Güzel Olduğu Kadar İlginç Bir Hikaye; “99 Üzüm” I. Bölüm
Uzun zamandır Rüyamda nur yüzlü bir erkek çocuğunu görüyorum. Bazen haftada iki üç gün, bazen her gün. Bu güzel çocuğu gördükçe içime bir hoşluk doğuyor ama uyanınca ne yapacağımı bilemediğimden bütün gün perişan oluyordum. Bu rüyanın boş bir rüya olmadığından adım gibi emindim. Ancak rüyamı anlattığım sorduğum hiç kimse bana yardımcı olamadı. Bana, “burada çok rahatım halim vaktim yerinde, babama haber ver. Burada her şey çok güzel, her gün üzüm yiyorum muhakkak bunu da babama söyle.” Bana yalvarırcasına; “ne olur söyle babama Allah beni affetmiş,” diyordu. Ben ise, “sen kimsin, baban kim?” diye sorduğumda maalesef bir şekilde uyanıyordum.
Bir gün çalıştığım işyerime evimden telefon geldi. Köyden akrabalarımdan birisi hastalanmış, eve telefon açıp ölüm döşeğinde olduğunu söylemişler. Hasta beni sayıklıyormuş. Aslında çok da yakın bir akraba sayılmayız ama daha o gün cuma namazında hoca, ısrarla hastalara ve akrabalara yardımdan, onların gönüllerini almaktan uzun uzun bahsetmişti. Üstelik vaaz sırasında hoca ile çok defa göz göze gelmiştik. Tanımadığım bu imam sanki sohbeti bana yapıyor gibi anlatıyordu. Yanımda da ihtiyar birisi, yüzü önüne eğik sadece gür ve beyaz sakalları belli oluyor. “Hocayı dinle boş şeylerden bahsetmiyor,” demişti. Bu sohbetinde etkisi ile hiç düşünmeden telefonu aldım ve hasta yakınlarını aradım.
Telefon ettiğimde çok uzun süredir görüşmediğimizden kendimi tanıtmak zorunda bile kalmıştım. Hal hatırı kısa kesip hastamız nasıl dedim. Onlarda öncelikle benden özür dileyerek mevzuya girdiler. “Annemiz çok hasta istemesek de sanırız ömrünün son saatlerini yaşıyor. Akşama sabaha çıkar mı diye dua etmekteyiz. Kusura bakma seni de rahatsız ettik. Muhakkak işin başından aşkındır, ama annemiz sürekli seni sayıklıyor uyuyor uyanıyor seni soruyor, “geldi mi benim Ali’m diyor.” Gelemeyeceğini biliyoruz ama en azından sana da haber verelim onun gönlünü alalım diye rahatsız ettik,” dediler. O an ağzımdan, “ne demek rahatsız etmek, o benimde annem sayılır, selamımı iletin sabah ilk işim onu ziyarete geleceğim,” demiş bulundum. Çok sevindiler ama ancak telefonu kapattıktan sonra ben ne söyledim böyle diyebildim. Sözümden dönmekte olmazdı. Biraz kafamı kaşıdıktan sonra işyerimden kalan yıllık iznimi aldım. Akşam eve gittiğimde eşime önce Cuma vaazını ve akabinde yaşadığım olayları anlattım. Sözlerin ağzımdan gayri ihtiyari bir şekilde çıktığını söyledim. Benim dünyalar tatlısı eşim umduğumdan daha fazla olgun davranarak beni sevindirdi. “Hatta neden sabahı bekliyoruz madem akşamı sabahı göreceğinden şüphe duyuyorlar bir an evvel gidelim de helalliğini alalım,” dedi.
Biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra yola çıktık. Yol boyunca hastamız hakkında daha önceki hatıralarımızı anlattım eşime. Çocukken sürekli beraber oynadığım sevdiğim bir arkadaşım vardı. Onunla birlikte Fatma teyzenin (Hastamızın) bahçesinde oynardık. O küçük dünyamızdayken bahçeleri bize o kadar büyük gelirdi ki başka yerde vakit geçireceğimize onun evinin bahçesinde oynardık. Acıktığımızda karnımızı Fatma teyze doyururdu, bize oyuncaklar verirdi, düşüp bir yerimizi acıttığımızda bize ilk o bakardı, severdi okşardı bizi. Bize dinimiz hakkında ilk bilgileri de o vermişti. Dizinin dibine oturtup Fatiha’yı bile ilk o ezberletmişti bize. Hiç unutamazdım onun hatıralarını bizim annemiz gibiydi. Sonra büyüyünce köyden ayrıldık bir daha görüşmek ancak bayramdan bayrama nasip olmuştu, o da her bayram değil. Bu son zamanına kadar ona hiçbir iyiliğim dokunmadı, iyi ki bize haber verdiler gidip onun ellerinden bir kez daha öpmek nasip olur diye anlatıp durdum eşime.
2-3 saat sonra köye ulaştık. Evin kapısını çaldığımda inşallah yetişmişizdir diye dua ediyordum. Kapı aralandığında kapıyı açan gence hızlıca kim olduğumu tanıtıp hastayı sordum. “Nenem iyi Ali amca gel buyur içeri,” dedi genç oğlan. Eve girdiğimde herkes ayağa kalktı önce hoş geldin diye hürmet gösterdiler sonra hastanın yanına girdik beraberce. Adaşım olan Ali abi Fatma teyzenin oğluydu. Benden bir hayli büyük olduğundan bana çok abilik yapmıştı. Ama yıllar onu çok yıpratmış gözüküyordu. Köyde yaşam zordu ve bu büyük aileye o bakıyordu. Fatma teyze yataktaydı gözleri kapalı bir şekilde yatıyordu, “kulağına eğilip ana bak küçük oğlun Ali seni ziyarete geldi,” diye seslendi. Fatma teyze gözlerini açtı kafasını bana doğru döndürdü bir şeyler mırıldandı ama kimse bir şey anlayamadan tekrar uykuya daldı. “Bugün çok yoruldu anam, ama bak senin geldiğini anladı,” dedi Ali abim. Sonra hastayı kalabalığımızla yormamak için başka odaya geçtik. Yanında evin kızı ile benim hanım kaldı.
O gün eskileri saatlerce birde Ali abimle, yâd ettik. Özlemiştim onları bana çok sıcak davranıyorlardı. Ali abi bana, “anam her zaman benim sizden başka iki yavrum daha var biri küçük oğlum Ali, diğeri de küçük oğlum Fatih derdi.” Dedi. O an Arkadaşım Fatih’i sormak aklıma bile gelmedi. Daha çok pişmanlığıma yanıyordum. Beni seven birisini yıllarca bana bakan birisini hep ihmal etmişim, oysa o beni hiçbir zaman unutmamış diye düşünüyordum.
Saatler gece yarısına geldiğinde Ali abim, “hadi sizler yatın biraz dinlenin sabaha anamla tekrar görüşürsünüz,” dedi. Sende yatacak mısın? diye soracak oldum ama o an anladım ki o anasının yanında bekleyecekti. Bir odaya yer yatağı sermişler, bizi de o odaya aldılar. “Yaz ayında olduğumuzda bu oda serindir, burada rahat edersiniz,” dediler ve eşimle yalnız kaldık. Eşim yalnız kaldığımız ilk anda heyecanla bana dönüp, “Ali; kadıncağızın durumu gerçekten çok kötü. Ama bir ara kendine geldi ve beni tanıyormuşçasına oy kızım Ali geldi mi o bana bir bağ üzüm getirecekti nerede benim üzümlerim diye sordu sonra tekrar uyudu. Ne yapıp ne edip kadıncağıza üzüm bulalım. Belki de bu son isteği olabilir,” dedi. Bende “üzüm den kolay ne var dedim, sabah olsun hallederiz,” diye konuştuk sonra yattık.
