Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 10. Bölüm

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 10. Bölüm “Kız Tükürüğü”

Hikaye Oku: Hiç duraksamadan, mumu söndürerek mahzeni karanlığa gömdükten sonra, asayı kaptığım gibi yeraltı mezarlarına açılan kapıya doğru koşmaya başladım.

Arkamda korkunç bir kargaşa vardı: bağırışlar , çığlıklar ve debelenme sesleri… Arkama bakınca, bir başka nöbetçiyi elinde meşaleyle mahzene girerken gördüm. En uzak duvardaki kapıya koşarken şarap fıçılarının arasına dalarak benimle arkamdaki ışık arasında kalmalarını sağladım.

Hayaleti ve Alice’i bırakıp gittiğim için kendimi çok kötü hissediyordum. Buraya kadar gelip onları kurtaramamış olmak beni kahrediyordu. Sadece, kargaşa esnasında dışarı çıkmayı başarmış olduklarını umuyordum. Her ikisi de karanlıkta çok iyi görebilirdi ve eğer ben yeraltı mezarlarına açılan kapıyı bulabildiysem, onlar da bulabilirdi. Tutsaklardan bazılarının benimle birlikte nöbetçilerden kaçarak mahzenin karanlık köşelerine doğru ilerlediğini hissedebiliyordum. Birkaçı benim önümdeydi. Belki de ustamla Alice aralarındaydı, ama seslenip nöbetçileri alarma geçirmek istemiyordum. Şarap raflarının arasında ilerlerken, az ileride, yeraltı mezarlarına açılan kapının açılıp hemen kapandığını görür gibi oldum, ama emin olamayacağım kadar karanlıktı.

Birkaç saniye sonra ben de kapıdan geçtim. Kapıyı arkamdan kapar kapamaz kendimi öyle bir karanlığın içinde buldum ki burnumun ucunu bile göremiyordum. Orada, basamakların başında umutsuzca gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim.

Basamakları görür görmez dikkatlice aşağı inip tünel boyunca hızla ilerledim. Eninde sonunda birilerinin kapıyı kontrol edeceğini biliyordum. Alice ve Hayalet’in hemen arkamda olabileceğini düşünerek kapıyı kilitlememiştim.

Genellikle karanlıkta iyi görürüm, ama sanki yeraltı mezarlarında etraf giderek daha da kararıyor gibiydi. Cebimden çıra kutusunu çıkardım. Eğilip taşın üstüne biraz çıra döktüm. Vakit kaybetmeden taş ve metali kullanarak bir kıvılcım elde ettim. Birkaç saniye sonra mumu yakabilmiştim.

Mum ışığıyla çok daha hızlı ilerleyebiliyordum, ama attığım her adımda hava soğuyordu ve az ileride, duvarın üstünde bazı tekinsiz kıpırtılar gördüm. Yine beyaz, parlak şekillerin, gölgelerin arasında dolaştığını görebiliyordum, ama bu kez sayıca çok daha fazlaydılar . Ölüler toplanıyordu. Tünellerin arasından bir önceki geçişim onları rahatsız etmişti.

Durdum. O da neydi? Uzakta bir yerde, bir köpek uluması duydum. Kalbim hızla
çarpıyordu. Gerçek bir köpek miydi, yoksa Zehir olabilir miydi? Andrew, keskin dişleri olan iri, siyah bir köpekten bahsetmişti. Aslında Zehir olan iri bir köpek. Kendi kendime bu duyduğumun gerçek bir köpek olduğunu söylüyordum, bir şekilde yeraltı mezarlarına giren bir köpek. Eğer bunu bir kedi yapabildiyse, bir köpek de pekâlâ yapabilirdi.

Uluma yine duyuldu ve bu kez tünelin duvarlarında uzun bir süre yankılandı. Önümde miydi, yoksa arkamda mı? Bu tünelde miydi, yoksa bir başkasında mı? Bunu kestirebilmek imkânsızdı. Ama Sorgulayıcı ve adamları peşimdeyken kapıya doğru ilerlemekten başka çarem yoktu.

Hızla ilerlemeye devam ettim. Soğuktan titrerken, ezilmiş kediye basmamaya çalışarak yanından geçip çatallanan tünellerin birleştiği yere geldim. Köşeyi döner dönmez Gümüş Kapı tam karşımdaydı. İşte orada duraksadım, dizlerim titremeye başlamıştı, ilerlemekten korkuyordum. İleride, mum alevinin ötesindeki karanlıkta, biri beni bekliyordu. Gölgelerin arasında, sırtını duvara vermiş bir şekilde oturup, başını öne eğmiş bir silüet vardı. Kaçan tutsaklardan biri olabilir miydi? Benden önce kapıdan geçenlerden biri?

