Macera Hikayeleri

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XV. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XV. Bölüm

Güney Kapısı

Hikaye Oku: Üç yol ağzına gelince, Batı Kapısında olduğu gibi, bu kapıda da değişimler olmaya başladı. Kapının her iki yanında patlamalar meydana geliyor, bu patlamalar esnasında her taraftan buharlar çıkıyordu. Bir ara art arda gelen bu patlamalar öyle şiddetlendi ki yerinden canlanamaz oldu ve kulaklarının sağır olacağını zannetti.

Patlama geçince Doğu Kapısında ortaya çıkan ve o kapıyı yutan yılan burada da ortaya çıktı. Kocaman ağzını açarak Batı Kapısına doğru yöneldi. Oraya varınca Batı Kapısını yutarak ortadan kayboldu. Yılanın kaybolmasının ardından Batı Kapısının kaybolduğunu gördü. Batı yazan yol kaybolduğu için, yol ikiye ayrılıyordu. Bu seferde belki bu yol doğrudur diye güney tarafına gitmeye başladı. Güney yazan yola doğru gittikçe yol sanki uzanıyor, bitmek bilmiyordu. Ayrıca yol inişli çıkışlı ve yer yer çukurlarla doluydu. Bu çukurların bazıları o kadar büyük ve genişti ki yanlışlıkla içine düşen bir insanın içinden çıkması çok zor olabilirdi.

Hasan, yol inişli çıkışlı olduğu ve çukurlarla dolu olduğu için olanca çaba göstermiş, bu yüzden de yorulmuştu. Tepenin birine çıktığı zaman uykusuzluk ve yorgunluktan takati tükenmiş, ileriye doğru gidecek hali kalmamıştı. Uykusuzluktan gözleri kararıyor, ilerisinde neler olduğunun göremiyordu. Bu yüzden de tepenin başında olan çukuru göremedi ve içine sert bir şekilde düştü. Çukurun içine düşer düşmez ortalığı toz duman kapladı. Bu toz duman öyle fazlaydı ki önünü bile göremez hale gelmişti. Çukurun içine sert şekilde düştüğü için uykusu kaçmış, sinirleri gerilmişti.  Hem tozun kalkmasını beklemek hem de gerilen sinirlerinin yatışmasını beklemek için düştüğü yerde bulunan bir taşın üzerine oturup beklemeye başladı. Taşın üzerine oturur oturmaz, içini sıcak duygular kaplamaya başladı ve yavaş yavaş sinirleri yatıştığını hissetti. Sinirleri yatıştıktan sonra tekrardan gözleri kapanmaya başladı. İçinin huzura kavuşmasından sonra düştüğü çukurdan kurtulmak amacıyla oturduğu yerden kalktı, ama ayaktayken bile gözlerinin kapandığını hissediyordu. Uykusuzluğa daha fazla tahammül edemeyeceğini anlayınca taşın üzerine tekrar oturdu ve bir müddet sonra uyudu. Tam derin bir uykuya daldığı sırada şiddetli bir gürültüyle uyandı ve o gürültünün nereden geldiğini anlamak için sağa sola bakınmaya başladı. Etrafa o kadar çok bakınmasına rağmen sesin nereden geldiğini bir türlü bulamadı. Hem uykusu kaçtığı için hem de gürültünü nereden geldiğini bulamadığından dolayı yine sinirlenmiş aşırı derecede sinirlenerek hızlı bir şekilde ayağa kalktı.

Aşırı derecede sinirlendiğinden etrafında olup bitenleri göremiyor, sürekli yerinde dönüp duruyordu. Yerinde sürekli dönüp etrafında neler olup bittiğine bakmadığından çukurun kaybolduğunu ve çukurun yerinde de ileriye doğru dümdüz bir yol oluştuğunun farkına varamıyordu. Kendisini her zaman ikaz eden beyaz kuş gelip de ‘etrafında ne öyle dönüp duruyorsun, yerinde dur da etrafında neler olup bittiğine bir bak’ demese belki de sürekli o şekilde yerinde döner dururdu.