Sabah erken saatlerde birden şiddetle kapı çalındı. Hemen ayağa fırlayıp kapıyı araladım, Ali abi kapıdaydı. “Anam,” dedi, “anam uyandı, kusura bakma erkenden rahatsız ettim ama uzun zamandır ilk defa onu böyle görüyorum. Sana zahmet gelebilir misin?” dedi. “Hemen geliyorum,” dedim ve yanına gittik. Odaya girdiğimde yatağında doğrulmuş bana bakıyordu. Yüzünde tatlı bir gülümseme de vardı. “Hoş geldin oğlum” dedi, “gel yanıma hasret kalmışım sana,” dedi. Hakikaten bu onun için büyük bir değişimdi. Yanına oturdum uzun uzun tebessüm ederek öylece yüzüme baktı, ben de ona moral verici şeyler söylemeye çalıştım. “Bak bitti iyileştin artık, bundan sonra sık sık yanına geleceğim,” dedim. “Sen benim anam sayılırsın senin bende çok hakkın var ben seni çok ihmal ettim, affet beni,” dedim. Odada bütün ailenin fertleri bu değişimi hayretle seyrediyorlardı. Bir müddet sonra, “seni fazla yormayalım hazır iyileşmeye başladın artık daha sonra sık sık görüşürüz,” dedim. Odadan Ali abimle birlikte çıktık. Çok mutluydu annesinin bu değişimine. “Rabbim senden razı olsun, sen ne mübarek insanmışsın” diye bana dualar etti. Ben mahcup bir şekilde “aman abi beni zor duruma sokma benlik bir şey yok. Her şey Allahtan umarım tez zamanda ayağa kalkar,” diye konuştuktan sonra “hem size yük olmaktan başka ne yaptık ki,” diyerek izin de istedim. Bana biraz daha kalın diye ısrar etti. Vazifemi yerine getirdiğimi düşündüğümden, hem kendi işlerim sebebiyle ve de Fatma anamın iyileştiğini düşündüğümden dolayı yola çıkmaya karar verdim. Herkesle helalleştim son olarak Fatma anam ile helalleşmek için odasına girdim. Ama uyuya kalmış olduğunu görünce tekrar geleceğimi söyleyin, ben rahatsız etmeyeyim diyerek ayrıldım. Yola çıkalı bi yarım saat kadar olmuştu ben huzurluydum eşimde gayet mutluydu. İyi bir şey yaptığımızı söyleyerek konuşa konuşa gidiyorduk. Birden eşim, “aaa eyvah unuttuk,” dedi. Bende, “neyi unuttun, ne oldu?” diye sordum. “Dün gece üzüm istemişti bizden hani ona üzüm alacaktık ya,” dedi. Gülümseyerek, “tamam bir daha ki sefere gelişimizde sana söz kasa ile getireceğim,” dediysem de. “O halini sen görmedin ben gördüm, yaptık bir iyilik tam yapmalıyız, hem kim bilir bir daha ne zaman geleceğiz,” diye ısrar etmeye başladı. Eşimin ne kadar ısrarcı olduğunu bildiğimden bir iki denemeden sonra vazgeçip “tamam” dedim. Bir müddet daha arabayla ilerledikten sonra yol kenarında meyve satmak için tezgâh açmış bir satıcı gördük. Belki üzüm de vardır tezgâhta diyerek hemen yanaştım arabayla. Arabadan inmeden camı aralayıp seslendim, “üzümde var mı usta?” diye. Satıcı tezgâhın arkasında arkası dönük yemek yiyordu. Bize hiç aldırış etmeden yemeye devam etti. Bende sanırım duymadı diye mecburen arabadan indim. Yanına geldim ve tezgâha şöyle bir göz attım ardından üzümün yok herhâlde bey amca diye sordum. “Yok kalmadı,” dedi. Bana doğru dönmeye bile tenezzül etmeden dalga geçer gibi, “sadece şu an yediğim salkımdan başka,” diyerek elindeki üzüm salkımını görebileceğim kadar kaldırdı. Bende zaten benimle hiç ilgilenmeyen bu adama hiçbir şey demeden arabaya geri döndüm. Daha arabaya binmeden eşim, “kalmamış mı?” dedi. Bende, “yok kalmamış sadece bir salkım kalmış, onu da kendi yiyecek,” dedim. “Nerden bulabiliriz onu sordun mu?” diyen eşime, gerek yok buluruz başka bir yerden diyecek oldum ki, satıcı arkamdan yaklaşmış ve “buralarda başka bir yerden üzüm bulamazsınız” diye gür bir sesle seslenmişti. Arkamı döndüğümde, elindeki salkımı bir pakete koyup bana uzatmıştı bile. Ben, “yok sen ye onu biz buluruz,” dediysem de adam uzattığı elini indirmedi. Adamın ses tonu ve heybeti öyle etkilemişti ki beni satıcının ters davranışlarına rağmen üzümleri aldım ve “tamam ne kadar,” dedim. Yavaşça geri dönerek yerine geçti ve oturdu ardından, “para istemez geç kalmayın siz,” dedi. Bu manasız tavırlı adam aslında biraz tanıdık gelmişti ama daha fazla uzatmamak için hemen arabaya bindim ve geri dönüş yoluna düştüm.