Geri dönemezdim, bu yüzden öne doğru birkaç adım atıp mumu havaya kaldırdım. Sakallı bir yüz bana bakıyordu.

“Nerede kaldın?” diye seslendi tanıdık bir ses. “Beş dakikadır burada bekliyorum!”

Konuşan Hayalet’ti, yaşıyordu ve iyi görünüyordu! Öne atıldım, kaçabilmiş olduğu için rahatlamıştım. Sol gözü morarmış, dudakları şişmişti. Dayak yemiş olduğu çok açıktı.

“İyi misiniz?” diye sordum, endişeli bir şekilde.

“Evet evlat. Nefeslenmem için bana birkaç dakika verirsen çok daha iyi olacağım. Şu kapıyı aç da yola çıkalım.”

“Alice sizinle miydi?” diye sordum. “Aynı hücrede miydiniz?”

“Hayır evlat. Onu unutsan iyi olur . Bize sorundan başka bir şey getirmez ve şu anda ona yardım etmek için yapabileceğimiz hiçbir şey yok.” Sesi acımasız ve sertti. “Başına gelenleri hak ediyor.”

“Yakılmayı mı?” diye sordum. “Cadıların yakılmasını asla tasvip etmezdiniz. Cadıları bir yana bırakın, bu genç bir kız, üstelik onun suçsuz olduğunu Andrew’a kendiniz söylediniz.”

Şaşkına dönmüştüm. Alice’e asla güvenmemişti, ama onun hakkında bu şekilde konuştuğunu duymak –özellikle de böylesine korkunç bir sonla kendisi de yüz yüze geldikten sonra– bana acı veriyordu. Peki ya Meg? Her zaman bu kadar soğuk ve katı yürekli olmamıştı…

“İyilik aşkına evlat, rüya mı görüyorsun yoksa, kendinde misin sen?” diye üsteledi Hayalet, sesinde kızgınlık ve sabırsızlık vardı. “Hadi, kendine gel artık! Anahtarı çıkar ve şu kapıyı aç!”

Duraksadığımı görünce elini uzattı. “Asamı ver evlat. O nemli hücrede çok uzun süre kaldım ve bu gece yaşlı kemiklerim ağrıyor…”

Tam ona uzattığım asayı kavramak üzereyken dehşet içinde geriledim.

Bunun sebebi yalnızca yüzüme çarpan sıcak, pis kokan nefesi değildi. Asayı almak için sağ elini uzatmıştı! Sağ elini… Sol elini değil! Karşımdaki, Hayalet değildi! Bu, benim ustam değildi!

Olduğum yere mıhlanmış şekilde ona bakarken eli yana düştü ve tıpkı bir yılan gibi parke taşlarının üzerinde kıvrılarak bana doğru ilerlemeye başladı. Yerimden kımıldayamadan kolu yerde sürünüp uzayarak normal boyutunun iki katına çıktı ve eliyle ayak bileğimi yakalayıp sıkıca kavradı. İlk tepkim ayağımı çekip kurtarmaya çalışmak oldu, ama bunu yapamayacağımı biliyordum. Hiç hareket etmeden, öylece durdum.

Dikkatimi toplamaya çalıştım. Asayı kavrayıp korkumu dizginlemeye çalışırken nefes alıp veriyordum. Dehşete düşmüştüm, ama her ne kadar vücudum hareket etmiyorsa da aklım çalışmaya devam ediyordu. Bunun tek bir açıklaması vardı ve bunu düşünmek bile korkuyla ürpermeme neden oluyordu: Zehir’le karşı karşıyaydım!

Odaklanmaya çabalayarak önümdeki şeyi dikkatle inceledim. Bana yardımcı olabilecek her ayrıntıyı görmeye çalışıyordum. Hayalet’e çok benziyordu ve sesi de onun sesi gibiydi. Yılan gibi kıvrılan eli olmasa aradaki fark anlaşılmazdı.

Birkaç saniye daha baktıktan sonra, kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Bu, Hayalet’in öğrettiği bir hileydi: En büyük korkularımızla yüz yüze geldiğimizde yoğunlaşıp tüm duygularımızdan arınmaya çalışmalıydık.

