Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 15. Bölüm “Gümüş Zincir”
Aşağı indiğimde annem geri dönmüştü bile. Hayaletin nasıl olduğunu, onun için neler yaptığını sormak için sabırsızlanıyordum, ancak buna fırsatım olmadı. Mutfak penceresinden Jack’le Ellie’nin bahçeden eve doğru yürüdüklerini görmüştüm. Bebekleri, Ellie’nin kucağındaydı.
“Ustan için yapabileceğim her şeyi yaptım oğlum,” diye fısıldadı annem, tam Jack kapıyı açmadan önce. “Akşam yemeğinden sonra konuşuruz.”
Jack beni görünce bir an için kapı eşiğinde donakaldı, yüzünde birçok farklı ifade vardı. En sonunda gülümseyip bana doğru yürüdükten sonra kolunu omzuma koydu.
“Seni görmek güzel Tom,” dedi.
“Chipenden’a doğru giderken buradan geçiyordum,” dedim. “Uğrayıp nasıl olduğunuzu görmek istedim. Babamın bu kadar hasta olduğunu bilseydim daha önce gelirdim…”
“Şu anda iyileşiyor,” dedi Jack. “Önemli olan bu.”
“Ah, evet Tom, artık çok daha iyi,” diye onayladı Ellie. “Birkaç haftaya hiçbir şeyi kalmaz.”
Annemin yüzündeki üzgün ifadenin, tam tersini söylediğini görebiliyordum. Gerçek şu ki babam önümüzdeki ilkbaharı görürse çok şanslıydı. Bunu annem de, ben de biliyorduk.
Akşam yemeğinde herkes suskundu, annem bile. Herkesin bu kadar sessizleşmesinin nedeni benim orada olmam mı, yoksa babamın hastalığı mı bilemiyordum, ama yemek boyunca Jack bana başını sallamaktan ötesini yapamıyor gibiydi ve konuştuğundaysa yalnızca iğneleyici birtakım şeyler söylüyordu.
“Solgun görünüyorsun Tom,” dedi. “Karanlıkta gezindiğinden olsa gerek. Sana iyi gelmiyor olmalı.”
“Zalimlik yapma Jack!” diye çıkıştı Ellie. “Her neyse, Mary’miz hakkında ne düşünüyorsun? Geçen hafta vaftiz edildi. En son gördüğünden bu yana çok büyümüş, değil mi?”
Gülümseyerek başımla onayladım. Bebeğin bu kadar büyümüş olmasına çok şaşırmıştım. Artık buruş buruş, al yüzlü değil; oldukça toplu, güçlü kol ve bacakları ve dikkatli yüz ifadesiyle cin gibi bir bebekti. Ellie’nin dizinden aşağı inip mutfak zemininde emeklemeye hazır görünüyordu.
Pek aç değildim, ama annem tabağıma büyükçe bir porsiyon et ve patates yahnisi koyar koymaz yemeye başladım.
Yemeği henüz bitirmiştik ki annem Jack ve Ellie’ye bakarak gülümsedi. “Tom’la konuşmak istediğim bir şey var ,” dedi. “Neden ikiniz de yukarı çıkmıyorsunuz? Hem böylece bir kez olsun erken yatabilmiş olursunuz. Ve Ellie, bulaşıkları boş ver . Ben hallederim.”
Tencerede hâlâ biraz yahni vardı ve Jack’in önce oraya, sonra anneme baktığını gördüm. Ama Ellie ayağa kalkınca Jack de yavaşça onu takip etti. Hoşnut olmadığını görebiliyordum.
“Sanırım önce köpekleri alıp sınır çitini şöyle bir dolaşacağım,” dedi. “Dün gece bir tilki vardı.”
Onlar odadan çıkar çıkmaz sormak için sabırsızlandığım soruyu sordum:
“O nasıl anne? Bay Gregory iyileşecek mi?”
“Onun için elimden geleni yaptım,” dedi annem. “Ama baştaki yaralar genellikle kendi kendilerini iyileştirir. Bunu yalnız zaman gösterir. Onu Chipenden’a ne kadar çabuk götürürsen o kadar iyi olur. Burada kalabilirdi, ama Jack’le Ellie’nin hassasiyetlerine saygı göstermem gerekiyor.”
Başımı sallayıp üzgün bir şekilde masaya baktım.
“Bir tabak daha yiyebilir misin Tom?” diye sordu annem.
