Çok Güzel Bir Hikaye “Ayakkabı Notları”
1. Kısım
Uzak bir tarihte, yaşam karmaşasının en derinden hissedildiği, Nydes adında yeterince zor şartlara sahip bir kasabada, hayatı erken yaşta öğrenmek zorunda kalan, hayatın getirdiği yükleri taşımak için birçok sorumluluğu kendi üzerine alan, babasının hastalığından dolayı, bir yandan evi geçindirmek, diğer yandan gündelik yaşamını idame etmek zorunda kalan 20 yaşında Azalea adında genç bir kız yaşarmış. Azalea kızıl saçlı, yeşil gözlü; öyle ki kasabaya ilk kez gelindiğinde gerçekten de dikkatleri üzerine çekebilecek biriymiş, ama işte hayat bu ya, Nydes kasabasına gelen, giden oldukça fazla olsa da Azalea ile pek karşılaşmazlarmış. Zaten Azalea, annesinin de “En önemli olduğun yer, değerinin bilindiği yerdir” sözünü benimsermiş. Nydes kasabasına ziyaret için gelenlerin birçoğu dönemin en varlıklı ve önemli kişileriymiş aslında. Öyle ki Nydes’in kendi nüfusundan daha çok saray ahalisi çeşitli nedenlerle, bazen kısa, bazen uzun, bazen mecburi, bazen de keyfi şekilde orada bulunurlarmış, bu seçkin insanların burada fazlaca olmasından mıdır bilinmez, ama Azalea fiziksel özelliklerinden daha çok yetenekleriyle ön plana çıkmayı seven biriymiş. Kendisi ise bu durumundan hiç de şikayetçi değilmiş.
Fakat daha önce bu kasabadan da hiç ayrılmamış. Bu sadece ona özgü bir durum değil; bilakis kasaba halkının büyük bir bölümü de buradan hiç ayrılmamış, ama Nydes’de halk, yer yer seçkin insanları ve saray ahalisini ağırladıkları için kendi tutum ve davranışlarına oldukça özen gösterirlermiş. Azalea ise kasabanın bu üstün şartlarına rağmen kendini oldukça yeterli ve başarılı buluyormuş. Fakat Azalea’nın henüz 14 yaşında iken hayata mecburen erken atılmasına neden olan olay, annesinin Nydes kasabasında yeterli sağlık hizmeti olmadığından ölmesiymiş. Bu olay Azalea ve babası Niko’yu her ne kadar üzse de Nydes halkını da bir o kadar şaşkınlığa boğmuş; çünkü Nydes’in en belirgin özelliklerinden biri, orada doğan insanların çok uzun yaşamasıymış. Her ne kadar yaşamları uzun olsa da Nydes şartları da bir o kadar zormuş. Azalea’nın babası ise geçimlerini ayakkabı yaparak ve var olan ayakkabıları tamir ederek sağlıyormuş. Öyle ki bu meslek Nydes için önemli bir faaliyetmiş. Çünkü Nydes, sert taşların olduğu dağ yamacına kurulu bir kasabaydı. Eski tarihlerden itibaren buranın değerli bir altın madeni olduğuna inanıldığı için, yüzlerce insana ev sahipliği yapmış, fakat zamanla altın umutlarının yerini hüsran ve keder almış, umutla gelenler bir tane bile değerli taş bulamadan oradan ayrılmışlardı. Fakat çeşitli zorunlu nedenlerle oradan ayrılamayan insanlar, burada yaşamanın yollarını bularak hayatlarını sürdürmüşlerdir. Azalea ise, burada zorunlu nedenlerle yaşamaya karar verenlerin, söylenene göre birkaç nesil sonrasıydı. Bu yüzden artık o da hayatını bir şekilde sürdürmek zorundaydı. Fakat Azalea’nın annesi öldükten sonra içinde erken gitmiş çocukluk hissi, elbet kendini bir gün ortaya çıkaracaktı. İşte bu his, Nydes’te gayet sıradan bir günde artık 20 yaşına gelmiş, babasının da hastalığı nedeniyle ayakkabı mesleğini iyice benimsemiş ve bu işte başarı sağlayan Azalea’nın hayatının değiştiği, belki de kendi deyişiyle “çocukluğumun geri döndüğü” zamanlar olarak geçecekti.