“Bu her zaman işe yarar evlat!” demişti bana bir keresinde. “Karanlık korkuyla beslenir ve eğer zihnin açık, miden de boşsa daha başlamadan savaşın yarısını kazanmışsın demektir.”

İşe yarıyordu. Vücudum artık titremiyor , kendimi çok daha sakin, neredeyse rahatlamış hissediyordum.

Zehir ayak bileğimi bıraktı ve el de sürünerek yanına döndü. Yaratık ayağa kalkıp bana doğru bir adım attı. Adım atarken tuhaf bir ses duydum. Duymayı beklediğim bot seslerinden çok, taş kaldırımları iri pençeler çiziyormuş gibi bir ses çıkıyordu. Zehir’in hareketleri havanın düzenini de bozduğundan mum dalgalanıyor ve Hayalet’in Gümüş Kapı’ya vuran yansıması bozuluyordu.

Hızla diz çöküp mumla asayı yere, tam aramıza koydum. Birkaç saniye içinde tekrar ayağa kalkmış, arka ceplerimden bir avuç tuzla bir avuç demir çıkarmıştım.

“Boşa harcıyorsun vaktini, evet boşa,” dedi Zehir , sesi artık Hayalet’inkine benzemiyordu. Kulak tırmalayıcı ve derin sesi yeraltı mezarlarını çevreleyen kayalarda yankılanıyor , beni tepeden tırnağa titretiyordu. “Bunun gibi eski oyunlara gelmem. Uzun yaşadım, evet, bundan zarar görmeyecek kadar uzun! Ustan, Yaşlı Kemik, bir zamanlar bunu denedi ama onun için iyi olmadı. Hem de hiç iyi olmadı.”

Duraksadım, ama yalnızca bir an için. Yalan söylüyor olabilirdi; her şeyi denemeye değerdi. Tam o anda, demir tozlarının arasındaki bir şeyi hissettim. Bu, Gümüş Kapı’nın küçük anahtarıydı. Onu kaybetmeyi göze alamazdım.

“Ahhh… ihtiyacım olan şey, sende,” dedi Zehir, sinsice gülümseyerek.

Aklımı mı okumuştu? Yoksa sadece yüz ifademden mi anlamış ya da tahmin etmişti? Nasıl olduğu önemli değildi, çok şey biliyordu.

“Bak,” dedi, yüzünde şeytani bir ifade vardı, “eğer şu Yaşlı Kemik benimle başa çıkamadıysa, senin ne şansın olabilir ki? Hiç şansın yok! Buraya gelecekler , aşağıya ve seni arayacaklar . Nöbetçileri duymuyor musun? Yanacaksın! Diğerleriyle birlikte yanacaksın! Bu kapıdan başka çıkış yok. Çıkış yok, görmüyor musun? Çok geç olmadan anahtarı kullan!”

Zehir kenara çekilmiş, sırtını tünelin duvarına vermişti. Tam olarak ne istediğini biliyordum: Benimle birlikte kapıdan çıkmak, özgür olmak, eyaletin istediği yerinde kötülüklerine devam edebilmek. Hayalet’in ne söyleyeceğini biliyordum; benden ne bekleyeceğini. Zehir’in yeraltı mezarlarında tutsak kalmasını sağlamak benim görevimdi. Bu, benim yaşamımdan bile daha önemliydi.

“Aptal olma!” diye tısladı Zehir, bir kez daha; sesi Hayalet’inkinden çok daha şiddetli ve kulak tırmalayıcıydı. “Beni dinlersen serbest kalırsın! Ve ödüllendirilirsin. Büyük bir ödül. Yaşlı Kemik’e önerdiğim ödülün aynısı, ama o beni dinlememişti. Ve bak bu onu ne duruma düşürdü? Söylesene! Yarın yargılanacak ve suçlu bulunacak. Bir sonraki gün de yakılacak.”

“Hayır!” dedim. “Bunu yapamam.”

Bunu duyunca Zehir’in yüzü öfkeyle doldu. Hayalet’e benziyordu ama çok iyi tanıdığım o çehre kötülükle bozulmuş, değişmişti. Bana doğru bir adım daha atıp yumruğunu havaya kaldırdı. Bu yalnızca mum ışığının bir oyunu olabilirdi ama sanki yaratık büyüyor gibi görünüyordu. Ve başımla omuzlarımdan bastırmaya başlayan görünmez bir ağırlık hissediyordum. Dizlerimin üzerine çökerken taş kaldırıma yapışmış kediyi düşündüm ve beni de aynı kaderin beklediğini fark ettim. Nefes almaya çalıştım, fakat yapamadım ve paniğe kapıldım. Nefes alamıyordum! Her şey buraya kadardı!