İkinci kez sorulmasına gerek yoktu ve yemeğe başladığımda annem gülümsedi. “Yukarı çıkıp baban nasıl bir bakacağım,” dedi.
Çok geçmeden aşağı indi. “İyi,” dedi. “Yine uykuya dalmış.”
Tam karşıma oturup yemek yememi izlerken yüzü ciddileşmişti. “Alice’in parmaklarındaki yaralar?.. Zehir kanını oradan mı almış?”
Başımla onayladım.
“Tüm bu olanlardan sonra ona güveniyor musun?” diye sordu aniden.
Omuz silktim. “Ne yapacağımı bilmiyorum. Karanlığa kaydı, ama o olmasaydı Hayalet ve daha başka birçok masum insan ölürdü.”
Annem iç çekti. “Bu çok karışık bir iş ve yanıtların netleştiğini sanmıyorum. Keşke seninle gelip ustanı Chipenden’a götürmene yardım edebilseydim, çünkü bu kolay bir yolculuk olmayacak; ama babanı bırakamam. İyi bakılmazsa hastalık nüksedebilir ve bu riski göze alamam.”
Bir parça ekmekle tabağımı sıyırdıktan sonra sandalyemden kalktım.
“Gitsem iyi olur anne. Burada ne kadar uzun kalırsam sizi de o kadar çok tehlikeye sokarım. Sorgulayıcı böyle kaçıp gitmemize asla izin vermez, mutlaka peşimize düşmüştür. Ve artık Zehir serbest kalıp Alice’in kanını emdiğine göre onun buraya gelmesini göze alamam.”
“Bu kadar acele etme,” dedi annem. “Yolda yemen için ekmekle salam keseyim.”
“Teşekkürler anne.”
Annem ekmeği dilimlerken ona bakıp daha çok kalabilmeyi diledim. Yeniden evde olmak çok güzel olurdu, bir geceliğine dahi olsa.
“Tom, cadılarla ilgili derslerinde Bay Gregory hizmetkâr yaratık kullananlardan söz etti mi?”
Başımı evet dercesine salladım. Farklı tür cadılar güçlerini farklı yollarla elde ediyordu. Kimisi kemik büyüsü kullanırken, bazıları kan büyüsü kullanıyordu; yakın bir zamanda da bana daha tehlikeli üçüncü bir türden söz etmişti. Bunlar ‘hizmetkâr yaratık büyüsü’ kullananlardı. Kanlarını bir yaratığa veriyorlardı. (Bu bir kedi, bir kurbağa hatta bir yarasa bile olabilirdi.) Bunun karşılığında o yaratık, cadının gözü ve kulağı oluyor ve ne isterse yapıyordu. Bazen bu yaratıklar öylesine güçleniyordu ki, cadılar neredeyse tamamen onun kontrolü altına giriyor, kendi iradeleri ya azalıyor ya da tamamen yok oluyordu.
“İşte Alice’in şu anda yaptığını düşündüğü şey bu, Tom; hizmetkâr yaratık büyüsü kullanmak. O yaratıkla bir anlaşma yapmış ve istediğini elde etmek için onu kullanıyor . Ama tehlikeli bir oyun oynuyor oğlum. Eğer dikkatli olmazsa onun kontrolü altına girebilir ve bu da ona asla güvenemeyeceğin anlamına gelir . En azından Zehir hayatta olduğu sürece.”
“Bay Gregory onun güçlendiğini söyledi anne. Çok yakında kanlı canlı bir varlık haline gelip gerçek biçimini alabilecekmiş. Onu yeraltı mezarlarında gördüm. Hayalet’in görüntüsüne bürünmüştü ve beni kandırmaya çalıştı. Yani orada giderek güçlenmiş olduğu çok açık.”
“Bu doğru ama olanlar onu az da olsa geriletmiş olmalı. Zehir bu kadar uzun süredir bağlı kaldığı bir yerden çıkarken enerjisinin çoğunu kullanmış olmalı. Yani şimdilik aklı karışmış ve kayıp bir haldedir, muhtemelen ete kemiğe bürünecek kadar gücü olmayan bir ruh halindedir. Ve Alice’le yapmış olduğu kan anlaşması tamamlanmadan tüm gücüne kavuşamayacaktır.”
“Alice’in gözlerinden görebilir mi?” diye sordum.