Hasan, beyaz kuşun gelip de kendisini ikaz etmesinden sonra durdu ve etrafına bakınmaya başladı. İçine düştüğü çukurun yol olduğunu görünce oturup ağlamaya başladı. Dört yol ağzından girip de başı derde girdiği zaman karşısına hep bir çıkış yolu meydana geliyordu. Aslında oturup ağlamasının sebebi de buydu. Oturup ağlarken şunu anlamıştı ki bir insan ne durumda olursa olsun, hangi sıkıntıyı çekerse çeksin, sonunda karşısına mutlaka bir çıkış kapısı açılıyordu. Onun için bir insan hiçbir zaman ümidini kaybetmemeli, moralini bozmamalıydı. Bunları düşüne düşüne içi rahatlamış, feraha kavuşmuştu. Ailesine kavuşma umuduyla ayağa kalkarak, sevinç içerisinde ileriye doğru açılan yoldan gitmeye başladı.

Hasan, sevinç içerisinde yürüye yürüye giderken yol birden bire daralmaya başladı ve gittikçe de daralıyordu. Yolun daraldığını görünce yine de umudunu kaybetmeden daralan yolda ilerlemeye devam etti. Sonunda yol darala darala bir insanın ancak sığabileceği kadar yol oldu ve burada da karşısına yeşil renkli bir kapı çıktı. Zorla da olsa kapının önüne kadar geldi. Bu kapının önünde de bir yazı vardı ve şöyle yazıyordu: ‘Bu kapı korku ve şaşkınlık kapısıdır.’ Hasan, yazıyı okuyunca içini bir ürperme aldı. Kapıyı açıp girmeden önce bir düşündü, daha önceki kapılardan içeriye girdiği zaman başına gelenleri. Onların hepsini düşününce bir an geri adım attı ve önündeki kapıdan içeriye girsem mi, girmesem mi? Diye düşündü. Fakat geriye de gidemeyeceğine göre mecburen kapıyı açıp içeriye girmeliydi. Tereddüdü geçtikten sonra kapıya kadar geldi. Bu kapının üzerinde de anahtarı yoktu.

Kapının üzerinde anahtarı görmeyince kendi kendine ‘umarım burada da o kurt gelir, anahtarı bırakır’ diye olduğu yerde beklemeye başladı. Umduğunu fazla beklemeden gök gürlemesine benzer bir uğultu koptu ve ardından siyah beyaz,  Sibirya kurduna benzer bir kurt çıktı. Kurdun ağzında bir anahtar vardı. Kurt yanlarına yaklaşarak ağzındaki anahtarı yere bırakıp dile geldi ve kapıyı nasıl açabileceklerini gösterdi. Daha sonra ağzındaki anahtarı yere bırakarak geldiği gibi ortadan kayboldu. Hasan, kurdun kaybolmasından sonra yerdeki anahtarı alarak, kapıyı açıp içeriye girdi. Kapıdan içeriye girince de karşına kapısı kapalı bir oda çıktı. Odanın kapısının üstünde ‘İzinsiz girilmez’ diye bir yazı vardı. Yazıyı görünce, kapıya vurup vurmamak da bir an için tereddüt etti ve başka yol var mı yok mu, diye etrafa baktı. Fakat, onca bakmasına rağmen, o odadan başka gidecek bir yol bulamadı.  Başka gidecek yol olmadığı için üzerindeki tereddüdü atarak kapıya yaklaştı. Kapıya eliyle birkaç sefer vurdu. Kapıya birkaç sefer vurmasına rağmen içeriden ses çıkmayınca,  odanın kapısını açarak içeriye girdi. Odadan içeriye girince korkup öylece olduğu yerde kalakaldı. Korkmasının sebebi ise odanın her tarafında başları doldurulmuş hayvan figürlerinin olmasıydı.