Mum ışığı, gözlerime çöken karanlıkta kayboldu. Umutsuzca konuşmaya, merhamet dilemeye çalıştım, ama Gümüş Kapı’yı açmadığım sürece merhamet gösterilmeyeceğini biliyordum. Ne düşünmüştüm ki? Birkaç aylık eğitimle Zehir kadar kötü ve güçlü bir yaratığa karşı kendimi savunacağıma inanarak ne büyük aptallık etmiştim! Ölüyordum; buna emindim. Yeraltı mezarlarında, bir başıma… Ve hepsinden kötüsü de korkunç bir başarısızlığa uğramıştım. Ne ustamı ne de Alice’i kurtarabilmiştim.

Tam o anda uzaktan gelen bir ses duydum; kaldırım taşlarına vuran bir ayakkabı sesiydi bu. Söylediklerine göre ölürken en son kaybedilen duyu işitmeymiş. Ve bir an için duyduğum bu sesin, hayatta duyduğum son ses olduğunu düşündüm. Ama sonra vücudumu bastıran o görünmez ağırlık yavaşça kalktı. Görüşüm açıldı ve yeniden nefes alabiliyordum. Zehir’in başını çevirip tünelin kıvrıldığı yere baktığını gördüm. Aynı sesi Zehir de duymuştu!

Ses yeniden duyuldu. Bu kez hiç şüphe yoktu. Ayak sesleri… Birisi geliyordu!

Dönüp Zehir’e bakınca değiştiğini gördüm. Gördüklerimi daha önce hayal bile etmemiştim. Gerçekten büyüyordu. Başı neredeyse tavana değiyordu, vücudu öne kıvrılmıştı ve yavaşça değişen yüzü artık Hayalet’inkine benzemiyordu. Çenesi uzuyor , öne ve yukarıya doğru uzanarak kancaya benziyordu ve burnu da aşağı kıvrılarak çenesine uzanıyordu. Asıl biçimini mi alıyordu; katedralin ana kapısının girişindeki yontunun şeklini? Asıl gücüne kavuşmuş muydu?

Yaklaşan ayak seslerini dinledim. Mumu söndürecektim, ama Zehir’le karanlıkta tek başıma kalmak istemediğimden bunu yapmadım. En azından yaklaşan sese bakılacak olursa gelen bir tek kişiydi, Sorgulayıcı’nın adamları değil. Kim olduğu umurumda değildi. Beni şimdilik kurtarmıştı.

Yaklaşan kişi köşeyi dönüp mum ışığının aydınlığına girerken önce ayaklarını gördüm. Sivri burun ayakkabılar, köşeyi dönerken belini savuran siyah elbiseli, ince bir kız.

Bu Alice’ti!

Duraksadı, hızla bana doğru baktı ve gözleri irileşti. Başını kaldırıp Zehir’e baktığında yüz ifadesi korkmuştan çok, sinirlenmiş gibiydi.

Arkama baktım ve bir an için Zehir’le göz göze geldik. Gözlerinde alev alev yanan hiddetin yanı sıra başka bir şey daha görebiliyordum; ama bunun ne olduğunu anlayamadan, Alice kedi gibi tıslayarak Zehir’e doğru koşmaya başladı. Sonra, beni tamamen şaşırtarak, yüzüne tükürdü.

Sonrasında olanlar gözle görülemeyecek kadar hızlı gelişti. Ani bir rüzgâr çıktı ve Zehir yok oldu.

Çok uzunmuş gibi gelen bir süre boyunca hareketsiz kaldık. Sonra Alice bana döndü. “Kız tükürüğünü çok sevmedi, değil mi?” diye sordu, belli belirsiz gülümseyerek. “Tam zamanında gelmişim.”

Yanıt vermedim. Zehir’in bu kadar çabuk kaçmış olduğuna inanamıyordum. Hiç vakit kaybetmeden dizlerimin üstüne çökmüş, anahtarı Gümüş Kapı’nın kilidine sokmaya çalışıyordum. Ellerim titriyordu ve Andrew yaparken neden zorlandığını anlayabiliyordum.

