Güzel Bir Hikaye “Yeter Diyebilmek”
Mesut AKDAĞ
Böyle iki büklüm büzülmüş ve dünyadan kopmuş olarak otururken kendine uzanan eli fark etmedi. Fark edilmediğini anlayan el, onu omuzundan tutarak sarstı.
Bir el tarafından sarsılınca ellerini başından çekti ve kafasının üzerinde büyük yük varmış gibi başını ağır ağır kaldırdı.
Kendisine şefkat ve gülümsemeyle bakan bir yüz gördü.
– İyi misiniz? Bir şeyiniz yok ya dedi. Gülümseyen yüz.
– Size nasıl yardım edebilirim? Bir soru daha gülümseyen yüzden.
Bir gülümseyen yüz ve içtenlikle söylenen yardım sözcükleri.
Bunlar, içindeki azgın fırtınaları dindirecek ve buz dağına dönüşmüş kalbine de bir sıcaklık, bir sevgi ve ışık doğduracak sözcükler ve davranışlardı. O kadar insanlardan nefret ediyordu ki, herkes ona sırtını dönmüş, kimin kapısını çalsa, kapılarını zincirlerle kilitleyip yüzüne kapamışlar. Kime dost diye tutunsa uçurumlara düşüşü olmuş.
Biraz hayret, biraz şaşkınlıkla o gülümseyen yüze bakakaldı. Onu düşünen ve kendisine yardım etmek için elini uzatan bir kimsenin olması, hayret olacak bir şeydi. Esen sert ve acı rüzgâr, içindeki fırtınalara eşlik etmişti. Tüm hisleri, umutları, hayalleri birbirine karıştırıyor, hallaç pamuğu gibi oradan oraya savuruyor ve hepsi bir bir erozyona dönüşerek kalbini tamamen düzlemiş ve hiçbir hayat emaresi olmayan kalbe dönüştürmüş. Böylece duygularını kaybetmiş tamamen karamsarlığa bürünmüş bir kalbi kalmıştı.
Bu fikir ve hal girdabında tam her şey bitti ümitsizliğindeyken bir ses; ‘İyi misiniz? Size nasıl yardım edebilirim?’ Girdabın dışından kendine uzanan bir el, bir kurtarıcı gibi geldi kendisine.
Gülümseyen yüz iyice yanına yaklaşmış, ayakları üzerine oturup elleriyle omuzunu tutarak, nasılsınız deyince, kısık ve titrek sesle ‘iyiyim eh biraz olsun iyiyim’ diyebildi.
– Evet iyisiniz. Ama yine de size yardım etmek isterim diyerek diretti. Şurada oturup sıcacık çay içeceğimiz yer var. Açsan da karnını doyuracak bir şeyler buluruz orada. Haydi, kalk gidelim.
– Israra dayanamayarak yardımseverinin yardımıyla yavaş yavaş kalktı. Hiçbir şey konuşmadan birbirlerine sarılarak çay ocağına vardılar. Hiç konuşmadılar, konuşmamalarına rağmen birbirlerine sımsıcak bir sevgiyle sarılmalarından kalplerinden gönüllerinden konuştular.
Rüzgârın ve yağmurun dövdüğü bir pencerenin yanı başına oturdular. Dışarı baktı rüzgâr şiddetini arttırmış yağmur getirmişti. Gök gürültüleri sanki kendine tüm kinini yağmurla kusuyordu. Camdan yol bulup akan su damlaları bir anda kendisini geçmişe daldırdı. Yaşadığı sıkıntılar acılar ve en önemlisi terkedilmeler, camdan damlanın aktığı gibi gözlerinin önünden akıp geçti.
Gülümseyen yüz bu sefer ciddiyete büründü. İlk önce çayları söyledi arkasından simit sipariş etti. Tabi o bunlardan haberi yok pencereye bakan gözler, beden ve ruh dalgınlığı tüm ruhunu kaplamış, sanki orada değil gibiydi. Çaycının, ‘İşte tavşankanı çaylar’ sözü bir anda geçmişten sıyrılıp kendine getirdi.
Mahcup ve sıkılgan bir halde ‘te te teşekkür ederim diyebildi.
– Önemli değil. Sen iyi ol o bize kâfi. Hem biz ne yaptık ki, sadece bir çay ve simit. Bunların lafı bile olmaz.