Başları doldurulmuş bu hayvanlar çok tuhaftı. Mesela, tavşan başında geyik boynuzu vardı. Geyiğin kulağı filkulağı gibiydi… Ayrıca gördüğü bu hayvanlar ağlar bir şekilde kendisinden sanki yardım istiyorlardı. Yerler ise kan içerisindeydi. Yerlerin kan içerisinde olması ve duvarlarda hayvan kafalarının asılı olması karşısında oldukça korktu. Gördüğü manzaradan bir an evvel uzaklaşmak ve odadan dışarı çıkmak için, odanın içine girdiği kapıyı aradı. Her tarafı aramasına rağmen, odanın içine girdiği kapıyı bir türlü bulamadı. Kapı sanki sır olup uçup gitmişti. Odadan içeriye girdiği kapıyı bulamayınca kendi kendine: ‘bu kapıya ne oldu acaba, kendi kendine sır olup gitmedi ya’ diye düşündükten sora, yine kendi kendine: ‘odadan çıkacak bir kapı mutlaka olmalı’ diye düşündü ve kapıyı tekrar aramak için sağa sola bakındı. İleride sola doğru bir işaret olduğunu gördü. İşaretin olduğu yere varınca ‘aşağıya bak’ diye bir yazı vardı.  Durduğu yerden kafasını eğip aşağıya doğru bakınca odanın dibine doğru küçük bir kapı olduğunu gördü. Kapının oldukça küçük olduğunu görünce hayretler içerisinde kendi kendine ‘acaba buradan kim girip çıkıyor’ diyerek yere eğilip oturdu. Yere oturduğu sırada birden bire küçüldüğünü hissetti ve boyu kapının boyu kadar oldu. Boyu küçülünce odadan dışarıya çıkabilecek bir kapı bulmuştu. Kapıyı açınca, kapının dışında şırıl şırıl sular akan, her tarafı ağaçlarla dolu ve kuşların cıvıl cıvıl uçuştuğu bir yer olduğunu gördü.

Kapıyı açıp içeride olan güzellikleri görmesi, kendisini o kadar çok mest etmeye başladı ki, bir an evvel içeriye girip o güzelliklere kavuşmak istedi. O arzu ile heyecan içerisinde bahçeye adımını atar atmaz karanlıklar içerisinde kaldı. Bahçeye adımını atar atmaz karanlıklar içerisinde kaldığı için, ‘acaba burası o bahçe mi değil mi?’ diye düşüncelere daldı ve adımını geri atarak odaya geri döndü. Odanın içerisinde o bahçeye tekrar baktı ve bahçenin güzelliğini tekrar gördü. Bahçenin güzelliğini görür görmez odadan dışarı çıktı, fakat yine karanlıklar içerisinde kaldı. Bahçeye girip çıkma işini birkaç defa daha denemesine rağmen, her seferinde yine karanlıklar içerisinde kaldı. Son kez karanlıklar içerisinde kaldıktan sonra, odaya girmeyi bırakıp karanlıklar içerisinde devam etmeye karar verdi. Bu karara vardı, ama karanlıklar içerisinde nasıl ileriye gidebilirdi. Bunları düşünüce, bir an için ailesine kavuşamama gibi bir duyguya kapıldı. Ama, kapıldığı bu kötü duygu karanlıkta ışık saçan ayakkabıları aklına gelmesiyle beraber yok oldu ve içini sevinç duyguları kapladı. İçini sevinç duyguları kapladıktan sonra kendi kendine şöyle söylendi:

‘Bir insan, ne olursa olsun ümidini hiçbir zaman kaybetmemeli. Olur ki insan bir an için kötü duygulara kapılarak huzuru kaçabilir. İşte öylesi bir durumda bile, ileride bana mutlaka bir kapı açılabilir, diye düşünmeli, ümidini hiçbir zaman kaybetmemeli’ diye söylendikten sonra ‘Belki burada da ışık saçar’ diyerek havaya zıpladı. Ayakkabıları tam aklına geldiği gibi ışık saçmaya başladı. Az önce karanlıktan dolayı görmemesine rağmen şimdi her tarafı görebiliyordu. Ayakkabıları ışık saçıp gördüğü güzelliklere kavuşacağını umarken tam tersi oldu.  Çünkü odanın kapısını açıp içeriye girmeden önce gördüğü o güzel manzara gitmiş, yerine ağaçları yanmış, şelalesi kurumuş ve kuşlar ölmüştü. Ayrıca her taraftan kül yağıyordu.

