Hüddam Ustası 2. Bölüm “Esir”
Hikaye Oku; Okul açılalı iki hafta olmuştu, Necmi konuşmak için öğle arasında Mehmet’i arıyordu. Mehmet ders biter bitmez gözden kaybolmuştu. Önce kütüphaneye baktı, Mehmet yoktu ve Mehmet’in ve ya okuma ödevinin olmadığı zamanlarda kütüphane hep boş olurdu sonra bilgisayar laboratuvarına baktı internette gezen birkaç kişi ile beraber Mehmet’te bilgisayar başındaydı, cinlerle ilgili araştırma yapıyordu.
Necmi yanına gelip “bişey bulabildin mi?” diye sordu Mehmet her zamanki bıkkın tavrıyla “şu interneti eğlenmek için bulmuşlar, saçma sapan şeyler dışında hiç bir şey yok, ama Halis bişeyler bulmuş galiba, onunla konuşacağım malum senin gibi bende bu cin denen yaratıkları merak ediyorum”
Necmi aklından geçeni söyledi “Bense onları öldürmek istiyorum” Mehmet şaşkın bir şekilde gülümsedi” iyi o zaman bir yolu varsa beraber öldürürüz.”
Beraber sınıfa girdiler beş dakika sonra zil çalacaktı sınıfın yedi kişi kalmış baş belaları birini hırpalıyorlardı Necmi “durdurayım şunları” dedi Necmi bunca kişiye meydan okuyacak kadar yürekli ve başkaları için başını belaya sokacak kadar erdemli nadir insanlardandı Mehmet’se omzuna dokunup pis pis sırıtarak “gerek yok” dedi. Belalı tipler “minibüs minibüs, dolmuş minibüs” diye ritmle bağırmaya başladılar. Necmi ne olduğunu anlamıştı okula geleli daha üç gün olan ve bu sözleri duyunca sinir krizi geçiren kişiyle uğraşıyorlardı Aliyle, eski liderleriyle Necmi “bunların neden bu kadar canavarca davrandığını anlamıyorum o onlardan biriydi dostlarıydı”
Mehmet önce tahtanın yanından tahta silgisini aldı sonra büyük bir keyifle olanları izleyerek yerine oturdu sonrada “Yılmazı neden itip kakıyorlardıysa aynı nedenden, çünkü başkasına yaptığın sürece işkence eğlencelidir ha ha” gülüyordu 7 belalı ile birlikte, çünkü Ali altına etmişti ve hüngür hüngür ağlayarak sinir krizi geçiriyordu. Necmi bekleyecek değildi bağırdı “sizde hiç mi şeref yok o daha iki hafta öncesine kadar liderinizdi, dostunuzdu neden bunu ona yapıyorsunuz!”
Mehmet “Necmi hiç öğrenmeyecek” diye içinden geçirirken biraz toparlandı normalde çok arkadaşı olduğundan Necmiye bulaşmazlardı ama şimdi fena damarlarına basmıştı Necmi, her an üstüne yürüyebilirlerdi gurubun en küçük üyesi Deniz bağırdı “eğer dostumuzsa ne olmuş, senin işine karışıyor muyuz biz lan p**!” gurubun yeni lideri Tunç yumruklarını sıktı “sanırım biri dayak istiyor, Alinin yerine” Necmi’nin üstüne koştular Necmi ilk geleni gelişine bir yumrukla devirdi ikinci kişiyse kafasına ağır tahtadan eski usül tahta silgisini yedi. Bu arada ortalık tebeşir tozu doldu Mehmet silgiyi attıktan sonra en arkadaki gencin dizinin arkasına arkadan sert bir tekme yapıştırdı yere diz kapakları üzerinde çökertti. Sonra da sırtına izi on dakikada geçecek akma acısı geçmeyecek sert bir toka patlattı, sigara müptelası gencin ağzı siyah balgamla doldu ve kıvranmaya başladı. Bu hareket en çok sigara tiryakilerinde etkiliydi bir sonrakine yine arkadan saldırdı, saçından yakaladı ve çocuk arkaya doğru kıvrılınca poposuna poposuna vurmaya başladı ardından sert bir çekişle sırt üstü yere düşürdü bu arada Necmi bütün gayretine rağmen 4 kişiyle baş etmekte zorlanıyordu ki sınıfa Necminin arkadaşı olan okul futbol takımının kaptanı girdi hemen belalılardan birinin kasıklarına tekme geçirdi, üçe üç kaldıklarında beklenen oldu Tunç hemen “tamam yenildik durun!” diye bağırdı ama bunun için çok geçti Mehmet bu pislikleri dövmek istiyordu ve hazır arkasında Necmi ve Necmi’nin dostlarından biri varken dövecekti, bu herifler Mehmet’e saldıramayacak kadar tırssalarda hep alay ederlerdi ve hıncını alacaktı Tunç’un kafasına arkadan bir yumruk indirdi Necmi ve arkadaşı ise saldırdı anlaşılan bu gün onlarda dayak atmak istiyorlardı, ders başladığında belalıların hepsi yerdeydi ve dayağı atan üç kişi sakin sakin oturuyordu hoca derse girince hala yerde iki seksen yatan belalıları gördü ve sordu “neler oldu burda!”
Sınıfta bir uğultu başladı hepsi birbirine bakıyordu Necmi ve sıra arkadaşıysa birbirlerine bakmayı akıl etti bu sırada dayak yiyenler ancak kendilerini toplayıp yerlerine geçebildiler ve onlarda üç kişiden dayak yediklerini söylememek için hocanın sorularını cevapsız bıraktılar. Malum nedenlerle en arkada ve yine malum nedenlerle tek başına oturan Mehmet elini kaldırıp “Hocam Ali’ye dolmuş diyorlardı sanırım o dövdü” Ali ders başlamadan yirmi saniye önce kendine gelmiş tüm okul altına yaptığını görmesin diye sırasına oturmuştu ama dayanamayıp yine ağlamaya başladı hoca çocuğu kolundan tutarak kaldırmaya çalışıyor “evladım bi yüzünü yıka gel” deyip duruyordu gençse tüm sınıf altına yaptığını görmesin diye yerinden kalkmamaya çalışıyor “tamam hocam ağlamayacağım” diyerek ağlamayı sürdürüyordu, hödük lakaplı Ersin hoca sonra burnunu çekti “bu kokuda ne?” sonra Aliye döndü “ulan sen altınımı doldurdun, lan git kıreşine oraya s** burda işin ne!” Ali kalkarken Mehmet “hocam o doldurmamış kendiliğinden dolmuş, dolmuş!” çocuk bu sefer tüm sınıfın kahkahaları arasında yine ağlamaya başladı bu duruma gülmeyen tek bir kişi vardı düşmanının bile düşmesine gülmeyecek kadar asil olan Necmi. Ders çıkışında sahafa yürülerken Necmi Mehmet’e “neden bunu yaptın” diye düşünceli ve sıkkın bir biçimde sordu Mehmet “neyi?” Necmi Mehmet’in bilerek anlamamazlıktan geldiğini biliyordu ” Aliye yaptıkların onu böyle hırpalaman gerekmezdi düşmüş düşeceği kadar garip” Mehmet Necmi’ye pis pis sırıtarak “benim en iyi yaptığım şeyin düşene tekme vurmak olduğunu biliyorsun” Mehmet kavgalarda rakiplerini her zaman hareketsiz bırakıp dövmeye çalışırdı zaten böyle pis dövüşmesiyle tanınırdı ve bu hareketsiz bırakma yöntemiyse genellikle yere düşürme olurdu