En sonunda anahtarı sokmayı başarıp çevirdim. Kapıyı açtım, anahtar ve asayı alıp sürünerek karşı tarafa geçtim.

“Mumu getir!” diye bağırdım Alice’e ve o da güvenli bir şekilde geçer geçmez anahtarı kilidin diğer tarafına sokup çevirmeye çalıştım. Bu kez sanki yıllar geçmiş gibi uzun sürdü; her an Zehir’in geri gelmesini bekliyordum.

“Daha hızlı olamaz mısın?” diye sordu Alice.

“Göründüğü kadar kolay değil,” dedim. En sonunda kapıyı kilitlemeyi başardım ve rahat bir nefes aldım. Sonra Hayalet’i hatırladım…

“Bay Gregory seninle aynı hücrede miydi?” diye sordum.

Alice başını iki yana salladı. “Bizi kurtardığında yoktu. Sorgulamak için sen gelmeden bir saat kadar önce çıkarmışlardı.”

Yakalanmadığım için şanslıydım. Tutukluları hücreden çıkarabildiğim için şanslıydım. Ama şansın kendi kendini dengeleme biçimi vardır . Bir saat kadar geç kalmıştım. Alice özgür, ama Hayalet hâlâ tutsaktı ve bir şeyler yapmazsam yakılacaktı.

Daha fazla vakit kaybetmeden Alice’e tünel boyunca coşkuyla akan nehre varana kadar yol gösterdim.

Çabucak karşıya geçtim, ama arkamı döndüğümde Alice hâlâ karşı kıyıda, suya bakıyordu.

“Çok derin Tom!” diye bağırdı. “Çok derin ve taşlar da kaygan!”

Yeniden karşıya geçip yanına çıktım. Sonra, elini tutarak onu dokuz düz taşın üzerinden geçirdim. Çok geçmeden boş eve çıkan açık kapağa varmıştık ve kilere girer girmez kapağı arkamızdan kapattım. Maalesef Andrew gitmişti. Onunla konuşmaya ihtiyacım vardı. Hayalet’in hücrede olmadığını, Birader Peter’ın tehlikede olduğunu ve söylentilerin gerçek olduğunu –Zehir’in eski gücünün geri geldiğini– söylemem gerekliydi.

“Bir süre burada kalsak iyi olur . Bu kadar çok sayıda kaçan olduğunu fark eder etmez Sorgulayıcı bütün kasabayı aramaya başlayacaktır. Bu ev perili, en son bakmak isteyecekleri yer, bu evin kileri olur.”

Alice başını salladı ve ilkbahardan bu yana ilk kez ona tam anlamıyla bakabildim. Boyu benim kadar uzundu, bu da en az iki buçuk santimetre kadar uzamış demekti, ama üzerinde hâlâ onu Staumin’daki teyzesine götürdüğüm zamanki elbise vardı. Eğer aynı siyah elbise değilse bile, onun bir eşi olmalıydı.

Yüzü her zamankinden daha güzeldi, fakat daha zayıf ve yaşlı görünüyordu; sanki onu çabucak büyümeye zorlayan şeyler görmüş gibiydi, kimsenin görmek zorunda kalmaması gereken şeyler. Siyah saçları keçe gibi ve çok pisti, yüzü de kirden kararmıştı. Alice en az bir aydır banyo yapmamış gibi görünüyordu.

“Seni yeniden görmek güzel,” dedim. “Seni Sorgulayıcı’nın arabasında görünce her şeyin bittiğini düşündüm.”

Yanıt vermedi. Sadece kolumu tutup sıktı. “Açlıktan ölmek üzereyim Tom. Yiyecek bir şeyin yok değil mi?”

Başımı iki yana salladım.

“Şu küflü peynirden bile bir lokma yok mu?”

“Üzgünüm,” dedim. “Hiç kalmadı.”

Alice arkasını dönüp yığının en üstündeki eski halılardan birini yakaladı.

“Yardım etsene Tom,” dedi. “Oturmam lazım ve şu soğuk taşlara oturmaktan hiç hoşlanmıyorum.”

Mumla asayı yere koydum ve birlikte halıyı yere serdik. Küf kokusu yoğunlaşmıştı ve ortaya çıkan böcek ve tahta kuruları kilerin zemininde hızla kaçıştılar.