Yağan küller ağzına, gözüne bulaşmaya başlayınca eliyle ağzını kapatmaya çalıştı. Onca çabasına rağmen küller ağzına, gözüne bulaşmasını önleyemedi ve ardından öksürmeye başladı. Küller ağzına, gözüne bulaştığı için yüzü kıpkırmızı oldu ve nefes alamaz hale geldi. Nefes almada zorlandığı için hırkasını yüzüne kapatarak nefes almaya çalıştı. Hırkasının içinde azıcık da olsa nefes almaya başlayınca rahatladığını hissetti. Rahatlamanın ardından küllerden kurtulabilmek için, hırkası yüzüne kapanmış bir şekilde koşmaya başladı. O sırada küllerden uzaklaşmak isterken ayağı kayıp yere düştü ve küllerin içinde kaymaya başladı. Küllerin ağzına, gözüne bulaşmasını önlemek isterken kayıp düştüğü için her tarafına kül bulaştı. Üstüne başına o kadar çok kül bulaştı ki, onu o şekilde görenler külden adama benzetirlerdi.

O şekilde bir müddet daha kayarak tümsek bir yere çarparak durdu ve ayağa kalkarak üstüne bulaşan külleri temizledi. Üstünü temizledikten sonra çarptığı şeyin ne olduğuna bakmak için eğildi ve onun gökkuşağı renginde bir taş parçası olduğunu gördü.   Merak içerisinde onu eline alıp evirip çevirmeye başladı. Taşı çevirdiği sırada hafifçe yer sarsıldı.  Sarsıntının ardından yerde bir kapı olduğunu gördü. Kapıyı zorlayarak açtı. Kapı ardına kadar açıldığı zaman aşağıya doğru giden merdivenler olduğunu gördü. Aşağıya doğru inen merdivenleri görünce kendi kendine: ‘Küllerden sonunda kurtulacağım’ diyerek merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Dikkatsizliği yüzünden her seferinde başına bir iş geldiği için bu sefer merdivenlerden dikkatli bir şekilde iniyordu.

Merdivenlerden aşağıya doğru inince karşısına merdivenleri tamamen kaplayan büyük bir duvar çıktı. Karşısına çıkan bu duvarın ortasında asılı duran bir ayna vardı. Aynanın üzerinde ‘aynayı tut ve sağa doğru çevir’ diye bir yazı vardı. Her yerde, karşısına ayna çıkması karşısında, daha fazla şaşırmamaya çalışarak aynayı sağa doğru çevirdi. Aynayı çevirir çevirmez, duvar ikiye ayrıldı ve ardından uzun bir koridor çıktı. Duvarın iki yakası ayrıldıktan sonra karşısına çıkan koridorun her iki yakası da resimlerle donatılmıştı. Ayrıca koridorlara çizilen resimler, birbirlerinden çok farklıydı. İlk resimde etrafı demir tellerle çevrili, içinde zehirli sıvı akan bir dere akıyordu. İkinci resimde üzerinde çeşitli ağaçlar olan, tuhaf bir dağ çizilmişti. Üçüncü resimde tamamen bitkin duruma düşmüş bir adam ve yanında bir mezar görülüyordu. Dördüncü resimde yollarda ağaçların kemirildiği, ekinlerin talan edildiği görülüyordu. Beşinci resimde ise mutsuz, kalabalık bir insan topluğu olduğu görülüyordu ve bazı aileler sanki birbirleriyle kavga ediyor gibiydiler. Beşinci resimde ise iki kardeşin birbirleriyle sarmaş dolaş olması resmediliyordu.