Köye döndüğümüzde evin önünde bir sürü insan vardı. Tedirginlikle içeri girdik, ama maalesef korktuğumuz başımıza gelmişti. Bir yandan başsağlığı dilerken bir yandan da durumu öğrenmiştik. Biz giderken uykuya dalmıştı meğer onun son uykusuymuş. Yüzünde o uykuya daldığı vakitteki gülümseme ile kalakalmış rahmetli. Ali abiye de başsağlığı dilerken, “siz neden döndünüz?” diye sordu ama ona, o sırada bizden üzüm istemişti onu unuttuk diyemedim. Sadece biraz daha vaktimiz vardı bizde bu vakti beraber geçirelim diye geri dönmüştük diyebildim. Ali abi de, “malum oldu desenize,” diye hayıflandı. Defin işlemleri için yardımcı olduk. Henüz sabah saatleri olduğundan öğlene cenazeyi kaldırmayı planlamıştık. Öğle vakti geldiğinde bütün köy camideydi. Öğle namazı ardından cenaze namazı kılındı. Köyde tanıdığım tanımadığım birçok kişi vardı ama içlerinden birisi gözüme çok batmıştı. Öğlen namazını kılarken fark ettiğim bu kişi bir yerlerden tanıdık geliyordu ama bilememiştim. Üstü başı yırtık pırtık bir avare gibi salaş bir vaziyetteydi. Camide de cenazede de en arka saflarda durmuştu. Saçı sakalı birbirine karışmış bir vaziyette olan bu kişi de cenazeyi defne gelmişti. Ama cenazede kendi annesi vefat etmiş gibi öyle bir ağlıyordu ki, perişan olmuştu. Ancak kimse onunla ilgilenmiyor yanına yaklaşmıyordu. Defin işlemini tamamlamıştık, insanlar eve başsağlığına geliyor herkes taziyelerini sunuyordu. Eşimde o sırada başka mezarları ziyaret ediyor ve onlara dualar ediyordu. Bu durumda bırakıp gitmemek için, bizde kalmış ve yardım ediyorduk. Eşimde bende gerçekten çok üzgün durumdaydık o sabah ki moralimiz gitmiş yerini perişanlık almıştı. Ama bizi ev sahibi gibi karşılamış kendi çocukları gibi görmüş olan bu insanlara yardım etmek için ayakta kalıp, evdeki bizden çok daha kötü durumda olan diğerlerine yardımcı olmaya çalışıyorduk. O gün öylece taziyeler, ağlamalar, üzüntüler ile geçmişti. Akşam olmuştu, gelen gidenler azalmış evdekilerin başlarını önüne eğip kendi içlerinde hesaplaşmaları başlamıştı.
Sevgili Okuyucularımız; yazarımız hikayesini bir bütün olarak gönderdi, ancak çok uzun olduğundan sizlerin de sıkılmamanız açısından hikayeyi üç kısıma ayırarak yayınlıyoruz.
99 Üzüm I. Bölümü Okumak İçin Tıklayınız
99 Üzüm II. Bölümü Okumak İçin Tıklayınız
99 Üzüm III. Bölümü Okumak İçin Tıklayınız