Alice, aldırış etmeden halının üzerine oturup dizlerini kendine doğru öyle çok çekti ki, çenesini dizlerinin üstüne yerleştirebildi. “Bir gün tüm bunların acısını çıkaracağım. Kimse bu şekilde davranılmayı hak etmiyor.”

Yanına oturup elimi elinin üstüne koydum. “Ne oldu?” diye sordum. Bir süre sessiz kaldı ve tam bana yanıt vermeyeceğine karar vermiştim ki aniden konuşmaya başladı:

“Beni tanıdıktan sonra yaşlı teyzem bana iyi davrandı. Evet, beni çok çalıştırıyordu, ama bana hep iyi baktı. Tam Staumin’da yaşamaya alışıyordum ki Sorgulayıcı geldi. Bizi hazırlıksız yakalayıp kapıyı kırarak girdi. Ama teyzem, Kemikli Lizzie gibi değildi. Cadı değildi.

Gece yarısı, büyük bir kalabalık gülerek ve alay ederek izlerken onu küçük göle attılar. Çok korkmuştum ve sıranın bana geleceğini biliyordum. Ayaklarını ellerine bağlayıp attılar. Taş gibi dibe çöktü. Çok karanlık ve yağmurlu bir geceydi; tam suya attıklarında sert bir rüzgâr esip meşalelerin çoğunu söndürdü. Onu bulup dışarı çıkarmaları çok uzun sürdü.”

Alice yüzünü ellerinin arasına gömüp hıçkırarak ağlamaya başladı. Anlatmaya devam edebilecek kadar sakinleşmesini bekledim. Ellerini çektiğinde gözleri kuruydu ama dudakları titriyordu.

“Onu çıkardıklarında ölmüştü. Bu haksızlık Tom! Yüzemedi, dibe çöktü; yani masumdu ama onu yine de öldürdüler! Sonrasında beni diğerleriyle birlikte yük arabasına koydular.”

“Annem bana cadıları yüzdürmenin işe yaramadığını söylemişti,“ dedim. “Bu yöntemi sadece aptallar kullanır.”

“Hayır Tom, Sorgulayıcı aptal değil. Emin ol, yaptığı her şeyin bir nedeni var . O çok açgözlü. Gözünü para hırsı bürümüş. Yaşlı teyzemin evini satıp parayı almış. Parayı sayarken onu gördük. Bunu hep yapıyor . İnsanlara cadı diyor , onları aradan çıkarıp evlerini, topraklarını ve paralarını alıyor . Dahası, bundan hoşlanıyor . İçinde karanlık var . Bütün bunları eyaleti cadılardan kurtarmak için yaptığını söylüyor , ama tanıdığım tüm cadılardan daha acımasız ve bu da onun nasıl biri olduğunu gösteriyor.

Maggie diye bir kız vardı. Benden çok büyük değildi. Onu yüzdürmekle uğraşmadı. Farklı bir şekilde test etti ve hepimiz de seyretmek zorunda kaldık. Sorgulayıcı uzun, keskin bir iğne kullandı. İğneyi defalarca kızın vücuduna batırdı. Çığlıklarını duymalıydın. Zavallı kız neredeyse acıdan çıldıracaktı. Bayılıp duruyordu ve masanın yanında onu ayıltmak için bir kova su bulunduruyorlardı. Ama en sonunda aradıklarını buldular . Şeytanın izi! Bunun ne olduğunu biliyor musun Tom?”

Başımı salladım. Hayalet, bunun cadı avcılarının kullandığı şeylerden biri olduğunu söylemişti. Ama bu da başka bir yalan, demişti. Şeytanın izi diye bir şey yoktu. Karanlıkla ilgili doğru bilgilere sahip herkes bunu bilirdi.

“Bu çok acımasızca ve adil değil,” diye devam etti Alice. “Bir süre sonra acı çok fazla oluyor ve vücudun uyuşuyor . Yani en sonunda iğne battığında hissetmiyorsun. İşte o anın şeytanın sana dokunduğu an olduğunu söylüyorlar ve suçlu olduğun için yakılman gerekiyor . En kötüsü de Sorgulayıcı’nın yüzüne bakmaktı. Öyle keyiflenmişti ki!.. Bunu yanına bırakmayacağım. Acısını çıkartacağım. Maggie yakılmayı hak etmiyor.”

“Hayalet de yakılmayı hak etmiyor!” dedim üzgün bir şekilde. “Hayatı boyunca ‘karanlık’la savaşmak için çalıştı.”