– Bu, çay ve simidin ötesinde bir şey, dedi ve devam etti. Bu zamanda insan düştü mü sevdikleri, dostları, eşi hatta çoluğu, çocuğu, anası babası sırt çeviriyor insana. Artık yabancıları siz düşünün. Fakat siz hiç tanımadığınız ve bana yabancı olduğunuz halde kolumdan tutup beni buraya getirdiniz. İşte, bu büyük hadise ve muazzam bir iyilik. Hiç tanımadığınız bir kimseyi alıyor ve onunla konuşup dertlerini dinleyip dertleşiyorsunuz. Tüm yakınlarının terk ettiği bir zamanda ona dost oluveriyorsunuz. Demek insanlık daha ölmemiş sözünün bariz bir canlı kanıtı ve kahramanı oluyorsunuz.
Biliyor musunuz? Beni gördüğünüz o yerde saatlerce oturduğumu? Orada bulunduğum zaman diliminde, belki yüzlerce insan geldi geçti. Kimileri beni bile fark edemeyecek kadar kendilerini dünyaya kaptırmış, kimileri de gördüğü halde oralı olmayacak kadar insanlığını kaybetmiş. Fakat siz, evet siz o kadar insanın içinden beni gören, bir siz çıktınız.
– Dedim ya, önemli değil. Yeter ki siz iyi olun. Şu içinizdeki karamsarlıkları bir bir köklerinden söküp atın. İşte o zaman hayatın yani hayatta değer verdiğimiz, bizi hayata sımsıkı bağlayan dünya lazımlıklarının, insanlığımızı ne kadar kaybettirdiğini göreceksin.
– Evet, önemli değil. Sen iyi ol yeter. Dünya hayatı her zaman iyi olacak diye bir kaide yok. Bazen iyi olur bazen kötü olur. Hayat sana küsmez sen hayata küsersin. Istıraplı ve çetin günlerinde hayata daha da sımsıkı sarılacak onu olduğu gibi kabullenip hep barışık içinde yaşayacaksın. O zaman tüm zorlukların üstesinden gelirsin. Sana kim ne yaparsa yapsın hiçbir zaman onlara kin duymayacaksın. Çünkü kin, nefreti doğurur. Tüm sevgi yollarını tıkar. Dünyayı kötülüklerin yaşandığı yer olarak görmeni sağlar.
– Evet, önemli değil. Hayatta yaşadığın tüm belalar önemli değil. Bela kasırgası bir gün diner yerini sütliman bir havaya bırakır. Eğer fırtınada gemini kurtarabildinse, o sütliman denizde yoluna devam edersin. Yok, eğer fırtınada sabır gösteremeyip gemini terk edersen azgın sularda boğulursun. Ne olursa olsun dünya hayat gemini hiç terk etmeyeceksin. O seni mutlaka bir gün selamete ulaştırır.
– Evet, önemli değil. Sen yeter ki yeter de. Bütün çektiğim çile yeter de. Bütün dert musibet yeter de. Evet, yeter, ne kadar büyük ve zorlu olursa olsun çile ve ıstırap, sabırla kolaylaşır ve omuzda taşınacak güç olarak yeter. Beden ve ruhumuzun kaldırabileceği kadar yeter. Çünkü insanın taşıyamayacağı hiçbir yük yoktur. Eğer yeter, tüm olumsuzluklar ve hayat, benim katlanabileceğim dirençte dersen, bütün yükler, belalar hafifler omuzunda.
– Evet, önemli değil. Yeter ki sen iyi ol. Bizim yaptığımız bir çay, bir simit ve birkaç kelam. Neyse, sen iyi ol, mutlu ol, huzurlu ol, mesut ol bizim de mutluluğumuz için yeterlidir.
Bu esnada çaylar yudumlanmış, sıcak sohbete ortak olarak kalpleri ısıtmış tüm buzları eritmişti.
– Bak dışarıda yağmur dinmiş, rüzgâr da kesilmiş. Dedi ve sözlerini noktaladı.
– Evet, fırtına dindi. Hem de bir daha başlamamak üzere dindi. Bundan sonra yağacak yağmurlar ancak kalbimin kirlerini yıkayacak.
– Eh madem yağmur dindiğine göre bana da müsaade. Omuzuna sıcak bir dokunuşla dokunup dışarı çıktı.
Geride minnetle bakan bir göz, kalbi huzurla dolu bir kimse ve sıcaklığını kaybetmemiş buhar tüten boş iki çay bardağı kaldı.
Mesut AKDAĞ
hikaye, öykü, hikaye oku, hikaye yaz, seçme hikayeler, ibretlik hikayeler, Mesut Akdağ hikayeleri, dini hikayeler,