sonrasıysa tekmeydi tabi, ama sorunun cevabı bu değildi Mehmet insanlara sadece gerektiğinde zarar verirdi ve çıkar için zarar verirdi asla zevk veya kuru intikam için değil onun amacı, Ali’nin birinin bisikletini sabote ettiğini anlayacak kadar sağlıklı düşünmesini önlemek kafasına toplamasına engel olmakla kalmayıp günün birinde çoktan hurdalıkta imha edilmiş kanıtın yanında olayın tek gerçek tanığı bir gün akıllanıp kendisine bu komployu kuranın kim olduğunu anlasa bile kimsenin ona inanamamasını sağlamaktı ve bunun için Alinin deli damgası yemesi gerekiyordu ve ne yazık ki bizim toplumumuzda bir psikiyatri kliniğinde kısa bir süre tutulmak bu damga için yeterliydi, Mehmet’in tam olarak yapmaya çalıştığıysa buydu. Necmi bir süre sonra anlamadığı bir şeyi daha sordu “Tamam seni anlarımda niye eski dostları ona bir anda düşman oldu? bunu anlayamıyorum” Mehmet bu sefer doğru cevabı vermeye karar verdi, “Ali farkettiysen kısa sürede alay konusu olacaktı, bu gün yaşananlar olsun ya da olmasın” Necmi “eee” Mehmet ” Gurup iç güdüsel olarak sözde itibarlarını bu utanç verici eski üyeyi toplum önünde aşağılayarak korumak istedi yani bu yapılan aslında onun artık gurup üyesi olmadığını ilan etmekti.” Necmi “peki neden o zaman bütün sınıfın önünde yapmadılar ya da bütün okulun?” Mehmet sıkkın bir sesle “gurup önce kendi hissiyatını bir anda, istemsizce gösterdi muhtemelen yakın bir tarihte bu dediğini de yaparlar.” Necmi artık susması gerektiğini Mehmet’in sesinden anladı zaten cevabın muhtemelen verilebilecek en doğru cevap olduğunada kannaat getirmişti. Halisle yine sahafta buluştular halis dükkanı kapadıktan sonra, Halisin masaya koyduğu eski el yazmalarının çevresinde toplandılar Mehmet merak ve heyecanla “ee ne buldun bakalım!” Halis Mehmet’e “bir sürü efsane ama çocuğun anlattığı duman vardı ya…” Necmi şaşkın “sen dumanı nerden biliyorsun?” Mehmet “ben söyledim ne olacak, ne aradığımızı bilmesi lazım değilmi!” Necmi “ben bişey demek…” Mehmet “İşimize bakalım” Halis bu mahcup edici insanda odadan çıkma hissi uyandıran o andan sonra iç çekerek kitaba baktı ” Bulduğum tek işe yarar şey binüçyüz yıl öncesine ait bir farsça kitabın tercümesini yaptığını idda eden kötü yazan bir katibin kitabı 18. yüzyılın sonlarına ve ya 19. yüz yılın başlarına ait elli sayfalık bişey” Necmi “işe yarardan kastın ne?” Halis “diğer kaynakların hepsi İslam sonrasına dayanıyor ancak peygamberimiz doğduktan sonra gök kapıları cinlere kapandı aynı şekilde insanlarla iletişime geçmeleri ve insanlara zarar verebilmeleri biraz güçleşti, yani insanlar üzerinde tesirleri eskiye nazaran azaldı . Necmi anlamaya çalışıyordu “peygamberimiz dediğin şu Mu Mu…” Mehmet “evet biz Müslümanların peygamberi o oluyor” Necmi pancar gibi kızardı, içinden “bu kadar sırıtmasalar olmuyor” diye geçirdi. Mehmet “Ya peki Eceye olanlar” Necmi kız kardeşinin adı geçince dişini sıktı Halis “Sanıyorum cinler ahir zamanada bir miktar azıttılar ve yeniden güçlenmeye başladılar, işin kötü yanı hüddam ilmini bilen kimse kalmadı en azından çok azaldılar.” Mehmet “hüddam?” halis “cinlerle baş edebilme, hükmedebilme ilmi ki bu ilme ait kaynak neredeyse yok” Necmi konuşmaya girdi ” Yani bu hüddam denen ilimle bu cin denen yaratıkları öldürebiliyormuyuz?” Halis yazmalar arasından bahsettiği elli sayfalık kitapçığı çıkardı “hayır en azından İslam dönemine ait şeylerde değil, ama bu İslam döneminden öncesine ait, yani cinleri nasıl esir edebileceğimizi ve öldürebileceğimizi söylüyor.” Halis gayet ciddi ” Ancak yazarın düştüğü nota göre cinleri esir edenler ve katledenler onların insafına kalıyor, bunu deneyip başarısız olsalarda durum değişmiyor” Mehmet “yani?” Halis “Ece de olduğu gibi İslami dua ve muskalarca korunma hakkını kaybediyorsun ve sürekli saldırı tehditi altında kalıyorsun ve hele bir cine zarar verdiysen bütün aşireti sana saldırıyor, kısaca bu kitaba göre eğer ardında cinlerle savaşmaya hazır olan ve bunu nasıl yapacağını bilen bir ordu yoksa bu intihar ve ya daha kötüsü oluyor.” Necmi “Daha kötüsü de neymiş?” “cinler vücudunu ele geçirip senin vücudunla sen görebiliyorken ve hissedebiliyorken bütün sülaleni senin ellerinle öldürüyorlar, en azından kitaba göre.” Bu resmen kabustu Necmi kendine tekrar düşünmesini söyledi bu gerçek bir kabustu çünkü, Necmi “peki arkadaşlar size bişey söylemek istiyorum, ben cinlerin peşine düşmek istiyordum” Mehmet “Allahtan dum ekini kullandın” Necmi “aynen söylediğin gibi bu parazitleri rahat bırakmaya karar verdim, sonuçta insanlar dua ile korunabiliyorlar.” Halis “İyi söyledin bu meseleyi bırakalım artık.” Toplandıkları masadan kalkarken Mehmet kaşla göz arasında küçük kitabı cebine tıktı cin denen şeyleri esir etme fikri ilgisini çekmişti bu konuyu ve getirilerini arkadaşlarını karıştırmadan araştırmak istiyordu. Sahaftan çıktıktan sonra aynı çarşı içinde bir fotokopiciye uğrayıp kitabın birkaç fotokopisini çektirdi, Mehmet Osmanlıca okuyabilirdi hemde rahatlıkla ondan fazla Osmanlıca kitabın fotokopisin okumuştu ve kitaba baktığında ilk gördüğü şey gerçekten kötü yazılmış olduğuydu sanki yazarın eli titriyormuş ya da yazmayı yeni öğreniyormuş gibi yazılmıştı. Ertesi sabah Halis gelmeden dükkana uğradı sabahları dükkanda genelde Halisin dedesi bulunurdu tanıdık olduğundan hiç çekinmeden Halisin dedesiyle merhabalaşıp kitabı masada eski yerine koydu. Çıkarken yine selamlaştı nicedir almak istediği bir romanı kiraladı, sonra dükkandan hiç şüphe uyandırmadan ayrıldı. Eve döndüğünde işler bildikti memur olan babası kahvaltıyı yapmış oturma odasında televizyona bakıyordu annesiyse evin o dar mutfağında bulaşık yıkayıp sesli sesli “Bir bulaşık makinesi almadın üstelik bak ne kadarda tasarruf sağlıyormuş” sesli sesli söyleniyordu maksat Mehmet’in babası Selim bey duysun, günlerden cumartesiydi tabi babası gazete sefası yapacaktı ama ortada o mereti alacak para yoktu işin aslı Mehmet’in babası gazeteleri internetten takip etmesine rağmen internette yoktu ki zaten hiç olmamıştı, oğlunu görür görmez Selim ” Oğlum gazete okumak için internete girecektim de” babası Mehmet’in izni olmadan gazete okuyamıyordu çünkü Mehmet’in önce komşunun interneti download için kullanmadığından emin olması gerekiyordu çünkü download yaparken küçük bir kaçak kullanımı bile farkedebiliyordu ve bu küçük hata iki yıl önce olduğu gibi komşunun şifresini değiştirmesine ve daha kötüsüne yani toptan wireless modemden vazgeçmesine neden olabilirdi ki bu da baba oğul araklayıcıların işine gelmezdi, Mehmet bilgisayarın başına gitti açtı, komşunun interneti ne kadar kullandığına ilişkin bilgileri veren kendi yazdığı, aslında bu iş için yeniden düzenlediği programı açtı, her zamanki gibi modem açıktı ama program hiç bir bilgi veremiyordu çünkü komşunun bilgisaları kapalıydı, Bağırdı “baba ne okuyacaksan şimdi oku komşunun bilgisayarı kapalı, sonra pencereden aşağı baktı komşunun arabası yoktu “galiba evde de değil ne kadar istersen kullan” Mehmet oturma odasında babasının yerine oturdu bu arada babası da onun odasında gazete okuyacaktı sabah haberlerini açtı haberlerde yüz binlik bir şehirde, Mehmet’in oturduğu şehirde işlenen bir cinayete ait haber vardı, adamın biri ailesini öldürmüştü, Selim bey kendine benim şehrimde de böyle şeyler oluyor mu diye sormadı. Koca cumartesi gününde yapacak birşey yoktu, Mehmet dışarı çıkmaya karar verdi dar apartman merdivenlerini asansöre tercih edip her indiği katta açılan sensörlü ışıklar eşliğinde binadan çıktı, son zamanlarda çok adrenalinli işler yapmıştı antik bilgisayarında oynayacak oyun kalmamıştı ve yeni bir kitap kiralayacak kadar bile parası yani bir lirası bile yoktu “off” diye iç geçirdi babası oğluna harçlık olarak bazen aylık on lira bazen sıfır lira verirdi ortalama yıllık 50 lira falan harçlık alıyordu Mehmet bu yüzden kantinde neredeyse hiç birşey yiyemez hiç bir yere dolmuşla gidemez tanesi 1,5 liradan satılan korsan filmlere bile para veremeyip izlediği tüm film ve dizileri komşunun internetinden araklayarak indirirdi, zaten alt komşu sınırsız internete sahip olmasada onuda yapamazdı ya, işte bunları düşünürken yolda bir boş meyve suyu tenekesini tekmeledi içinden “bir iş bulsamda bari bilgisayarımı yenilesem” diye geçirdi, televizyonlarda çıkan Amerikan filmlerinde bu yaşta bir çocuğun parttime işlerden para kazanması kolay ve mümkündü ama Türkiyede böyle birşey hiç olmazdı, az bir para kazanmak için yapılacak iş sanayici çıraklığıydı ki onun için günde oniki saat pazarları dahil çalışmak ardında dilencilerin bir haftada kazandığından az para kazanmak demek olduğunu herkes bilirdi, dar sokaklarda yürümeye devam ederken arkadan bir araba gözüktü hızla ona yaklaştı ve durmaya çalışıyordu Mehmet’e deydiği anda Mehmet hemen yere attı kendini aklına para kazanmak için gelen tek şey buydu fırsat bu fırsattı yere düşmüş taklidi yaparken arabaya baktı murat 124 içindense hiç parası olmadığı belli bir köylü çıktı en azından kasketi yeleği ve kirli paltolonuyla öyle gözüküyordu, Mehmet adamın yardımıyla ayağa kalktı halbuki bişeyi yoktu maksat rolü bozmamaktı adam “bişeyin yok ya yiğen” dedi Mehmet “yok dayı yok sadece biraz değdin” zengin biri olsaydı karşısında polis çağımakla tehdit edip polise ceza olarak vermek zorunda kalacağı parayı kendisine vermeye ikna etmeyi düşünmüştü ama bu adamın kendine yeten parası olsaydı bantla tutturulmuş en az on yıllık gözüken gözlük çerçevesini yaptırırdı, yaşlıca adama Mehmet “hadi sağlıcakla” diyerek ayrılırken adam ona hemen bağajından çıkardığı bir büyük torbayı uzattı “azcık dokunduk devrildin yiğen galiba açsın al şunu, yersin” içi patates doluydu bu torbanın ve on kilo vardı Mehmet “teşekürler dayı” deyip ayrıldı güldü kendi kendine babasının maaşıyla 4 şey hariç hiç bir şeye sahip olamazdı ve bunların arasında açlık çekmeyeceği güzel yemekler en baştaydı patatesi eve götürmek yerine satacaktı, Mehmet’in babası 1300 lira civarındaki maaşıyla ailesine 4 şeyi tam sağlayabiliyordu bir kirası düzenli ödenen küçük bir ev, iki ele güne kendilerini rezil etmeyecek düzgün görününmlü ucuzca markasız elbise, ayakkabı v.s. üç kışın soğukta hiç üşütmeyen ev ısıtması ve dört yemek, kurbanda kestikleri koç, keçi, koyun gibi hayvanların sadece bir iki kilosunu tanıdıklara götürür etsiz kemiklerini fakirlere verir ve ya ilk gün kendileri kaynatır onun dışında tamamın paketleyip buzdolabının derin dondurucusuna tıkar bütün sene yerlerdi. Bu et ihtiyacınının çoğunu karşılar sebze meyve gibi şeyleriyse babası genelde bol alırdı yani Mehmet asla açlık çekmemişti ama yinede diğer bütün eğlence ihtiyaçlarını görmezden gelmeleri gerekiyordu, imkanlar kısıtlıydı, Mehmet para vermemek için, aynı zamanda pek arkadaşı olmadığından okul pikniklerine bile gitmezdi ve Mehmet bu işin tek örneği değildi pek çok kişi fakirdi yine pek çok kişi Mehmet’ten daha fakirdi yol üzerinde dar koyu gri sokakta patates çuvalını güvenli bir yere koyup bir markete girdi, “affedersiniz torba lazımdı da iki tane kaç paradır?” market sahibi iki orta boy torbayı uzattı ve “ne luzumu var buyur” dedi mehmet torbaları ve patates torbasını aldı yol üzerinde iki markette daha aynı şeyi yaptı çünkü on torba için elli kuruş para isteyeceklerdi ve kimse iki torbanın parasını istemezdi bu yüzden Mehmet cebindeki tamı tamına yetmişbeş kuruşu harcamadan torba almış oluyordu en son her zaman gittiği mahalle bakkalına gitti burası küçük insana daral getiren bir yerdi zaten muhtemelen yakında iflas ederdi “Tahsin abi iki torba verirmisin ?” torbaları veren Tahsin “on kuruş” dedi Mehmet parayı öderken” tamam ama terazini de kullanacağım” dedi patatesleri beş beş on parçaya böldü torbaların beşine iri patatesleri beşine daha küçük olanları koydu, birer birer tarttı her biri bir kiloluk on torbanın yanı sıra büyük torbada eve götürebileceği yediyüz gram patates kalmıştı şimdi sıra satmaya geldi dedi kendi kendine “en iyi nerede satarım?” diye sordu bu gün pek çok annenin gideceği bir yere yani parka gitmeye karar verdi parkın çıkışına torbaları koydu kaldırıma oturdu, insanlar boyutundan korktukları birinden alışveriş yapmazlardı bu yüzden Mehmet oturarak kendini daha az korkutucu hale getirmiş oluyordu. Torunlarını iki elinden tutmuş başı örtülü pardesülü yaşlı bir teyze çıktı geldi patateslere bakarken “evladım kaç para?” diye sordu Mehmet malum nedenle yerinden kalkmadan büyük seçme patates 1.250 küçükler 750 dedi halbuki pazarda aynı şey büyüğü bir lira küçüğü atmış kuruştu teyze “kalsın” deyince Mehmet ayağa dikildi teyzenin şok olmasından faydalanıp “babaannemin ürünü organik bakın ben hep bunlardan yedim böyle uzadım” dedi, yaşlı teyze “organik değilde hormonlu olmasın bunlar?” deyiverdi teyze ve torunları kikirderken Mehmet’se “Allahım ben niye bu kadar uzunum” diye içinden kendi yaptığı içli bir arebesk uyarlamasını söylüyordu. Bir sonraki müşteri adayı geliyordu hemen yerine oturdu yüzünün kızarıklığının geçmesini umdu karşısına gele gele elleri arkasında yaşlı bir adam geldi ağzını geviren sakallı takkeli hacı amca “ne kader” diye sordu Mehmet “seçme iri bir ikiyüzelli küçük yediyüz elli dedi adam “peki bi büyük bi küçüğü bane netcen” Mehmet mal bulmuş mağripli gibi sırıtarak “size özel iki olur”, yaşlı adam “Peki bane has iki ise, diğerlerine ne etcen?” Mehmet yaşlı adamın hesap kitaptan gayet iyi anladığını ve iki müşteride iki kez mors olmaması gerektiğini düşündü “Bir doksan beş” dedi yaşlı adamsa “bi saf beni buldun öğlemiyy” dedi adından yere tükürüp “ückayatcı!” dedi ve gitti Mehmet bir bunalıma girmişti satış yapmak nasıl bu kadar zor oluyordu daha sonra bebeklerini gezdiren genç bir çift geldi adam “patates ne kadar” diye sordu çömelmiş kafasını iki elinin arasına almış ve pancar gibi kızarmış olan Mehmet “büyük 1 25 küçük 75, torbalar birer kilo” dedi adam parasını uzatıp bir torba küçük patates aldı, Mehmet üç saatte tüm patatesi satmıştı gerçi defalarca para bozdurmak için yakındaki markete uğramıştı ama yinede cebinde on lira atmış beş kuruşu olduğu için mutluydu şimdi gidip gününü başka para kazandırabilecek bir iş bakarak geçirecekti. Birkaç saat boyunca şehrin engebeli ve yamalı yollarında gezdi belediye kanalizasyon tamiri şantiyelerinin yanından geçti, bakındı daha sonra üzgün ve işsiz bir biçimde yola koyuldu o yolda kendi kendine “Param yok, arkadaşım yok, kız arkadaşım, internetim, bisikletim, işim, düzgün bir bilgisayarım… yok yok yok o zaman kaybedecek birşeyimde yok” karar verdi eve dönüyordu. Yol üzerinde kütüphaneyi gördü her ay üç lira veremediğinden şehir kütüphanesine üye bile olamıyordu. Basık ve karanlık merdivenlerden elinde içinde az bir patates olan ortasından tuttuğu dev torbayla çıkıyordu “iyi aydınlatılmış merdiveni olan bir evim bile yok” dedi kendine tam bir depresyondaydı umutsuzluk onu bu hale getirmişti depresif biri haline. Kapıyı çaldı annesine patatesi uzattı annesi “oğlum bu ne” sıkkın bir biçimde “patates” annesi “ne oldu” diye sordu ama Mehmet odasına girdi ve elli sayfalık Osmanlıca kitapçığın fotokopisini okumaya başladı bir önceki harçlığının tamamını buna ve iki eşine harcamıştı para etse iyi olurdu çünkü her biri Mehmet’e iki buçuk liraya malolmuştu, rahat okuyabilmek için tam boyutlu çektirmişti fotokopileri.
İşte hayat böyledir fakirseniz her şeye kuruş hesabı yapmanız gerekir üstelik gençseniz elinizdeki üç kuruşuda arkadaşlarınıza fakir olduğunuzu belli etmeyecek şekilde kullanmanız gerekir.gerçi Mehmet’in böyle bir derdi yoktu çünkü arkadaşıda yoktu. Kitapçığı okudukça içi rahatlıyordu çünkü Persler esir ettikleri cinleri sık sık kumarda hile yapmak hatta hırsızlık yapmak gibi işlerde kullanmışlardı aynı zamanda cinler beşyüz, bin sene arası normal ömüre sahip olduğundan ve insanlarca görülmediklerinden rahatlıkla hazineler gömülürken görebiliyorlardı ve esir eden şahsa bir definenenin yerinide söyleyebilirlerdi ki bu az bir ihtimal değildi. Aynı zamanda insanları korkutmak ve hatta esir cinin ittaat ettirmek istenen insanın bedenini ele geçirmesini sağlamak mümkündü, gerçi bunca avantajın yanı sıra cinlerin kendi türlerini öldürenleri ve esir edenleri öldürmeleri ve ya ölümden beter etmeleri çok yaygındı ama Mehmet kendine “kaybedecek sadece iğrenç bir hayatım var” dedi. Mehmet ardından kitapta cinlerle ilgili bilgileri inceledi cinler ateşten yaratılmış varlıklardı, insanlar tarafından görünemezlerdi, görünmek istediklerinde ya da çeşitli malzemelerle insan görebilir hale geldiğinde de siyah duman olarak gözükürlerdi çünkü asıl formları buydu ama cinler fiziksel formlarda alabilirlerdi bu formlar genelde keçi,ördek,kedi, köpek, kirpi, yılan gibi küçük sayılabiliecek hayvanlardı ama özellikle güçlü olanlarının kitaba göre insan formu alabilmeside mümkündü bu canlı şekillerine girdiklerinde ki kitapta suretler olarak geçiyordu yeniden dumana dönmeleri doksan yüz saniye gibi kısa bir zaman alıyordu ki bu zaman esnasında dönüştükleri canlının pençe, zehir, iğne gibi kendinden gelen silahları dışında silahsız ve insanlarca katledilmeye açıktılar yalnız bu formdalarda insanlar onları öldürebiliyordu ve bu iş kitaba göre genelde silahlı bir insan için kolay oluyordu, bu formlara geçmeleri için duman haldeyken çıkamadıkları bir kapana doğru kovalanmalıydılar buradan duman olarak çıkamadıklarından kısa sürede ya hayvana dönüşüp her şeyi riske atmayı kabul ediyor ya da insanların onları kovalarken kullandıkları basit malzemelerle işkenceye uğruyorlardı ve sonunda ya diğer cinler cesaret edebilecek durumdalarsa insanlara saldırıyor ya da cin insanın esiri olarak çeşitli objelere hapsedilmeyi kabul etmek zorunda kalıyordu ki bu cin için en fazla elli senelik bir esaretti çünkü insanlar cinlere göre çok hızlı ölüyordu ve bundan sonra esir eden bir şekilde ölmeden önce esir cini öldürmeyi başaramazsa veya cin kaçmayı başarırsa cin kendisini esir eden insanın nesillerine musallat oluyordu. Ki başta dendiği gibi cinler beş yüz, bin sene arası yaşıyorlardı. Cinleri görmek için gereken mazeme Mehmet’in aktarlarda kolayca bulabileceğini sandığı birkaç otla dünyanın çeşitli yerlerinde sıklıkla görülen birkaç böcek türünden her hangi birinin kanının karışımından oluşuyor ve bir günde bir saat kadar işe yarıyordu sonrasında ava çıkmış kişi cinler için kolay hatta eğlencelik bir ava dönüşüyordu tabiki .kapana girenler kapandan çıkmayı başarıp tekrar dumana dönüşene kadar bütün insanlarca görünebiyorlardı. Esas mesele cine duman halinde zarar verebilmekti çünkü bu onları kapandan çıkmak için hayvana dönüşmelerini sağlamanın tek yoluydu, cinler toprağa değmiş temiz sudan ve şiddetli rüzgardan zarar görüyor ve kaçıyorlardı tabiki duman halinde iken ve cinler neredeyse hiç bir zaman hayvan şekline girmezlerdi, istisna türler vardı tabi cinler yağmur ve deniz suyundan değil sadece bildiğimiz temiz kaynak, nehir ve göl sularından rahatsız olurlardı rahatsızlıksa sadece duman hallerinde iken bu suyun onlara isabet etmesi ile mümkündü. tabi rüzgarda onlar üzerinde ciddi bir tesire sahipti kitaba göre cin avı esnasında şiddetli rüzgar bulunması önemli bir avantajdı.Kapan yapımına gelince kapan yine Mehmet’in bir aktardan kolayca bulabileceğini zannettiği bir ot karşımı ile temiz kaynak suyunun karıştırılıp kaynatılması ortaya çıkan boyalı suyun taşlar ya da kağıtlar üzerine yazılıp bir düzgün olmasına gerek olmayan altıgen ya da sekizgen halinde konulması gerekiyordu ki bu altıgenin içine giren cin hayvana dönüşmeden çıkamazdı, Cinin hapsedilmesi gereken malzeme ise değerli taştı Mehmet bu sözü okuduğu anda “bu kadarmış bu sıkıcı yazıyı okumama gerek yokmuş” diye kısık sesle söylenirken gözü değerli taşlara takıldı baştaki akikti diğerleriyse yine genelde benzeri çok pahalı olmayan yarı değerli taşlardı, yani hala bu işi yapabilirdi. Mehmet ertesi gün yani pazar günü malzemeleri aramaya başladı ilk girdiği aktarda aradığı mazemelerin çoğu vardı güzel bir koku kaplıydı mekan ve aktar etrafta dolanıp bir sürü otu inceleyip etilndeki kağıda işaretler koyan dev gibi delikanlıya “Ne alacan yiğen” diye sordu Mehmet kafasını kaldırıp bir sürü malzeme saymaya başladı sonrada “hepsinden beşer gram istiyorum.” dedi aktar dükkanına giren delikanlıya “ben nasıl ayrı ayrı gıdım gıdım tartıyım sen benle alay mı ediyorsun” adama genç biraz mahçup bir edayla “yararlı bitkiler üzerine bir okul projem var ailelerimiz gelip ziyaret edecek ama pek param yok” aktar gülümsedi “ha o yüzden gıdım gıdım alıcan neyse bu dediğin bize yarar şifalı otları tanıtman satışımı arttırır o yüzden bu saydıklarını sana bedava vereceğim” ve bedavaya verdi kalan malzemelerde de Mehmet proje sergisi lafı edince aktarlar ona hem indirim yaptı hemde gıdım gıdım almasına izin verdiler. Mehmet sadece iki lira harcayarak otları aldı ve uzun bir pazarlık sonunda yol üstünde yarı değerli taşlardan tesbih yüzük bilezik vs satan bir seyyar satıcıyı sekiz buçuk liraya bir akik yüzük (26)satmaya ikna etti sonuçta sadece böcek kalmıştı ki onuda evden yanında getirdiği kapağına delikler açılmış bir küçük kavanoza doldurabileceği bir yer buldu, ve kavanoz bolca böcekle doldu. Şimdi temiz su atacak bir su silahına ve birde gerçek silaha ihtiyacı vardı ki bu ikisi birbirinden pahalıydı ve Mehmet’in cebinde sadece on beş kuruş vardı su silahı için bir taşınabilir su püskürtücü lazımdı basınçlı su tüpleriyle çalışan birşey, ama bu çok pahalıydı yanına birkaç şişe su alabilirdi ama gerçek silah olarak aklına bıçak dışında birşey gelmiyordu ve bakkallarda satılan küçük su tabancalarını bile alabilecek parası parası yoktu. Şişieyle su atmayı düşündü ama hem çabuk biter hem kısa menzilli olurdu. İçinden kendisine “bu kitapta yazanlar gerçekmi onuda bilmeden bu işe kalkışmak ne çocukça” dedi sonrada “ben gerçi pek yetişkin sayılmam” dedi kendisine. Evde uzun bir kaynatma süreci sonunda yeşil renkli doğal boyayı hazırlanıyordu Mehmet annesi gelmeden bitirebileceğini umuyordu, babası annesinin komşuya gittiğini söylemişti babası ise televizyon başında spor haberlerini izliyordu kapı çaldı annesi mutfakta büyük cezvesinde kaynayan balçıkımsı karışımı görünce delirmiş gibi Mehmet’e bağırdı “Sen ne yaptın, güzelim cezvemde?” Mehmet ne yapacağını bilmez halde “Anne kızma bu bu şey için” “ne için Mehmet! pislik içinmi” annesine doğruyu söyledi “bu bitkisel boya zararsız.” annesi “ee, neye yarıyor?” Mehmet hemen “millet bunlara meraklıymış eğer tutturursam para kazanabilirim.” annesi pek inanmadığını yüz ifadesiyle gösteriyordu ama Mehmet odasını hep temiz tuttuğundan ve okulda onla uğraşanları dövmek dışında bir yaramazlığı olmadığından içinden onu azarlamak gelmedi. Annesi Mehmet’e “tamam çamurunu da al git” dedi Mehmet hemen cezveyi kaptığı ile çıkarken “o cezveyide sen yıkıyacaksın!” diye bağırdı, mehmet hemen sadece altısını kullanmak niyetinde olduğu sekiz mukavva parçasına kitapta söylendiği gibi Arapça, Süryanice ve farsça dillerinden birinde dur anlamına gelen bir kelimeyi yazacaktı , Arapçada dur anlamına gelen “gif” kelimesini Arapça olarak eski resim fırçasıyla yazdı. Gözlerinin cinleri görmesi için gereken malzeme en zor olanı oldu kabuklu küçük böcekler karışımın içinde ezilmemek için gerçek bir direniş gösterdiler. Son olarak tüm malzemeler hazır olduğunda iki mesele kalmıştı cinleri dumanken zarar verecek bir su püskürtücüsü ve bir adet hayvana dönüştüklerinde kullanılacak silah, akşam vakti Mehmet dışarı çıktı su tabancası kullanmayı düşündü sonra kendine “bu düpedüz ahmaklık hatta intahar olur, çünkü cinler duman formundaykende insanlara zarar verebiliyorlardı, gerçi genelde önemsiz bir geçici felç tarzı bir zarardı ama yinede riske girmemeliydi kitabın ne kadar küçülttüğü ya da ne kadar büyüttüğünü kimse bilemezdi. Akşam saat altı civarında apartmanın düz tavanlı çatısına çıktı son bahar olduğundan dolayı hava kararmaya başlamıştı gözlerinden birine cinleri görmesini sağlayacak karışımı sürdü, yanına acil durumlar için malzemelerini de almıştı ama esas amacı şimdilik sadece cinleri gözlemekti, gözü yanmaya başladı içinden “bu kötü bir fikirdi belki gözüm iltahap kapıcak mahvolacağım” diye geçirirken sol gözündeki acı geçti, ve sağ gözünü kapatıp baktığında çevrede kendi halinde insanlara zarar vermeyen cinler olarak tanımlanan gri duman halindeki cinleri gördü, çöp tenekelerinin çevrelerinde geziyor muhtemelen çeşitli kitaplarda söylendiği gibi soğan kabuğu, hayvan kemiği gibi artık malzemelerle besleniyorlardı, bu kimseye zararı olmayan cinler Mehmet’in umurunda değildi, bu yaratıkların tek derdi karınlarını doyurmaktı ki bunun insanlara hiç bir zararı yoktu esas olan siyah duman olarak gözükenlerdi, bu cinlere mücrimler denirdi, bunlar aynı cinlere saldıran insanlar gibiydiler yani insan saldırılarına tamamen açıktılar, Mehmet cinlerin şehirde bu denli az olmasından büyük memnuniyet duyuyordu toplamda on beş on altı kadar normal masum cinlerden vardı “bir tane bile mücrim cin görmedim” diye söylenirken astrolojiye pek meraklı olan Nebahat hanım yukarı çıktı elinde bir teleskop birde dürbün vardı, annesinin arkadaşı oluğundan Mehmet “Nebahat abla, dürbünü alabilir miyim” diye sordu Nebahat, “al hadi neyse” diyerek dürbünü uzattı, dudağını kıvırmıştı ve vermek istemiyordu ama bu Mehmet’in hiç umrunda değildi dürbünü Necmigilin evine çevirdi ve bir patlama sesi duydu önce önemsemedi havai fişek atmak günümüzün en luzumsuz modası diye düşünü ama sonra gördü ki bir adam çocuklara pompalı tüfeğini doğrultmuş ateş açıyordu Mehmet başka kimsenin göremediği bişeyde görüyordu adamın çevresini kaplamış o kap kara duman bunu ona bir cin yatırıyor olmalıydı o anda Mehmet dürbünde Necmi’yi gördü endişe ile duruma bakarken bir kadın çocukların önüne atladı, Necmi ye döndü en son koşuyordu, Mehmet’in dürbünü atmasıyla mazemeleri kapması bir oldu o çocuk katili cinin bu işten sıyrılmasına izin vermeyecekti.
Necmi dışardan gelen sesi duyunca pencereden baktı, gördüğü şey korkunçtu Yıldız abla dediği annesinin en yakın arkadaşı elinde tüfek olan, Demir amca dediği ve çok iyi bir aile babası olarak bildiği kişiden kaçmaya çalışıyordu fırlayarak evden çıktı adam bir kez daha ateş etti hemde çok sevdiği ve baba baba diye ağlayarak kaçmakta olan çocuklarına doğru Necmi afallamıştı dizleri tutuldu ama bu Yıldız’ın çocuklarına gelen merminin önüne atlamasıyla bir öfke patlamasına dönüştü aklında tek birşey vardı biri on yaşında diğeriyse yedi yaşında olan ve annelerinin kanlı bedeni önünde ağlamaya başlayan bu çocukları kurtarmak, Demirin yüzü sanki ciğeri sökülüyormuş gibi buruldu tüfeği ona korkmuş gözlerle bakan on yaşındaki kızına döndürdü ve tam bu anda Necmi’nin yumruğu yüzüne inip onu bir tarafa silahını bir başka tarafa savurdu, kalkıp koşarak Necmiye saldırdı Necmi ise tüfeğe doğru koştu silahı kapınca boynunda adamın kolunu hissetti adam çok güçlüydü silahı kaptıracağını anlıyan Necmi tetiğe dokundu artık tüfek yeniden pompalanmadan ateş edemezdi Necmi adamın dehşeengiz gücüyle yere savruldu, adam tüfeği aldı pompaladı ve yine aynı acı dolu gözlerle Necmi’ye bakarak silahını doldurtu, Necmi içinden “bekle, bekle” diyordu tetiğe basarken Necmi yuvarlanarak atıştan kurtuldu Necmi son anda kaçmaya çalışmadığı takdirde Demirin tekrar küçük bir vektör ayarlamasıyla kendisini vurabileceğini bildiğinden son anı beklemişti ve ayağa kalktı adamın kasıklarına bir tekme savurdu demir etkilenmedi ve Necmi o anda bu sefer göze saldırdı parmaklarını soktuğu gözler kapanınca silahlı adamın göğsüne tekme vurdu bu arada demir tetiğe dokundu ama bu sefer hiç birşey olmadı silah boşalmıştı. Demir tam bir tezat abidesi gibi rahatlamış gözüküyordu, silahının dipçiğini bir balta gibi kaldırdı tüm bunlar olurken koca mahallede yardıma sadece iki kişi yani kapıcıyla eşi geldi diğer insanlarsa luzumundan fazla bir korkuyla durumu evlerinden izliyorlardı kadın çocukların eline yapışırken adam elindeki metal küreği demirin başına geçirdi kürek kırıldı ama demir ayaktaydı kapıcı kaçmaya çalışırken Demir onun kafasını kanlar içinde bırakan bir yumruk indirdi ikinci darbeyi indirmeden Necmi demirin kürek darbesiyle ezilmiş kafasına iki elini balyoz yaparak vurdu bir çatırti duyuldu Demir yerde can çekişirken Necmi’ye tebessüm edip zayıf sesiyle “teşşekürler” dedi. Necmi anlamıyordu ne olduğunu tek bildiği sonuna kadar haklı olsa bile birini öldürdüğüydü.
Mehmet yedi yüz metre mesafeyi rekor hızda koşmuştu bu esnada uzaktan yerdeki adamı ve bedeninden çıkan dumanı gördü siyah duman hiç acelesi olmadığı her halinden belli bir şekilde Mehmet’e uzak olan bir tenha sokağa girdi Mehmet Necmi’nin yanından geçti bütün o şok halinde onu gören Necmi aldırmadı.
Mehmet bütün korkusuna ve ilgisine rağmen yanından koşarak geçtiği cine dönüp bakmadı az ilerde cinin geçeceğini umduğu yerde kapanını kurdu yani üzerinde gif yazan kağıtları yamuk bir altıgen biçiminde yerleştirdi. Bu esnada tuhaf bir his hissetti. Cin insanlarca rahatça görülebilecek o kağıt parçalarını görmeyerek tenha sokakta kapana ilerledi ve Mehmet’in sevinç çığlığı duyuldu umursamazca yavaş hareket eden cin hızlandı ama toplamda dört metre kare alan içindeki yamuk altıgenin kenarlarına çarptıkça acı çığlıkları atıyor Mehmet’inde görebildiği bir sarımsı renkli enerji duvarına çarpıyordu Mehmet kapandan cinin tehlikeli olabilecek bir hayvana dönüşerek çıkabileceğini fakletti hemen torbasından bıçağını çıkardı ve tabiki hesaplaşma için su şişelerinide
. Necmi hiç enerjisi kalmamış gibi olduğu yere çöktü, kafasında Demirin yüzü vardı, çocuklarını kurtarmak için kendisini öldürdüğü Demirin, anlamıyordu kendine çocuklarını, eşini bu kadar seven bu adam nasıl bunu yapabilir neden çocuklarını öldürmeye çalışsın ki dedi evet bir neden yoktu telefonu çaldı “birilerine söylemeliyim” sayıklar gibi kısık sesle aynı sözü tekrarladı “Birilerine söylemeliyim” telefonu açtı ” Ben çocuklarının gözü önünüde bir adamı öldürdüm” o donuk şok içindeki gayet ciddi sese “ne! ne dedin ne yaptım dedim!” cevabını vermiyecek tek kişi telefonun diğer ucundaydı yani Mehmet “evet gördüm, iki çocuğun ve bir adamın hayatını kurtardığını gördüm, şimdi böbürlenmeyi keste bu işin sorumlusuyla hesaplaşmak için yanıma, yani karşındaki sokağa gel” Necmi hiç bir şey anlamadı ama Demirin yaptıkları normal değildi bütün vücudu intikam demeye başlamıştı koşmaya başladı, gözlerine inanamadı…
Mehmet’in yanına Necmi gildiğinde siyah bir duman şeffaf sarı duvarlara vurup duruyordu Mehmet Necmiye “burada olduğumu nasıl anladın her neyse, kitaba göre şu an gördüğümü görebilmen gerekiyor göriliyormusun?” Necmi sırıtarak ” Evet” dedi sonra Mehmet’in yanına gelip “nasıl öldürüyoruz?” Necmi’nin gözünde normal insanların yüreğini korku ile dolduracak delice bir bakış vardı Mehmet’se bu bakışa sırıtarak bir şişe su ve bıçağını vererek tepki verdi gülümseyerek “su at” dedi Mehmet cini Necmiye bırakıp hemen diplerindeki bir tek katlı evin bahçesine atladı ve Necmiye “hayvana dönerse öldürmek için doksan saniyen var yoksa dumana dönüşür sonrasını sen düşün” diye seslenip hemen eski evin ardiyesini aradı tahta kapılı depoyu pek zorlanmadan açtı ışık depo gayet dar karışık, ve depodaki ampulse gerek tozdan gerekirse eski usül bişey olduğundan pek aydınlatmıyordu, silah aramaya başladığı sırada çığlıklar duydu iki dakika arandı bulabildiği en iyi şey bir eski ve kör bir kazmaydı depodan iç çekerek çıktı sesler daha net duyuldu bu hırıltılı ses kesinlikle insan sesi değildi, koşmaya başladı ve yere kapaklandı ayağı bir hortuma takılmıştı ki bu da bir bahçe çeşmesine bağlıydı çeşmeyi açıp hortumu omzuna attı duvardan atlarken ıslanmıştı ve Necmi kahkahalar atarak cinin üstüne üçüncü şişe suyuda boşaltıyordu dumansa hırıltılı çığlıklarını atıyordu Mehmet Necmiye su fışkırtan hortumu uzattı ve manzarayı izlemeye başladı yaratık küçük altıgen içinde kaçabildiği kadar kaçıyordu ama su ne zaman o duman şeklindeki bacakları olmayan insan gölgesini andıran yaratığa değse su bir anda buharlaşıyor yaratıksa çığlık atıyordu yaratık sonunda bişey söyledi aynı hırıltılı sesle “durun adem oğulları yoksa kabileme hesap verirsiniz” Necmi bağırdı “senide kabilenide geberticeğim!” ve su sesi hırıltılı çığlıklarla tekrar birleşti pek çok insan Necmi’nin tamamen üşüttüğünü düşünebilirdi ama Mehmet necminin sadece cinnet getirdiğinin farkındaydı, yani Necmi yaratığa soru sormayacaktı Mehmet sordu ” Anlamıyorum neden bunu yaptın?” yaratık bir dakika kadar daha Necmi’nin parmağıyla hortum ucunu kıstırarak tazyikini arttırdığı ve kaçamadığı suya katlandı sonra “durun söyleyeceğim!” diye hırıltı çıkardı Necmi ” duymadım” dedi Mehmet’se yaratık yalvarmaya başlayana kadar susmaya karar vermiş olacak ki hiç birşey demedi, toplamda on dakikayı bulan işkencenin ardından yaratık yalvarmaya başladı “durun ne istersiniz söylerim durun!” Necmi biraz sakinleşmiş olacak ki durdu, suyu yola çevirdi yaratıksa hemen ” insanları neden öldürdüğümü soruyorsunuz değilmi, sadece zevk, aczi…” lafını bitirmeden tekrar su akmaya başladı bu sırada bir polis korku filmindeki kurban misali silahını siyah dumandan hırıltılı çığlıklarla buhar çıkaran yaratığa çevirdi, Mehmet’e dönerek “bu da ne?” diye sordu Mehmet “cin.” polis tek eliyle telsizini kaldırıp “arkadaşlar hemen buraya gelin” dedi yaklaşık on polis silahlarıyla beraber şok olmuş bir şekilde değen suyun etkisi ile duman fışkırtan cine bakıyorlardı, ve ateş etmeye başladılar ama Mehmet silahları fark etti bunlar bir tuhaftı aynı filmlerdeki Amerikan tabancalarına benziyorlardı bunlar CZ 75 klonu Türk tabancaları değildi o anda anladı tüm bu konuşmalar yaşanmamıştı kafasındaki imgelerle oluşmuştu bu senaryo, o anda anladıki şu anda vücudu konturol altındaydı…
Necmi olanlara anlam veremiyordu Mehmet intikamdan bahsetmişti ama bu intikam alınacak kişi neredeydi? Mehmet Necmiye döndüğünde işin rengi değişti Mehmet’in bir gözünden siyah dumanlar çıkıyordu ve sanki dumandan yapılmış gibiydi Mehmet Necmiye kibirli bir sesle” Arkadaşın vücudunu ele geçirdiğimi çabuk anladı, ama bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek öleceksin adem oğlu!” Necmi karşısındakinin ne oluğunu anlamıştı ve ne olacağınıda eğer kavga ederse ya kendisi ölecek ya da aynı Demirde olduğu gibi bir dostunu öldürecekti koşmaya başladı cinse ele geçirdiği beden yorgun olmasına rağmen çok büyük bir hızla koşmaya başladı. Bu arada Mehmet ne olup bittiğinin farkına bile varamadan muhtemelen kendi bilinç altının derinliklerinde geziyordu bu cinden vücudunu geri almalıydı ama nasıl?
Mehmet kendini babasıyla çocukken birkaç kez gittikleri bir piknik alanında buldu hava güzel ve ılıktı ve hiç kimse yoktu, her taraf yeşillikler ve ağaçlarla kaplıydı Mehmet kendisinin beyninde huzurlu olabileceği bir hatıraya gittiğini farketti ama kendisine “huzurlu olmam yetmez” dedi Mehmet piknik alanının yanındaki göle daldı, suyun dibine hızla giderken Mehmet havasız kaldı tüm vücudu kaç diyordu, ama aldırmadı, bir süre sonra bunun sadece bir hatıra olduğunu beynine kabul ettirdi artık suda nefes alabiliyordu, gölün dibine indi ve sadece düşünce gücüyle göl zemininden toprak parçalarını kaldırdı bir bina yapmaya başladı tam gölün dibine.
Necmi’nin peşindeki cin bir anda yere devrildi nefes alamıyormuş gibi birkaç saniye kıvrandı ardından tekrar Necmi’nin peşine koyuldu o esnada cinin yönettiği Mehmet’in bedeni tekrar tekledi, Necmi Mehmet’in direndiğini anladı, bacağı sol bacağı felç olmuş gibi durdu tüm beden devrildi bu arada sol el ağza bir yumruk yapıştırdı.
Mehmet gerçek zamanda bir kaç saniye geçmesine rağmen bilinç altına göre aynı rüyalarda olduğu gibi birkaç saattir buradaydı ve bir şeyler planlamıştı, cin karşısına belirdiğinde geniş çorak bir ovadaydılar Mehmet cine “Beyninde dolaştım, Dessaad” cin şaşkınlığını belli etmekten çekinmeden ” yüz yıldan fazla süredir insanlara musallat oluyor on yıldan fazladır vücutlarını ele geçerip öz ailelerini katlediyorum, bir tanesi bile senin onda birin kadar direnemedi, ve sen adımı bile öğrendin ha adem oğlu? Beynime girdin” Mehmet gülümsedi “sadece adını değil, burayı hatırlasana”, bir anda siyah gölgeler belirdi ve gıri gölgelerin ve çığlıklar duyuldu siyah yaratıklar gıri olanlarını kıvılcımlar saçarak saldırıp buharlaştılar, sadece gıri renkli küçük bir cin kaçabildi . Dessaad “Ne yani ailemin katledilişini bana izleterekmi bana zarar vereceğini düşünüyorsun?” Mehmet gülümsedi çok sakin çok kendinden emin, “hayır seni çözdüğümü göstermek istedim, sen Dessad hinzep ulusunun zelenbur sıfatını kazanmış olan en güçlülerinden birisisin ve aklen sadece basit bir seri katil zihniyetine sahipsin gerçek katillerden intikam almaktan aciz olduğun için masum insanları katleden sefil bir katil” dessad kızdı tüm gücüyle Mehmet’e doğru saldırdı ve ikiside bir anda farklı bir yerde buldular kendilerini Mehmet ” Planım saat gibi işliyor dessad” çamurdan yapılmış boş küçük bir odadaydılar dessad bağırdı “Beni bu çamur yığınının içindemi tutucan insan oğlu tekrar düşün” dessaad çamur duvarın içine daldı ve bir anda haykırarak geri çıktı bu çamur bina gölün dibindeydi burası Mehmet’in gölün içinde ve en dibinde sadece düşüce gücüyle yaptığı bir binaydı gölün içinde olduğundan ve dessad için bu miktarda toprağa değen temiz su oldukça büyük bir acı içinde ölmek demekti insanlar için yanmak neyse dessaad için bu su aynı şeydi, dessad paniğini gizleyemiyordu artık, aslında dessad Mehmet’in kendi zihninde gezdiğini anladığı anda panik içindeydi cinlerin hinzep türü direkt insanların beynine saldırır ve vücutlarını ele geçirebilirdi zelenburlarsa her açıdan çok daha güçlü oldukları için sıradan hinzeplerin günlerce ve haftalarca uğraşmak zorunda oldukları ele geçirme işini bir anda yapabilirlerdi ama ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar tüm hinzepler bilirlerdiki insan en üstün yaratılmış olandı ve eğer akıllılarsa ve ne yaptıklarını biliyorlarsa onların zihni bir hinzep için ölüm tuzağından farksızdı. Dessaad Mehmet’in son yaptığı karşısında tamamen korkuya kapıdı Mehmet çamur duvarı yıkmaya başladı küçük bir delik sürekli genişleyerek daha çok su alıyordu dessaad bağırdı “Sende boğulursun” Mehmet inanılmaz bir huzur içinde çömeldi, bağdaş kurdu sonrada “benim zihnim bunun gerçek olmadığını kabullenir, ya seninki dessaad, bunun sadece bir hayal olduğunu kavrayabilir mi yoksa bir mum gibi söner mi?” dessaad bütün zorbalar gibi korkaktı çoğu katil gibi sadece savunmasızlara saldırabilirdi, bağırdı “Ne istersen yaparım yüce ademin yüce oğlu ne olur beni öldürme!” o anda Mehmet’in vücudunun solunu ele geçirdiği anda yumruk atarmış gibi yapıp ağzına attığı akik yüzük belirdi Mehmet dessaada “hissediyormusun yüzüğü” dessaadın o belli belirsiz gölgemsi yüzünde korkuyu hissetti dessaad tek çıkış yolunun ne olduğunu anlamıştı ve küçük çamur binanın yarısı çoktan suyla dolmuştu Mehmet tamamen suyun içindeydi ve dessaad binanın çıkabileceği en üst noktasında her damlayla acı çığlığı atarak duruyordu, bir anda Mehmet yukarda kalan hava boşluğunun kendi kendine dolmayacağını anladığından birkaç delik daha açtı ve dessaada bağırdı “Eğer ölmek istiyorsan sorun (36)değil ben kendime hizmet edecek başka bir cin yakalayabilirim!” dessaadın hayatı pahasına direnişi sürüyor gibiydi ama Mehmet’in dessaad dan başka bir cini esir etmeye çalışabileceği tamamen yalandı Mehmet dessaadın zihninde birşey görmüştü, dessaadın bütün sülalesinin bütün aşiretinin katledilişini yani dessaadı esir ederse onu kurtarmak için başına musallat olabilecek kimse yoktu diğer bütün cinlerin ise aşiretleri vardi yani birine dokunan bütün aşiretle savaşmak zorundaydı. Dessaad yavaşça yüzüğe girmeye başladı bu arada Mehmet dessaadın zihninden bişey daha öğrenmişti eğer dessaadı esir edebilirse binlerce yıldır bu güçte bir cini esir edebilen tek insan olacaktı ve dessaad sonunda ipteri tamamen saldı o artık yüzüğün içindeydi Mehmet kendine geldiğinde Necmi yerde yüzü koyun yatan ve kalkmaya çalışan arkadaşına dehşet içinde bakıyordu Mehmet kusmaya başladı ve kusmuğun içinden çıkan rengi gül kurusundan daha parlak bir kırmızıya dönmüş olan yüzüğü orta parmağına taktı, Necmi terreddüt içinde arkadaşına yaklaşıp “ne oldu, oda neydi?” diye sordu Mehmet tersleyecekti ama Necmi’nin korku içinde kas katı kesilmiş yüzünü görünce cevap verdi “bir zelenburdu, yani insan vücudunu ele geçiren hinzep cinlerinin en güçlülerinden biri, ve onu yendim işi bitti” Necmi’nin korku dolu yüzü artık üzüntüyle kaplıydı ve “demek ki Demir amca o yüzden ailesini hiç istemediği halde öldürmeye çalışıyordu, vücudunu kendi kontrol etmiyordu.” Necmi sustu hiç ses çıkarmadığı halde gözlerinden yaşlar akıyordu sanki taş bir binadan su damlaması gibiydi bu göz yaşları, sadece üzgün bir yüzden aşşağıya süzülen göz yaşlarıydı bunlar ne bir sızlanma ne bir inilti sadece taş gibi kıpırdamadan duran Necminin göz yaşları…
Mustafa Söylemem
Hüddam Ustası Bölümlerin Linkleri
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ
- Bölüm İçin TIKLAYINIZ