Bu düşünce dehşet vericiydi. Alice’le birlikte karanlıkta yola çıkmak üzereydim. Zehir’in başımla omuzlarımdaki ağırlığının hissini, preslenmek üzere oluşumu ve sonumun gelmesini beklediğimi anımsadım. Belki de gün ağarana kadar beklemek daha güvenliydi…
“Hayır, henüz değil oğlum. Alice, ona kanını ve özgürlüğünü verdi. Karşılığında üç kez itaat etme sözü almış olmalı, ama her defasında daha çok kan isteyecektir. Yakılmadan önce onu besledikten sonra zayıf düşmüş olmalı ve karşı koymak giderek güçleşecektir. Onu bir kez daha beslerse gözlerinden görebilir. En son besleyişinden sonraysa tamamen ona ait olacaktır ve asıl biçimine dönme gücüne sahip olur. Ve o zaman Alice’i kurtarmak için kimse bir şey yapamaz,” dedi annem.
“Yani her neredeyse Alice’i arayacaktır öyle mi?”
“Evet oğlum, ama kısa bir süre için, Alice onu çağırmadıkça onu bulma olasılığı çok düşük; özellikle de Alice hareket halindeyken. Eğer aynı yerde uzun bir süre kalırsa Zehir’in onu bulma şansı artar. Her gece daha da güçlenecektir, özellikle başka kurbanlar bulabilirse. Her tür kan işe yarar, hayvan ya da insan fark etmez. Karanlıkta tek başına dolaşan birini dehşete düşürmek çok kolay olur. İradesi kolay kırılır. Çok geçmeden Alice’i bulur ve sonra hep onun yakınında olur. Tabi yeraltında geçireceği gündüz saatleri dışında, karanlığa ait yaratıklar hava aydınlıkken nadiren yukarı çıkar. Ama artık Zehir serbest olduğuna ve güçlendiğine göre karanlık çöktüğünde eyaletteki herkes korkmalı.”
“Tüm bunlar nasıl başladı Anne? Bay Gregory’nin anlattıklarına göre Küçük İnsanlar’ın kralı Heys, oğullarını Zehir’e kurban etmek zorundaymış ve bir şekilde son oğlu onu bağlamayı başarmış.”
“Bu çok üzücü ve korkunç bir hikaye,” dedi annem. “Kralın oğullarına olanları düşünmek bile korkunç. Ama sanırım neyle karşı karşıya olduğunu anlaman için bunları bilmen gerekiyor . Zehir, Heysham’ın tepelerinde, ölülerin kemiklerinin arasında yaşıyordu. Önce en büyük oğulu oraya götürüp bir oyuncak gibi kullandı. Acı ve çaresizlikten tükenene dek zihnindeki tüm düşünce ve rüyaları tek tek aldı. Ve sonra her oğulla aynı şey tekrarlandı. Babalarının neler hissettiğini bir düşünsene! O bir kraldı, ama yine de elinden hiçbir şey gelmiyordu.”
Annem üzgün bir şekilde iç çekti. “Heys’in hiçbir oğlu bu işkenceye bir aydan fazla dayanamadı. Üçü yakınlardaki kayalıklardan atlayıp paramparça oldu. İkisi yemek yemeyi reddederek eriyip gitti. Altıncı ise denize atlayıp yüzmeye başladı, ta ki gücü tükenip de boğulana dek… Cesedi bahar akıntılarıyla birlikte kıyıya vurdu. Altısı da kayaları oyarak yapılan taş mezarlarda yatıyor. Altı oğlu da öldükten sonra üzüntüsünden ölen babaları da bir başka mezarda yatıyor. Yani sadece en küçük oğlu Naze, yedinci oğlu, ondan uzun yaşamış.
Kral da yedinci oğuldu, yani Naze de tıpkı senin gibiydi ve bu doğal yetenek onda da vardı. Naze, ırkına göre dahi küçüktü, ama damarlarında eskilerin kanı çok güçlü akıyordu. Bir şekilde Zehir’i bağlamayı başardı, fakat bunu nasıl yaptığını kimse bilmiyor. Ustan bile… Sonra yaratık, Naze’i oracıkta öldürdü, onu kayaların üzerine presledi. Yıllar sonra Zehir, nasıl oyuna getirildiğini hatırlatan Naze’in kemiklerini küçük parçalar haline getirip Gümüş Kapı’dan dışarı itti. Böylece en sonunda Naze’in halkı ona düzgün bir cenaze töreni yapabildi. Ondan geriye kalanlar da Heysham’da, kralın adıyla anılan taş mezarlarda.”
Bir süre sessiz kaldık. Korkunç bir hikayeydi.
“Peki, şimdi yeniden serbest kaldığına göre onu nasıl durdurabiliriz?” diye sorarak sessizliği bozdum. “Onu nasıl öldürebiliriz?”
“Bunu ustana bırak Tom. Sadece ona Chipenden’a dönmesi ve iyileşmesi için yardım et yeter. Ne yapılması gerektiğini o düşünecektir. En kolayı onu tekrar bağlamak olacaktır, ama o zaman bile kötülük yapmaya devam edebilecektir, tıpkı son yıllarda giderek arttırdığı kötülükleri gibi. Eğer daha önce yeraltı mezarlarında ete kemiğe bürünebildiyse, bunu yeniden yapabilecek demektir ve çok geçmeden, gücü arttıkça asıl biçimine dönerek Priestown’a ve eyalete dehşet saçacaktır. Yani bağlandığında daha güvenli olsak da bu kesin bir çözüm değil. Ustanın onu nasıl öldürebileceğini öğrenmesi gerek, hepimizin iyiliği için.”
“Peki ya iyileşmezse?”
“Umalım da iyileşsin, çünkü senin şu anki eğitiminden çok daha fazlası gerekli. Bak oğlum, Alice nereye giderse, başkalarına zarar vermek için onu kullanacaktır, yani ustanın Alice’i bir çukura kapatmaktan başka şansı olmayabilir.”
Annem endişeli görünüyordu, aniden durup elini alnına götürdü ve başına bir ağrı saplanmış gibi gözlerini sıkıca yumdu.
“İyi misin anne?” diye sordum, endişeli bir şekilde.
Başını sallayıp güçsüz bir şekilde gülümsedi. “Oğlum, sen bir süre otur. Yanında götürmen için bir mektup yazmam gerekiyor.”
“Mektup mu? Kime?”
“Bitirdiğimde daha uzun konuşuruz.”
Annem masada mektubu yazarken ben de ateşin yanındaki sandalyeye oturup korlara baktım. Sürekli olarak ne yazdığını düşünüyordum. Mektubu tamamlayınca sallanan sandalyesine oturup zarfı bana uzattı. Mühürlenmişti ve üzerinde şunlar yazılıydı:
En genç oğluma, Thomas J. Ward’a
Şaşırmıştım. Bunun, Hayalet’in iyileştiğinde okuması için yazdığı bir mektup olduğunu düşünmüştüm.
“Neden bana yazıyorsun anne? Neden söylemek istediklerini şimdi söylemiyorsun?”
“Çünkü yaptığımız her ufak şey değişikliklere neden olur oğlum,” dedi annem, elini yavaşça sol kolumun üzerine koyarken. “Geleceği görmek tehlikelidir, gördüklerini paylaşmaksa bu tehlikeyi iki katına çıkarır. Ustan kendi yolunu izlemeli. Kendi yolunu bulmalı. Her birimizin özgür iradesi var. Ama bizi karanlık günler bekliyor ve olabilecek en kötü şeyi önlemek için elimden geleni yapmalıyım. Mektubu sadece çok ihtiyaç duyduğunda, gelecek çok umutsuz göründüğünde aç. İçgüdülerine güven. Bunu, o an geldiğinde bileceksin. Yine de hepinizin iyiliği için bu anın hiç gelmemesine dua edeceğim. O zamana kadar mektubu iyi sakla.”
Denileni yaparak mektubu ceketimin cebine yerleştirdim.
“Şimdi beni takip et,” dedi Annem. “Sana vereceğim başka bir şey daha var.”
Ses tonundan ve tuhaf davranışlarından nereye doğru gittiğimizi tahmin etmiştim. Ve haklıydım. Elinde pirinç şamdanıyla beni yukarı, kilerin hemen altında kilitli duran gizli sandık odasına götürdü. Son zamanlarda oraya annemden başka kimse girmiyordu. Babam bile. Küçük bir çocukken annemle birlikte bu odaya birkaç kez girmiştim, ama çok az şey hatırlıyordum.
Cebinden çıkardığı bir anahtarla kapıyı açıp içeri girdi ve ben de onu izledim. Oda, kutu ve sandıklarla doluydu. Her ay buraya bir kez geldiğini biliyordum. Ne yaptığınıysa tahmin edemiyordum.
Annem odaya girdikten sonra pencerenin en yakınındaki büyük sandığın önüne kadar yürüyüp orada durdu. Sonra kendimi rahatsız hissedene kadar sert bir şekilde bana baktı. O benim annemdi ve onu seviyordum, ama kesinlikle onun düşmanı olmayı istemezdim.
“Neredeyse altı aydır Bay Gregory’nin çırağısın, yani bazı şeyleri kendi başına halledebilecek kadar eğitim almış olmalısın,” dedi. “Ve artık karanlık seni fark etti, yakalayıncaya kadar peşini bırakmayacaktır. Yani tehlikedesin oğlum ve bu tehlike giderek artacak. Ama şunu unutma. Sen de büyüyorsun. Çok hızlı büyüyorsun. Her nefes, kalbinin her atışı seni daha güçlü, daha cesur ve daha iyi kılıyor. John Gregory yıllardır karanlıkla mücadele ederek senin yolunu hazırladı. Çünkü oğlum, genç bir erkek olduğunda korkma sırası karanlığa geçecek, çünkü o zaman sen av değil, avcı olacaksın. Sana bu yüzden hayat verdim.”
Odaya girdiğinden beri bana ilk kez gülümsedi, ama bu hüzünlü bir gülümsemeydi. Sonra sandığın kapağını kaldırıp içinde ne olduğunu görebilmem için mumu havaya kaldırdı.
Sandığın içinde, mum ışığında parlayan, çok güzel bağlantıları olan uzun, gümüş bir zincir vardı. “Kaldır onu,” dedi annem, “ben dokunamam.”
Söylediklerini duyunca irkildim. İçimden bir his, bunun, annemi kayaya bağlayan zincir olduğunu söylüyordu. Babam bunun gümüş olduğundan bahsetmemişti ve bu çok ciddi bir eksiklikti; çünkü gümüş zincir cadıları bağlamak için kullanılırdı. Hayaletlik mesleğinde önemli bir araçtı. Bu, annemin de bir cadı olduğu anlamına mı geliyordu? Meg gibi bir lamia cadısı mıydı? Gümüş zincir, babamı öpüş şekli… hepsi de çok tanıdıktı.
Zinciri çıkarıp elimde dengeledim. Çok güzel ve hafifti. Hayalet’in zincirinden daha kaliteliydi ve içinde çok daha fazla gümüş alaşımı vardı.
Annem, aklımdan geçenleri tahmin etmiş gibi, “Babanın nasıl tanıştığımızı anlattığını biliyorum,” dedi. “Ama şunu hiç unutma oğlum. Hiçbirimiz tamamen iyi ya da tamamen kötü değilizdir –hepimiz arada bir yerde dururuz– ama her yaşamda öyle bir an gelir ki, ya ışığa ya karanlığa doğru önemli bir adım atarız. Bu bazen kendi içimizde, bazen de tanıştığımız özel bir insan sayesinde yaptığımız bir seçimdir. Babanın benim için yaptıkları sayesinde ben doğru yöne adım attım ve bugün burada olmamın nedeni bu. Bu zincir artık sana ait. Onu ihtiyacın olana kadar güvenli bir yerde sakla.”
Zinciri doladıktan sonra cebime, mektubun yanına koydum. Ardından annem kapağı kapattı ve onunla birlikte odadan çıkıp kapıyı kilitlemesini bekledim.
Aşağı inince sandviç paketini alıp çıkmaya hazırlandım.
“Gitmeden önce şu eline bir bakalım!”
Elimi uzattım ve annem dikkatli bir şekilde ipleri söküp yaprakları çıkardı. Yanık iyileşmeye başlamıştı bile.
“Bu kız ne yaptığını iyi biliyor,” dedi. “Hakkını vermek lazım. Havalanmasını sağlarsan birkaç güne hiçbir şey kalmaz.”
Annem bana sarıldı ve ona bir kez daha teşekkür ettikten sonra arka kapıyı açıp gecenin içine yürüdüm. Tarlanın ortalarında, sınır çitine doğru ilerliyordum ki bir köpek havlaması duydum ve karanlıkta bir silüetin bana yaklaştığını gördüm.
Gelen Jack’ti ve yaklaştığında, yıldızların ışığının altında yüzünün sinirden buruştuğunu görebiliyordum.
“Aptal olduğumu mu düşünüyorsun?” diye bağırdı. “Öyle mi? Köpeklerin onları bulması beş dakika bile sürmedi!”
Köpeklere baktım, her ikisi de Jack’in bacaklarının arasına saklanıyordu. Çalışkan köpeklerdi ve korkak değillerdi, ama beni tanıdıkları için gördüklerinde bir tepki vermelerini beklerdim. Bir şey onları çok korkutmuştu.
“Baksan iyi olur ,” dedi Jack. “O kız köpeklere tıslayıp tükürünce kuyruklarını şeytan büküyormuşçasına kaçmaya başladılar. Buradan uzak durmasını söylediğimde bana başkasının arazisinde olduğunu ve bunun benimle hiçbir ilgisi olmadığını söyleme cesaretini gösterdi.”
“Bay Gregory hasta Jack. Buraya gelip annemden yardım istemekten başka çarem yoktu. Onu ve Alice’i çiftlik sınırlarına sokmadım. Neler hissettiğini biliyorum ve elimden geleni yaptım.”
“Eminim yapmışsındır. Ben yetişkin bir adamım, ama annem beni bir çocuk gibi yatağa yolladı. Bunun bana neler hissettirdiğini biliyor musun? Hem de karımın gözleri önünde. Bazen, çiftliğin hiç bana ait olup olmayacağını merak ediyorum.”
O an ben de sinirlenmiştim ve dileğinin, düşündüğünden çok daha çabuk gerçekleşeceğini söylemek istedim. Babam ölüp de annem kendi topraklarına döndüğünde her şey onun olacaktı. Ama dudaklarımı ısırıp hiçbir şey söylemedim.
“Üzgünüm Jack, ama gitmem lazım,” diyerek Alice ve Hayalet’i bıraktığım kulübeye doğru yürümeye başladım. Bir süre yürüdükten sonra arkamı dönüp baktım. Jack eve doğru yürümeye başlamıştı bile.
Tek kelime etmeden yola koyulduk. Düşünmem gereken çok şey vardı ve sanırım Alice bunun farkındaydı. Hayalet öylece boşluğa bakıyordu, ama çok daha iyi yürümeye başlamıştı, artık bize dayanması gerekmiyordu.
Bir saat kadar sonra güneş doğdu ve sessizliği bozan ben oldum.
“Aç mısın?” diye sordum. “Annem bize kahvaltı hazırladı.”
Alice, evet anlamında başını salladı. Nehrin kıyısında çimenlik bir yere oturup yemeye başladık. Yediklerimizden Hayalet’e de uzattım, ama sertçe kolumu itti. Bir süre sonra uzaklaşıp bir teras çitine oturdu, sanki yakınımızda olmak istemiyor gibiydi. Ya da en azından Alice’in yakınında.
“Daha güçlü görünüyor. Annem ona ne yaptı ki?” diye sordum.
“Alnını ıslatıp sürekli olarak gözlerine baktı. Sonra da içmesi için bir iksir verdi. Ben uzak durdum ve annen bana bakmadı bile.”
“Çünkü ne yaptığını biliyor. Ona anlatmak zorundaydım. Anneme yalan söyleyemem.”
“Bunu hepimizin iyiliği için yaptım. Ona yaptıklarını ödettim ve tüm o insanları kurtardım. Bunu senin için de yaptım Tom. Yaşlı Gregory’ye kavuşup çalışmalarına devam edebilesin diye. İstediğin bu değil mi? Doğru şeyi yapmadım mı?”
Yanıt vermedim. Alice, Sorgulayıcı’nın masum insanları yakmasını engellemişti. Hayaletin ki de dahil olmak üzere birçok hayat kurtarmıştı. Tüm bunları yapmıştı ve bunların hepsi iyi şeylerdi. Hayır, sorun yaptıklarında değildi, nasıl yaptığındaydı. Ona yardım etmek istiyordum, ancak bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyordum.
Alice artık karanlığa aitti ve Hayalet gücüne kavuştuktan sonra onu bir çukura kapatmak isteyecekti. Bunu ikimiz de biliyorduk.
Joseph Delaney
- Kitap Hayaletin Çırağı
- Kitap Hayaletin Laneti
Hayaletin Laneti 1. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 2. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 3. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 4. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 5. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 6. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 7. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 8. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 9. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 10. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 11. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 12. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 13. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 14. Bölüm İçin TIKLAYINIZ
Hayaletin Laneti 15. Bölüm İçin TIKLAYINIZ