İşte tam da o gün Azalea, hasta babasıyla akşam yemeği için hazırladığı çorbayı içerken, babası ona dönüp hafif kısık bir ses ve gülümser şekilde;
“Kızım seni gördüm! Geçen gün ayakkabıya ince bir ip ile dikiş atıyordun. Ama ben sana böyle mi öğrettim! acaba?” diyerek sitemli şekilde gülümser.
Azalea ise gülümser bir yüz ifadesi ve yeterince sesli bir şekilde:
“Hımmm, öyle mi yapmışım babacım? İnsanlar, sağlam bir ayakkabıya ihtiyaç duydukları kadar gerçekten güzel görünümlü bir ayakkabıya da ihtiyaçları var. Hatta senin için tamamıyla ince iplerden oluşan bir ayakkabı yapmaya başladım. Ayağa kalkacağın ilk gün onu giyeceksin,” der. Babası ise duygusal ve dalmış bir şekilde başını sallayarak, “Tıpkı annen gibi umut dolusun kızım,” der babası bu cümleleri sarf eder etmez, birdenbire kapıları şiddetli ve art arda çalınmaya başladı. Bu durum her ne kadar şaşırmaya müsait bir durum olsa da Azalea bu şiddetli kapı sesine alışkındı. İlk zamanlarda kapı çalmalarından her ne kadar korksa da artık gelen kişinin kim olduğunu tahmin etmede güçlük çekmiyordu. Nitekim çalan kapıya yöneldi ve açtığı anda, tahmin ettiği gibi kapıyı hızlı ve sert bir biçimde çalan kişi Mobi’ydi. Mobi, Nydes’in yakınlarında bulunan hapishanenin onlarca gardiyanından biriydi. Mobi’nin sözleri fiziğinden daha sertti. Kısa boylu, zayıf bir adam olmasına rağmen ağzından çıkan laflar sert, bazen de can yakan cinstendi. Hatta denilene göre, eski işinde çok başarılı olmasına rağmen dilini tutamadığından dolayı kral tarafından saraydaki görevinden bizzat buraya sürgüne yollanmıştı.
Azalea, Mobi’nin bu durumunu ve huyunu bildiğinden dolayı kapıyı açar açmaz Mobi’nin önünden çekildi.
Mobi, elindeki bir kasa dolusu çifter ayakkabıları yere bırakır bırakmaz, o can acıtıcı sesiyle, “Bunlar yeni. Gelecek haftaya kadar tamir ederek geri getir. Bir de 4 çift yeni ayakkabı lazım,” dedi. Ardından daha soluklanmadan masanın üzerinde duran kaptaki suyu aldı, Azalea dan adeta izin ister bir bakışla bakıp sonra suyu içti. Mobi, saray kültürüyle yetiştiği için her ne kadar sert sözlü olursa olsun insanlara çoğu zaman adaletli davranır. Bu yüzdendir ki baş gardiyan yöneticisi olarak geldiği hapishaneden zamanla daha alt rütbelere gelmek zorunda kalmıştı. Çünkü her hoş görü, adalet her mahkûmda işe yaramamıştır.
Mobi, Azalea’nın babasına bakarak sert bir biçimde, “Niko, bugün nasılsın?” der.