“O bir erkek ve ölümü kimilerine göre daha kolay olacak,” dedi Alice. “Sorgulayıcı kadınlara daha çok çektiriyor . Onların yanmasının uzun sürmesini sağlıyor . Kadınların ruhunu kurtarmanın erkeklerinkinden daha zor olduğunu, işledikleri günahlardan pişman olmalarını sağlamak için çok daha fazla acı çekmeleri gerektiğini söylüyor.”

Bu da bana Hayalet’in, Zehir’in kadınlara dayanamadığıyla ilgili söylediklerini hatırlattı. Kadınların onu endişelendirdiğini söylemişti.

“Tükürdüğün yaratık Zehir’di,” dedim. “Adını duymuş muydun? Onu bu kadar kolay korkutmayı nasıl başardın?”

Alice omuz silkti. “Birilerinin, etraflarında olmandan hoşlanmadığını anlamak çok zor değil. Bazı erkekler de böyledir; hoş karşılanmadığımda bunu mutlaka anlarım. Yaşlı Gregory’nin yanında bunu hissediyordum ve aşağıda da aynı şeyi hissettim. Ve tükürük çoğu şeyi kaçırır . Bir kurbağanın üzerine üç kez tükürdün mü bir ay, hatta daha uzun süre, derisi soğuk ve nemli olan hiçbir şey yanına yaklaşmaz. Lizzie buna yemin ederdi. Ama Zehir için aynı şeyin geçerli olduğunu düşünmüyorum. Evet, bu yaratığı duymuştum. Ve artık şekil değiştirebiliyorsa ciddi bir sorunumuz var demektir . Onu hazırlıksız yakaladım, hepsi bu. Bir dahaki sefere hazır olacaktır, bu yüzden tekrar aşağı inmeyeceğim.”

Bir süre ikimiz de konuşmadık. Öylece küflenmiş eski halıya bakarken Alice’in derin derin nefes alıp vermeye başladığını duydum. Ona baktığımda gözleri kapanmış, çenesi dizlerinin üzerinde, olduğu yerde uyuyakaldığını gördüm.

Mumu söndürmek istemiyordum, ama kilerde ne kadar kalmamız gerektiğini bilmiyordum ve bir kısmını sonrası için saklamak iyi olurdu. Mumu söndürdükten sonra uyumaya çalıştım ama bu çok zordu. Bir kere çok üşümüştüm ve titriyordum. Ayrıca Hayalet’i aklımdan çıkaramıyordum. Onu kurtaramamıştık ve Sorgulayıcı olanlar yüzünden çok sinirlenmiş olmalıydı. Çok geçmeden insanları yakmaya başlardı.

En sonunda uyumuş olmalıyım, çünkü kulağımın dibinde aniden Alice’in sesini duyunca uyanıverdim.

“Tom,” dedi, fısıltıyla konuşuyordu, “şurada, kilerin köşesinde bir şey var . Bana bakıyor ve ondan pek hoşlanmadım.”

Alice haklıydı. Köşede bir şey olduğunu hissedebiliyordum ve üşümüştüm. Ensemdeki tüyler diken diken olmuştu. Bu yine Matty Barnes olmalıydı.

“Endişelenme Alice,” dedim. “O sadece bir hortlak. Unutmaya çalış. Korkmadığın sürece sana zarar veremez.”

“Korkmuyorum. En azından şimdilik…” Duraksayıp ekledi. “Ama o hücrede korkuyordum. Gözümü bile kırpmadım, tüm o bağırışlar ve çığlıklardan sonra. Birazdan yine uykuya dalarım. Sadece gitmesini istiyorum. Bu hoş değil, öylece durup bakması…”

“Şimdi ne yapmam lazım bilmiyorum,” dedim yeniden Hayalet’i düşünerek.

Alice yanıt vermedi, nefes alıp verişi yeniden derinleşti. Uyumuştu. Ve ben de yeniden uykuya dalmış olmalıyım, çünkü bir sesle aniden uyandım.

Bot sesiydi. Hemen üstümüzdeki mutfakta birileri vardı.

Joseph Delaney

  1. Kitap Hayaletin Çırağı
  2. Kitap Hayaletin Laneti

Hayaletin Laneti 1. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 2. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 3. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 4. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 5. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 6. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 7. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 8. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 9. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 10. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 11. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 12. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 13. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

Hayaletin Laneti 14. Bölüm İçin TIKLAYINIZ

 

 

Exit mobile version