Taht Hırsızı Hikayesi 1. Bölüm; “Uzaktan Gelen Yabancı”
Taht Hırsızı Hikayesini Oku: Gökyüzünü görmek emek isterdi, burada. Yukarı baktığınızda gördüğünüz tek şey koca, kalın gövdeli, uzun ağaçların yaprakları oluyordu. Ağaçların arasından geçmek için savaş veren güneş ışıkları, şeklini belirterek toprağa, taşlara çarpıyordu. Yol, ağaçların topraktan nefret ediyormuş gibi çıkan kökleri yüzünden engebeliydi. Kaybolmak neredeyse mümkün değildi ancak gün ışığı kolayca unutulabilirdi.
Botları sürekli çamura saplanıyor ya da köklere takılıp sendeliyordu. Beş yüz metre, diye düşündü. Koluyla alnındaki teri sildi, yürümeye istikrarla devam etti.
İki yüz metre, yüz metre, elli metre, on beş metre…
Gökyüzünün kızıllığa büründüğünü ağaçların kızıl-altın renklerine bürünmüş yapraklarından fark etti. Ormandaki son gecesini geçirecekti. Bunun için hevesli olmadığı söylenemezdi. Pantolonuna astığı hançerleri çıkararak uygun gördüğü bir ağaca tırmandı. Çok konforlu değildi ancak bunu dert edemeyecek kadar yorgundu. Çantasından kırmızı bir elma çıkarıp üstüne sildi ve ısırarak ertesi günün planını hazırladı.
Uykusunun en güzel noktalarını yaşıyorken içgüdüleri ile uyanarak sessizce doğruldu. Gün ışımaya başlamıştı, ağaçlar yeşile geri dönmüştü.
“Hey, sen, eşyalarını bize ver!” dedi boğuk bir ses. Yavaşça sesin sahibine döndü. Üç kişiyi arkasında toplamış adamın yüzü şapkasındaki siyah tül ile örtülmüştü. “Neden veriyorum?”
“Çünkü vermen gerek. Bu ormandan çıkman için.” dedi yüzü örtülmüş adam. Bu sırada ellerini şaklatarak kıvılcımlarını ortaya çıkarıyordu. Arkasındakiler ise ya toprağı ya havayı kontrol ediyor ya da bitkileri yeşertiyordu. “Ya, demek güç gösterisi yapıyoruz ha? Anlaşmaya varalım, ne dersiniz?”
“Ne anlaşması?” dedi bu sefer arkada taşları toprağın altından çıkaran. “Siz beni yenerseniz, eşyalarımı alırsınız. Ancak ben sizi yenersem, sizin eşyalarınızı alırım. Adil bir anlaşma?”
“Pekâlâ, öyle olsun.” dedi yüzü örtülü adam. Ağaçtan inerken gülümsüyordu. Hançerlerine şöyle bir baktı ve yansıyan yüzünü inceledi. Saçları annesininki gibi dalgalı, maviye çalıyor ve babasının gözleri kopyalanmıştı. Ailesini düşünmeyi kenara fırlatıp hançeri döndürdü. Gözlerinde meydan okurcasına bir ışıltı vardı. Boğazını temizleyerek derin bir nefes aldığında bulundukları ortamı çevreleyerek mavi bir bulut oluştu.
Dört haydut etraflarındaki çembere baktılar. “Bu da ne?” gibisinden mırıldanmaya başladılar. “Bu, Petrifori büyüsü. Düşmanı sınırlandırırsın. O buluttan geçecek olursan ölürsün, ancak ben rahatça geçebilirim, tabi.”
“B-Büyü mü?!” diye bağırdı dördü de. Mavi saçlarını geriye iterken gülümsedi. “Yani, her neyse. Görüşürüz. Bu arada, sadece Dolunay zamanı bozuluyor. Tabi ölürseniz büyü Dolunay’ı beklemez.” Çemberden çıktı, çantasını aldı ve ıslık çalarak bir saatlik kalan yolunu tamamlamak üzere yola koyuldu.
Başta da anlatıldığı üzere, insan gün ışığını kolayca unutuyordu. Ağaçların köklerinden kurtulup açıklığa vardığında gün daha yeni aydınlanmış olsa bile gözleri kamaştı, tenini sıcaklık kapladı. Bir Kuzeyli olarak işi zor olacaktı. Çantasından şişesini çıkarak birazını eline döktü ve elini de saçında gezdirdi. Birazını da içti.
Çimenler yerini özenle döşenmiş taşlara bırakırken zaferle gülümsedi. İnsanlar acele acele koşturuyor, satıcılar müşteri çekmek için bağırıyordu. Saçlarını bileğindeki lastikle topladı ve etrafta konaklayabileceği bir yer aramaya başladı.
Meydanda elindeki soya fasulyesi hamburgerini yerken büyük heyecan çığlıkları yankılanmaya başladı. Ardından omzundan itildi, bir daha itildi. İnsanlar bir yere toplanıyordu. Omzunu sıvazlayarak somurttu. Fakat soya fasulyesi hamburgerinin kokusu burnuna geldiğinde sinirleri yatıştı ve ısırık almak için ağzına götürdü.
Tam o esnada bir başkasını tarafından itildi ve soya fasulyesi hamburgeri yere düştü. Elinde bıraktığı son parada ziyan olmuştu. Üstelik, kızdığı şey çarpan kişinin özür dilememesiydi. Öfkeden buz kesmişti. Bu Kuzeylilere özgün bir şeydi. Sinirlendiklerinde Kuzey Topluluğu soğurlardı, hem de çok fazla.
İlerideki kalabalıktan ıslıklar yükselirken bu kadar büyütülecek ne olduğunu merak etti, kalabalığa doğru ilerledi.
Altın renkli saçlar savrulurken kalabalıktaki kızlar çığlık attı. Bunların sorunu ne, diye düşündü. Bir Batılı ile Güneyli karşı karşıyaydı. Altın saçların sahibi -Güneyli- gülümseyerek avuçlarında kıvılcımlar çıkarttı. Batılı ise arkasından rüzgar estirdi.
Shaningina, dedi heyecanla. Ayak altından dolaşarak en öne çıktı. Shaningina, oldukça popüler bir sokak dövüşüydü. İki taraf bel aşağısına vuramazdı bu oyunda. Amaç, karşı tarafı yere sermektir. Ancak Shaningina için şu söylenebilir ki: dövüşle ilgisi olmayanlar kuralları hatta oyunun ismini bile bilemezdi.
Güneyli, Batılının atağından oluşturduğu ateş duvarıyla kaçarken kızlar hâlâ çığlık atıyordu. Güneyli, Batılının altından geçti ve bacağına ateşli bir tekme savurdu. Batılı dengesini kaybedip yere düştüğünde Güneyli zafer ile gülümsedi, saçlarını geriye atarak üstünü düzeltti.
Kaşlarını çatarak mavi saçlarını çözüp bir daha topladı, eldivenlerini de düzeltip çantasını alanın kenarına fırlattı. İnsanlar yavaşça sessizleşmeye başlarken o da alanın ortasında duruyordu şimdi. “Hile yaptın.” dedi sakin bir şekilde. Güneyli, Batılının kenara çekilmesini izlerken ona döndü. “Hayır, hile yapmadım.”
“Shaningina. Kurallardan birisi: belden aşağı saldırı yasaktır.” Güneyli güldü ve ona döndü. “Sen ne anlarsın Kuzeyli kız?”
Göz devirerek asılı hançerini çıkardı. “Öyleyse hoş bir Shaningina maçı, ne dersin?” Güneyli kahkaha attığında elini salladı, kalabalık alanı genişletti. Güneyli, parmaklarını kütletti. “O hançerin yetebileceğini sanmıyorum.”
“Önemli olan saldırganlık değil, mantıktır.” Güneyliyi beklemeden hızlıca koştu ve hançeri döndürdü. Güneş’in etkisiyle Güneylinin gözü kamaştı. Bundan fırsat bilen Kuzeyli, Güneylinin güzel yüzüne tekmeyi geçirdi. Herkeste bir şaşkınlık okunuyorken hançerini çevirerek sırıttı. “Şey, hançeri kullanmamıştım oysaki. Bundan sonra hile yapma, tamam mı?” Arkasını döndü ve çantasına yürüdü. O sırada mavi saçlarının yanından sıcak bir top geçti. Durdu ve ikinci ateş top yaklaşırken havaya sıçrayarak döndü, hançerini çevirerek fırlattı.
Herkes nefesini tutarken Güneylinin yanağından yavaşça altın kan (Güneylilerin kanı sarı, Kuzeylilerin mavi, Batılıların yeşile yakın, Doğuluların ise turuncudur.) akıyordu. Üzerine doğru yürüyüp atak yapar gibi yaptı ancak onun yerine gülümseyip ucu altına bürünmüş hançerini aldı. Hiçbir şey demeden arkasına geri döndü, saçını düzeltti, çantasını sırtına takarak yoluna devam etti.
“Otuz altın.” dedi konaklayacağı yerin sahibi.
“Otuz altın mı?!” diye söylendi kesesini karıştırırken. “Cidden, hayat şartları nasıl bu kadar pahalanıyor?” Otuz altını tezgaha bıraktı. Adam, arkadan “Ashan!” diye bağırdığında altınları teker teker sayarak çekmeceye düzenli bir şekilde koydu. Ashan olarak tahmin ettiği genç çıkageldi. “Evet, baba?”
Adam mavi saçları gösterdi. “2. Odaya götür eşyalarını.” Babasına karşılık Ashan başını salladı. Kuzeylinin çantasını alarak merdiveni çıkmaya koyuldu. Kuzeyli de acele acele onu takip etti. Sonunda kalacak bir yer bulmuştu ve mutluydu.
Gecenin bir vakti hâlâ uyumamış ve ailesinin fotoğrafına bakıyordu. Buraya ne amaçla geldiğini hatırlamak üzere beynini zorladı. Ah, buraya para kazanmak ve ailesinin geçimini sağlamak için gelmişti. Ancak ailesi ona karşı en ufak bir sevgi beslemiyordu.
Yazar: Nihan Çetin
Bölümlerin Linkleri
- Taht Hırsızı 1. Bölüm için TIKLAYINIZ.
- Taht Hırsızı 2. Bölüm için TIKLAYINIZ.
- Taht Hırsızı 2. Bölüm için TIKLAYINIZ.
- Taht Hırsızı 2. Bölüm için TIKLAYINIZ.