Resimlere baka baka ilerleyen Hasan, koridorun sonunun geldiğini görünce sevinerek ilerlemeye başladı. Koridorun sonuna gelip, koridoru geçince sağa sola doğru menderesler çizerek ilerleyen bir dere olduğunu gördü. Bu dere normal derelere hiç benzemiyordu ve oldukça pis kokular yayılıyordu. Menderesler çizerek ilerleyen derenin her tarafı taş duvarlarla örülmüştü. Taş duvarların üzeride demir tellerle çevriliydi. Menderes çizerek ilerleyen derenin üzerinin neden demir tellerle çevrili olduğunu bulmak için derenin oraya vardığında, dereden akan suyun bulanık ve oldukça koyu mavi renkte aktığını gördü. Derenin neden böyle mavi renkte aktığını bulmak için ilerlerken karşısına ileride tarlasını sürmekte olan genç bir adam çıktı. Adamı görünce derenin üzerinin neden duvarlarla çevrili ve üzerinin de demir tellerle kaplı olduğunu sormak için onun yanına vardı. Tarlasını süren adam, Hasan’ın yanına gelmekte olduğunu gördüğü halde, hiç istifini bozmadan tarlasını sürmeye devam etti. Hasan, genç adamın hiç istifini bozmadan işine devam etmesi karşısında morali bozulmasına rağmen, yine de merak içerisinde yanına giderek hafifçe sırtına dokundu. Adam, sırtına dokunulmasına rağmen yine de işine devam etmesi karşısında iyice morali bozuldu ve adama karşı nefret duygusu oluştu. Moralinin bozulmasına ve adama karşı nefret duygusu oluşmasına rağmen, neden kendisine cevap vermediğini merak ederek adamın sırtına ikinci sefer dokununca, adam geri dönerek Hasan’a uzun uzadıya bakarak sert bir şekilde:

–   Ne istiyorsun evlat? Diye sordu.

Hasan, genç adamın kendisine evlat diye hitap etmesi karşısında şaşırdı ve bir müddet o şaşkınlık içerisinde hiçbir şey söylemeden öylece adama baktı durdu. Şaşkınlığı yaşlı bir adamın, genç adamın yanına gelip ona ‘baba’ demesiyle bir kat daha arttı. Hasan’ın kendilerine şaşkınlık içerisinde baktığını gören genç adam, çalışmayı bırakarak:

– Evlat, neden öyle şaşkın şaşkın bakıyorsun? Diye sorması üzerine Hasan, kafasını hafifçe kaşıyarak:

– Ama nasıl olur? Siz gençsiniz, size baba diyen kişi de yaşlı.

Genç adam, Hasan’ın sorusu karşısında ‘anlaşıldı’ diyerek çenesini okşamaya başladı. Bir müddet öylece düşündükten sonra:

– Bak delikanlı, buraya gelirken havanın bozuk olduğunu, devamlı sıcak rüzgârların estiğini, gördün değil mi? Diye sorunca Hasan ona ‘evet’ diye cevap verdi.

Genç adam, ‘işte bizim gençlerimizin ihtiyar, ihtiyarlarımızın da genç olmasına sebep olan onlardır’ diye söyleyince Hasan, genç adamın sözünü keserek:

– Anladım, bütün bunlara sebep olan havanın bozuk olması ve sıcak rüzgârların esmesi. Peki, söyler misin? Neden yanına geldiğimi gördüğünüz halde, dönüp bana bakmadınız ve yol boyunca görülen derenin etrafı neden böyle taş duvarlarla örülü olup, üzerleri de demir tellerle çevrili?

Genç adam, Hasan’ın kendisine ardı ardına soru sorması üzerine:

–  Evlat, ardı ardına soru sormayı bırak da hele bir soluklan. Hızlı soru sorman karşısında beni de telaşlandırıyorsun, dedi ve sözüne şöyle devam etti. Evlat, derenin içinden akan renkli sıvıyı gördün mü?

– Evet, gördüm.

