Yaşanmış Gerçek Bir (+18) Hikaye; “Gül Kokulu Kadın”

Yaşanmış Gerçek Bir (+18) Hikaye

Yaşanmış Gerçek Bir (+18) Hikaye; “Gül Kokulu Kadın”

Üzerinden yıllar geçmesine rağmen, bugün ne zaman ensemde soğuk bir nefes hissetsem ya da karanlıkta beni takip eden bir ayak sesi işitsem onun dehşetiyle irkilirim. Her gece uykuya dalmadan önce, onun beyaz elbisesiyle odamın ortasında dikildiğini görmemek için yüzümü yatağımın yanındaki duvara doğru dönerim ve gün aydınlanana kadar süren fısıltılarını ya da tüyler ürperten kahkahalarını duymamak için battaniyemi kulağımın üstüne kadar çekerim. Salonumdaki vazoda her türden çiçek olabilir ama tek bir gül bile göremezsiniz, çünkü evde yalnız olup olmadığımı, yalnızca onun geçtiği yerlerde bıraktığı gül kokusundan anlayabilirim.

Bu tür şeytani lanetler yapıştığı kişiyi terk etmeme konusunda bir kene gibi inatçıdır ve bunlar insanlara birtakım mekanlardan bulaşır. Farklı kültürlerde cinli, perili ya da hayaletli mekanlar olarak adlandırılan bu yerler ıssız bir dere yatağı, sadece birkaç duvarı ayakta kalabilmiş bir harabe ya da geçmişte korkunç olayların yaşanmış olduğu bir apartman dairesi olabilir, ama görünmeyen kötü niyetli varlıklara ev sahipliği yapmaları hepsinin ortak özelliğidir.

Benim de lanetimin başlangıcı ben on sekiz yaşındayken taşındığımız bir apartman dairesi oldu. Küf kokulu, duvarları dökülen ve ne kadar ilaçlama yaparsak yapalım, rutubetli zemininde henüz türleri keşfedilmemiş böceklerin sağa sola kaçıştığı eski evimizden nihayet kurtulduğumuz için ailece hepimiz sevinçliydik. Hatta ev sahibimiz kiraya yenilir yutulur olmayan bir ölçüde zam yaptığı ve oturduğumuz o lanet olası eski evi bir başkasına satmakla bizi tehdit ettiği için sonrasında ona bir hayli teşekkür etmiştik. Yeni tuttuğumuz ev eski evimize sadece birkaç sokak uzaklıktaydı ve gayet yaşanılabilir özelliklere sahipti. Yüksek olmayan bir apartmanın ikinci katındaki bu daire, bahçesinden yükselip duvarlarına tırmanmış olan mor çiçekli sarmaşıklarla çepeçevre kuşatılmıştı ve gerek önündeki gerek arkasındaki açık alanlar sayesinde günün her saatinde güneş alıyordu. Arkadaki boş araziye bakan, ikinci, kocaman balkonu öğleden sonraları oturup çay keyfi yapmak için çok iyi olacağa benziyordu ve eski evimize göre fazladan odaları, bana artık oturma odasında yatmak zorunda kalmayacağımı ve artık kendime ait bir odam olacağını vadediyordu.

