Yaşıyor musun?
Gittin; göç yolunda sürüsünü kaybeden bir ceylan yavrusu gibi, kalakaldım dünyanın tenhasında. Çöl sıcağında bir kum tepeciğinde, yapayalnız kalmış bir menekşe, sonsuz gözüken okyanusta bir tahta parçasına tutunmuş kazazede bir çocuk gibi, sonum aşikar bir halde bekliyorum ömrümün nihayetini. Giderken götürdüğün tüm yıldızları her gece gökyüzünde araken, son nefesini vermek için çırpınan bir gladyatörün uzaktaki evini özlemesi gibi özlüyorum seni.
Gittin; hüzünlü bir şarkıya nakarat olarak hapsedilmiş nefesimle, her söylenen ayrılık şarkısında demir taraklarla etlerim kemiklerimden sıyrılmakta. Ne kadar inlesem, ne kadar feryat etsem de kimse dönüp bakmıyor kalabalıklarda.
Sen giderken kalbimin en derinindeki yaşam ışığının da gittiğini bilemeden, yol aldığın o yollar, şimdi tâkadı kalmamış bir kadının, zindanlardan zindanlara sürüklendiği bir pusula oldu. Ne zindan dindiriyor hasretimi, ne ilaç oluyor karanlık evimi aydınlatan gün ışığı.
Gittin, ve gitmem gerektiğini bildim. Sensiz bu yerden, seni unutturamayan yeryüzündeki hiçbir hatıranı, zamanın isyanından kurtaramayan bu saatin tiktaklarından gitmem gerek.
Bağışlanmayı dileyemeyecek kadar suçlu bir isyan mahkumu gibi, artık idam sehpasında son sözlerimi söyleyip, ayağımın altında durdukça, bana acı veren bu sandalyeden, bedenimi lime lime edecek bir uçuruma atlar gibi bırakmalıyım kendimi hayatın boşluğuna. Ömür boyu sürecek bir can çekişmeyle yaşayıp, ölürken seni fısıldamalıyım ölüm meleklerinin kulağına. Seni, ve seni ne kadar çok sevdiğimi.
Kaybettim. Ömrümü kaybettim. Kalbimin ümitle atışını kaybettim. Yaralarımın kanını durdurtacak tüm merhemlerimi kaybettim. Seni kaybettim. Daha ne olsun! Hangi kayıp bundan daha çok acı verir bana? Hangi kaybın değeri çoktur bundan fazla?
Ve şimdi nefes alırken kendime sorduğum tek bir soru var; Yaşıyor muyum? Yaşıyor musun?
Meryem Sude Küçükbaş