– O, gördüğün renkli sıvı zehirlidir. Biz evlatlarımızı, o zehirli sıvıdan korumak için etrafına duvarlar örüp, üzerlerini de demir tellerle ördük, deyip iç geçirerek yere oturdu ve ardından ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı, ağladı. O kadar çok ağlıyordu ki sanki susmayacak gibiydi. Ancak, Hasan’ın yere eğilerek ellerini tutmasıyla kendine gelebildi. Ağlaması geçtikten sonra da ayağa kalkarak:

– Yıllar öncesi, gördüğün buralar yemyeşildi, her tarafta kuşlar cıvıldıyordu ve insanlarımız mutluydu, derelerimizde ise temiz su akıyordu. Yıllar böyle gelip geçti,  ta ki, büyük bir fırtına kopup, her şeyi altüst edene kadar. O, büyük fırtınadan sonra hava birden bire bozuldu ve şiddetli yağmurlar yağmaya başladı. Ardından şiddetli seller her şeyi altüst etti. Yağmurlar kesildikten sonra hayatımızı tam düzene koymaya başlamıştık ki, birden bire sıcak rüzgârlar esmeye başladı ve esen bu sıcak rüzgârlar bizim hayatımızda bir takım değişmelere sebep oldu. Bu değişimler az önce sana söylediğim gibi, gençlerimizin ihtiyar, ihtiyarlarımızın genç olmasına sebep oldu.  İşte o günden sonra her şey değişti. Kuşlar, şehrimize uğramaz oldu. İnsanlarımız mutsuz olmaya başlayıp, en ufak bir şeyden kavga çıkartır hale geldiler. Derelerimiz, sularımız bile zehir akıtır oldu. Ormanlarımızda bile bir takım değişimler oldu. Öyle ki, bu değişimler yüzünden hiç kimse ormana giremez oldu.  Köyümüzün etrafındaki ağaçlar, kendi ellerimiz ile diktiğimiz meyve bahçelerimiz kurudu.  Tarlalarımızdaki yeşillikler, yerini kuru otlara bıraktı.  hayvanlarımız bir tutam ot bulamaz oldular. Kasabamızın halkı, çoğunlukla hayvancılıkla geçindiği için bu yüzden, birçoğu şehri terk etmek zorunda kaldı. Kalanlar ise zor şartlar altında ve fakirlik içerisinde yaşıyor.

Hasan, genç adamın anlattıklarını dinleyince kafasını yere eğerek hüzünlü bir şekilde bir müddet bekledi. Daha sonra kafasını kaldırarak:

– Bütün olanlara doğrusu çok üzüldüm. Fakat hala senin yanına geldiğim zaman neden dönüp bana bakmadığınızı anlayamadım.

– Evlat, kusura bakma. O büyük fırtınadan sonra insanlarımızın çoğu fakirleşti. Bu yetmezmiş gibi bir de başka şehirlerden buraya yağmacılık için geliyorlar. Buraya yağmacılık için gelen hırsızlarda, kim kendilerini görmüşlerse ya tehdit edip gidiyorlar, ya da öldürüp gidiyorlar.  Seni de şehrimize yağmacılık için gelenlerden sandığım için öğle davrandım.

–   Peki, bunlar düzeltilemez mi?

–   Evet, düzeltilir ama çok zor.

–  Bana söyler misin, nasıl düzeltilebilir? Bu konuda belki benim bir yararım olabilir.

–  Mademki yararım olacak diyorsun öğleyse dinle. Duvarlarla örülü derenin sonunda bir orman göreceksin. O ormanın içerisinden geçtikten sonra karşına büyük bir dağ çıktığını göreceksin. Eğer, gördüğün o dağı aşıp geçebilirsen her şeye düzeltmen mümkün olabilir. Yalnız, o ormanda gördüklerin ve dağda olan değişiklikler sakın seni korkutmasın ve şaşırtmasın.

Murat CANPOLAT

Hikayenin I. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin II. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin III. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin V. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin VIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin IX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin X. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XIX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XX. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXV. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVI. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXVIII. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXIX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXX Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXI Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin XXXIII Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

 

 

 

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu