi tercih ederdim. Şimdi beni takip et de şu işi halledelim!”

“Ama eğer Zehir’i öldürürsek Alice serbest kalır! Bir şansı daha olur!”

Hayalet’in yüzü hiddetten kıpkırmızı kesildi ve konuştuğunda ses tonu tehditkârdı:

“Hizmetkâr yaratık büyüsü kullanan bir cadı her zaman tehlikelidir . Zamanla, olgunlaştığında, kemik ya da kan kullananlardan çok daha öldürücü bir hal alır . Ama genellikle sadece bir yarasa ya da bir kurbağadır . Küçük ve zayıf bir yaratık giderek daha da güçlenir . Ama o kızın yaptığını bir düşün! Zehir’i serbest bıraktı! Ve Zehir’in onun iradesine bağlı olduğunu düşünüyor!

O zeki, gözü kara ve cesaret etmeyeceği hiçbir şey yok. Ve evet, aynı zamanda kibirli de! Ama Zehir ölse bile her şey bitmez. Eğer kontrol edilmeden büyüyüp bir kadın haline gelirse eyaletin şimdiye dek gördüğü en tehlikeli cadı olacaktır! Çok geç olmadan onun üstesinden gelmeliyiz. Ben ustayım; sen çıraksın. Beni takip et ve denileni yap!”

Sözlerini tamamladıktan sonra arkasını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Tüm umutlarım yıkılmış bir şekilde onu eve kadar takip edip kürekle ölçüm çubuğunu aldım. Direk olarak doğu tarafındaki bahçeye gittik ve orada, Kemikli Lizzie’nin karanlık çukurunun elli adım kadar uzağına iki buçuk metre derinliğinde, boyu ve genişliği birer buçuk metrelik bir çukur kazmaya başladım.

Hayalet’in tatmin olacağı şekilde çukuru tamamladığımda güneş batmıştı. Tedirgin bir şekilde çukurdan çıktım, Kemikli Lizzie’nin de fazla uzakta olmayan kendi çukurunda olduğunu biliyordum.

“Bu şimdilik idare eder ,” dedi Hayalet. “Yarın köye inip ölçüm yapması için duvarcıyı çağır.”

Duvarcı, çukurun çevresine taş ve betondan oluşan bir duvar hazırlayacaktı ve kaçışa imkân vermemek için içine on üç güçlü demir çubuk yerleştirilecekti. Duvarcı çalışırken evcil öcünün ona zarar vermemesi için Hayalet’in de orada bulunması gerekiyordu.

Ağır adımlarla eve dönerken ustam kısa bir süreliğine elini omzuma koydu. “Sen görevini yaptın evlat. Senden istenebilecek her şey bu ve şu ana dek annenin senin hakkında vadettiklerini çoktan aştın bile…”

Şaşkınlık içinde ona baktım. Annem ona şimdiye dek eğittiği en iyi çırak olacağımı yazan bir mektup göndermişti, ama ustam bunun söylenmesinden pek hoşlanmamıştı.

“Bu şekilde devam edersen,” diye konuşmaya devam etti, “emekli olmam gereken gün geldiğinde eyaleti emin ellere teslim edeceğime inancım tam. Umarım bu kendini biraz daha iyi hissetmeni sağlar.”

Hayalet övgü konusunda her zaman gönülsüzdü, ondan bunları duymak gerçekten çok özel bir durumdu. Sanırım sadece beni neşelendirmeye çalışıyordu, ama ne çukuru ne de Alice’i aklımdan çıkaramıyordum ve korkarım övgüleri işe yaramamıştı.

O gece uyumakta zorlandım, yani bu olay gerçekleştiğinde uyanıktım.

Önce bir fırtına patladığını düşündüm. Bir gümbürtü ve ıslığa benzer bir ses duyuldu ve koca ev, sanki güçlü bir rüzgâr tarafından hırpalanıyormuş gibi sallanıp titremeye başladı. Bir şey büyük bir hızla camıma çarptı ve camın çatladığını duydum. Endişelenerek yatakta doğrulup perdeleri açtım.

Geniş, kanatlı pencere, eğri büğrü sekiz kalın cama bölünmüştü ve bu yüzden dışarısı pek iyi görünmezdi; ama o gece yarımay olduğundan ağaçların tepesini görebiliyordum ve sanki gövdeleri sinirli bir devler ordusu tarafından sallanıyormuşçasına eğilip bükülüyordu. Ve o kalın pencere camlarından üçü çatlamıştı. Bir an için olan biteni görebilmek için kanattaki ipi kullanarak pencereyi yarıya kadar açmak istedim. Ama sonra vazgeçtim. Ay ışıl ışıldı, yani bir fırtına olma ihtimali azdı. Bir şey bize saldırıyordu. Bu, Zehir olabilir miydi? Bizi bulmuş muydu?..

Sonra, başımın hemen üzerinden yüksek bir darbe ve parçalanma sesi geldi. Sanki bir şey çatıya hızla vuruyor , güçlü yumruklar indiriyordu. Kiremitlerin yerlerinden fırlayıp batı tarafındaki çimenliğin sınırlarını belirleyen döşemenin üzerine düştüğünü duydum.

Hızla giyinip merdivenleri ikişer ikişer atlayarak aşağı indim. Arka kapı açıktı ve çimenliğe, rüzgârın en sert estiği yere çıktım. Rüzgâr öyle kuvvetliydi ki; değil adım atmak, nefes almak bile güçtü. Ama yine de kendimi zorlayıp yavaş adımlarla ilerlerken yüzüme çarpan rüzgâra karşın gözlerimi açık tutmaya çalıştım.

Ay ışığında, ağaçlarla evin arasında duran Hayalet’i görebiliyordum. Siyah pelerini şiddetli rüzgârda dalgalanıyordu. Bir darbeyi savuşturmaya hazırlanırmışçasına asasını önünde havaya kaldırmıştı. Yanına varmam çok uzun sürdü.

“Bu nedir? Bu nedir?” diye bağırdım, en sonunda yanına ulaşınca.

Sorumun yanıtı hemen geldi, ama Hayalet’ten değil. Korkunç, tehditkâr bir ses duyuldu; kilometrelerce uzaktan duyulabilecek, sinirli bir çığlıkla hırıltılı bir gürleme arası bir sesti. Hayalet’in öcüsüydü bu. Bu sesi daha önce baharda, Kemikli Lizzie’nin beni batıdaki bahçede kovalamasına engel olduğunda duymuştum. Yani ağaçların arasındaki karanlığın içinde bir yerde evi ve bahçeleri tehdit eden bir şeyle çarpıştığını biliyordum.

Zehir’den başka ne olabilirdi ki?

Öylece durup korku ve soğuktan titredim. Dişlerim birbirine çarpıyor , vücudum rüzgârın şiddetiyle zonkluyordu. Ama çok geçmeden rüzgâr yavaşladı ve yavaş yavaş her şey sessiz ve sakin bir hal aldı.

“Eve dön,” dedi Hayalet. “Sabah olana dek burada yapılabilecek bir şey yok.” Arka kapıya vardığımızda durup döşemenin üzerindeki karo parçalarına baktım.

“Bu Zehir miydi?” diye sordum.

Hayalet başını salladı. “Bizi bulması fazla uzun sürmedi, öyle değil mi?” dedi bu kez başını iki yana sallayarak. “Bunun kızın suçu olduğuna hiç şüphe yok. Önce onu bulmuş olmalı. Ya da Alice onu yeniden çağırmış.”

“Bunu bir daha yapmaz,” diyerek Alice’i savunmaya çalıştım. “Öcü bizi kurtardı mı?”

“Evet, şimdilik; bunun neye mal olduğunu sabah anlayabileceğiz. Ama bunu ikinci kez başarabileceğine iddiaya girmezdim. Burada nöbet tutacağım,” dedi Hayalet. “Odana gidip biraz uyumaya çalış. Yarın her şey olabilir, bu yüzden aklının başında olması lazım.”

Joseph Delaney

  1. Kitap Hayaletin Çırağı
  2. Kitap Hayaletin Laneti

Hayaletin Laneti 1. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 2. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 3. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 4. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 5. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 6. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 7. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 8. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 9. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 10. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 11. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 12. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 13. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 14. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 15. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 16. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

 

Exit mobile version