Eşyalarımızı taşımadan önce, annem ve babam günler süren titiz bir çalışma sonucunda yeni evimizi baştan aşağı şampanya rengine boyadı ve ben de onların tüm söylenmelerine rağmen, tüm bu zamanı onlara yardım etmek yerine hangi odanın benim için en uygun olacağına karar vermekle geçirdim. Annem ve babam artık evi temizlemeye başladıklarında, benden altı yaş küçük olan kız kardeşime karşı vermiş olduğum büyük bir mücadelenin sonucunda evin en manzaralı odasının bana ait olduğunu gururla ilan etmiştim. Sevinçli serçelerin ve hüzünlü kumruların konup soluklandığı penceresi, evin arkasındaki geniş araziye bakan oda, kız kardeşimle ettiğim kavgalara değecek kadar güzeldi ve üstelik, bedenime çok bol ya da çok dar gelen ikinci, belki de üçüncü el kıyafetlerimi özenle muhafaza edebileceğim krem rengi bir gömme dolabı vardı. Eskilikten renkleri tanınmaz hale gelmiş kıyafetlerimi artık karyolamın altındaki plastik leğenlerde saklamak zorunda kalmayacağım için gerçekten de çok mutluydum. Artık benim olduğu için dolabı daha dikkatli incelemeye koyuldum. Kapakları açıldığında dolabın gömülü olduğu pis duvar görülebiliyordu. Anlaşılan o ki annem ya da babam boya yaparken dolabın içindeki bu kısmı gözden kaçırmıştı, ama böylesine küçük bir talihsizlik moralimi bozamazdı. Dolabın içinde bir uçtan bir uca uzanan tahta askılık neredeyse bir yay gibi eğilip bel vermişti ama belki kambur tarafını yukarı çevirip üzerine kıyafetlerimin ağırlığını yükleyince düzelebilirdi. Askılığın üzerinde bir raf vardı ve bu rafın gerilerinde duran bir şey dikkatimi çekmişti. Ayak parmaklarımın üzerinde yükselince bu şeyin bir gül buketi olduğunu gördüm ve uzanıp onu aldım. Kuruyup kapkara olmuş on ya da on beş adet gül, zamanla sararmış beyaz bir ambalaj kağıdıyla süslenmişti ve kırmızı bir fiyonkla birbirine bağlanmıştı. Hareket ettirdikçe yaprakları ufalanıp yerlere dökülen buketi elimde tutarken bedenimde bir soğukluk hissettim ve tarif edilmez bir iç sıkıntısı yaşadım.

Tıpkı mekanlar gibi birtakım nesnelerin de bazı hatıraları taşıdığına ve iyi ya da kötü duyguları kuru bir sünger gibi emip içine hapsettiğine ilk olarak o zaman inandım. O buket, sevdiği biri yüzünden büyük bir hayal kırıklığına uğrayıp mutsuz bir şekilde ölmüş ya da yaşamına son vermiş bir kadının hatırasıymış gibi bana kendimi kötü hissettirdi. Kötülüğün ve kederin kalpten kalbe akıp paylaşıldığı gibi, nedenini anlayamadığım bir nefret dalgası ruhumun derinliklerine nüfuz etti ve o buketi iğrenç bir şeymiş gibi tutup götürerek annemin temizlik yaptığı salonun orta yerinde duran çöp poşetinin içine attım, ama ona olan nefretim o kadar güçlüydü ki ancak poşetin içindeki buketi ayaklarımın altında çiğnedikten sonra kendimi biraz iyi hissedebildim; öyle ki eğer annem kendisine fazladan iş çıkarmamam konusunda beni çok sert bir şekilde uyarmamış olsaydı, o poşete bir iki tekme sallamayı da ihmal etmeyecektim.

Yeni evimize taşındıktan sonra, hoş bir evin insana kattığı mutluluk dışında hayatımızda pek bir değişiklik olmadı. Babam arılarımızla ilgilenmekle, annem temizlik yapmakla, kız kardeşim ev ödevlerini yapmakla meşguldü. Ben ise İstanbul’daki kuzenimin bana kargoyla yolladığı kitaplara çalışarak üniversite sınavına hazırlanıyordum. Ailemin beni dershaneye gönderecek kadar parası olmadığından, arayı kapatmak için arkadaşlarımdan daha fazla çalışmam gerekiyordu. Bilemediğim bir nedenden dolayı dikkatimi toplamakta güçlük çektiğim için genellikle geceleri, mutlak sessizliğin hakim olduğu saatlerde çalışmayı tercih ediyordum, fakat herkesin uyuduğu bu saatlerde de dikkatimi dağıtan bazı şeyler oluyordu. Önceleri zaman zaman burnuma çok güzel gül kokuları geliyordu, daha sonraları ise buna çekmece, dolap ve tabak sesleri eklendi. Bu garip sesleri duyduğum zamanlar deneme sınavlarımı yarıda bırakarak kokunun ve seslerin kaynağını bulmaya çalışıyordum. Açık bir dolap kapağı ya da raftan kayarak düşmüş kırık bir tabak görmeyi umarak gittiğim mutfağı hep yerli yerinde ve yoğun bir gül kokusu içinde buluyordum. Koku genellikle mutfaktan başlayarak koridor boyunca devam ediyordu ve diğer odalarda, hassas olmayan bir burnun hissedemeyeceği kadar azalıyordu. Bu durum süreklilik kazanmaya başlayınca annemin parfümlerini ve mutfaktaki sıvı bulaşık deterjanlarını teker teker kontrol ettim ama hiçbiri, gece yarısından sonra evin içinde yayılan bu gizemli kokuya benzemiyordu.

Bir sabah oldukça keyifsiz ve bitkin bir şekilde uyandım. Yataktan kalkacak gücü kendimde bulamıyordum ve yatağımın yanındaki duvara doğru yan yatıyordum. Biraz daha uyumak için gözlerimi kapadım fakat uyuyamadım. Gözlerimi tekrar açıp, duvardaki boyada fırçanın oluşturmuş olduğu izleri izlemeye başladım. Bir yerlerden babamın, annemin ve kız kardeşimin sesleri geliyordu. Ne konuştuklarını tam olarak anlamaya yönelik bir çabam olmamıştı ama sanırım gündelik yaşama dair konulardan bahsediyorlardı ve tabak, kaşık seslerinden de anlaşıldığı kadarıyla kahvaltı hazırlıyor olmalıydılar. Bir ara burnuma yine o gül kokusu geldi, ama artık bu kokunun kaynağını aramaktan yorulmuş olduğum için bunu pek önemsemedim. Sonra sol omzumda hissettiğim bir el beni hafifçe sarsınca “Tamam anne, siz kahvaltıya başlayın. Ben birazdan geleceğim.” dedim.

Bunun üzerine el beni bıraktı, fakat az sonra omzumu öncekinden daha kuvvetli bir şekilde kavrayarak beni tekrar sarstı.

“Tamam dedim ya anne, az sonra kalkacağım.” dedim yeniden.

El omzumu bıraktıktan birkaç saniye sonra, bu sefer öncekilerden çok güçlü bir şekilde üçüncü defa kavradı ve beni o kadar şiddetli bir biçimde sarstı ki gıcırdayarak sallanan yatağımdan aşağı düşeceğimi sandım. O an arkamdaki kişinin annem ya da ailemden birisi olmadığını anladım. Birden, omzumu böylesine acıtmaya ve beni bu kadar sarsmaya yetecek bir gücün bir insana ait olamayacağı düşüncesiyle dehşete kapıldım. Üstelik bu kişi ya da bu şey, ona söylediklerime karşılık tek bir söz dahi etmemişti. El omzumun üstünden kalktıktan sonra, her ne kadar korkmuş olsam da arkamdaki şeyin ne olduğunu görebilmek için başımı o yöne çevirdim ve onun, çevresinde ışıklar parlayan yarı saydam bedenini, havada ağır ağır, tel tel uçuşan upuzun saçlarını, bir eliyle tutup bağrına basmış olduğu gül buketini ve içinde yine beyaz ışıklar yanan iri gözlerini gördüm. Gözlerini gözlerimden bir an bile olsun ayırmıyordu ve boşlukta dalgalanan saçları dışında, adeta bir portre kadar hareketsiz duruyordu. Oldukça güzel yüzlü bir kadındı, hatta öyle ki eğer bir insan olsaydı o an ona aşık olabilirdim, ama yine de onu görür görmez arkamı dönüp battaniyemi başıma çektim. Bağırışlarımı duyan ailem gelip başıma dikildiğinde o gitmişti ama hala bir yerlerden beni izlediğini hissedebiliyordum ve o günden sonra da bunu hep hissettim. O zamanlar ailemin başka bir eve taşınacak kadar parası yoktu, ama sonrasında yaşadığım diğer evlerde de o gül kokusunu ve karanlıktan gelen garip sesleri duymaya devam ettim. Tek başıma yürürken ardımda onun ayak seslerini işittim ve her gece odamın ışığını söndürüp yatağıma giderken onun beni takip ettiğini hissettim. Yatağımda sürekli yüzümü duvara dönerek yattım ve başımı geriye çevirmeye her cesaret edişimde, onun, beyaz elbisesiyle ve bağrındaki gül buketiyle karanlık odamın ortasında dikilip beni izlediğini gördüm. Her gece gözlerim kapalı bir şekilde korkudan titrerken, onun ne odamdaki eşyalarımı kırıp dökmesine ne de arkamdan bana dokunmasına aldırış ettim. Kan donduran şeytani kahkahalarını ise battaniyemi kulağıma çekerek duymazdan gelmeye çalıştım. Gül kokulu kadın o günden sonra her gece odama gelip sabahlara kadar bana bir şeyler fısıldadı, ama sürekli yüksek sesle tekrarladığı, değersiz yaşamıma son vermem yönündeki telkinlerini saymazsak, söylediklerine kulak verecek cesareti hiçbir zaman kendimde bulamadım.

Yazar – GENESİS

Exit mobile version