“Teşekkür ederim, Durumum her ne kadar gün geçtikçe kötüye gitse de elimden geldiğince iyi olmaya çalışıyorum. Ama işte, biliyorsun. Bunları daha fazla konuşmayalım, sen bana asıl senin zalim neler yapıyor? onu söyle”
“Ahhhhh! Zalim kral. Beni buraya gönderdiğinden beri haberleri geliyor. Onu uyardığım gibi, şimdi ceremesini çekiyor. Çevresindekiler onu saçma işleri için kullanıyor, olmadık işlere zorluyorlar. Bu hatasını anlayacak ama peki ya ben ne olacağım! Bu kasabada bir gün bile durasım yok. Bilmiyorum Niko, bilmiyorum ne yapacağımı ama sen tadını çıkar bak, kızın büyüdü, hala yanında, işleri devir aldı. Bakıyorum da hala evinizde mis gibi çorba kokusu var. Son günlerini belli ki iyi yaşıyorsun, değerini bil Niko,”
Mobi’nin bu son cümlesinden aslında ne Azalea ne de babası alınır veya herhangi bir darılma ifadesi gösterir, çünkü Mobi’yi bütün kasaba tanıyordur. Onun konuşmalarına alışkındır. O akşam Mobi’ye çorba ikram ederler, Niko ve Mobi uzun bir sohbet eder ardından Mobi için evden ayrılma vakti gelmiştir. Gitmeden kapının eşiğinden Azalea’ya birkaç gümüş uzatır. Azalea, Mobi’nin elinden gümüşleri tam almaya kalkarken mobi gümüşleri geri çekerek, “Bunlar tamir parası. Çorba parasını ben Niko’ya yıllar önce ödedim, değil mi Niko?” der ve gülerek, gümüşleri Azalea’nın eline iliştirir, ardından oradan yavaşça uzaklaşır.
Azalea ise hafif gülümser şekilde kapıyı kapatır, etrafı toparlar ve hemen o sevdiği işinin başına döner. Kasa içindeki ayakkabıları incelemek için çalışma masasına döker ve döker dökmez bir ayakkabıyı gördüğü gibi,
“Yine mi ama yeter artık,” diye yüksek bir sesle söylenir.
Bunu duyan babası yan odadan,
“Kızım, her şey yolunda mı acaba?” diye seslenir.
Azalea ise küçümser bir ses tonuyla,
“Sorun yok baba, sadece biri aptalca iki ay içinde dördüncü kez ayakkabısını aynı yerden sökmeyi becerip bana geri göndermiş,”
“Benim zamanımda gelen işlere böyle kötüymüş gibi bakmazdık. Ne güzel gümüşle beraber yollamışlar işte. Mızmızlanmayıp işine baksan daha iyi olmaz mı?” diye, kızına sitemde bulunur.
Azalea, aslında bu durumu kendisine bir hakaret olarak algıladığı için,
“Hayır baba, ben beceriksiz bir ayakkabıcı değilim. Bu yüzden bu durum beni üzüyor. İki ay içerisinde bir ayakkabı beş kez sökülemez. Nydes’deki taşlar canlanıp ısrarla bu ayakkabıyı sökmeye çalışsa bile.”
Diyerek aslında kendi kendine isyan eder.
Babası ise kızının bu durumunu görüp onu biraz olsun sakinleştirmek için,
“Kızım, Nydes’deki ayakkabıların çoğunu biz yaptık, tamir ettik. Senin yaptığın ayakkabıları da yakından görüyorum. Herkese ayrı şekilde yapamayacağımıza göre belki de başka bir ayakkabıyla karıştırıyor olabilirsin.”
Diyerek ortamı biraz olsun yumuşatmaya çalışır.
Ama Azalea, haklılığını ortaya çıkarmaya kararlıdır, bu yüzden,
“Emin ol, karıştırmadım. Hep şüphelendiğim için geçen sefer küçük bir işaret koymuştum ayakkabının üzerine. Bak, ne tesadüftür ki hala duruyor işaret.” der.
Babası ise gülümser bir ifadeyle,
İnsanların ayakkabısını tamir ediyoruz, onları delerek işaretlemiyoruz,” diye söylenir. Babasının bu sözü üzerine biraz utanan Azalea,
“Delmedim, sadece her yerini iyice diktikten sonra küçük bir kısmını senin şu kalın iplerinden geçirdim,”
Azale’nın yumuşadığını gören babası ise gülümser ve bir o kadar da dalgacı bir ses tonuyla,
“Benim deneyimlerimi, tecrübelerimi deneme olarak kullanamazsın,” diye
Şakacı bir dil ile cevap verip konuyu kapatmak ister. Babası ile karşılıklı kısa bir gülüşmeden sonra Azalea o günün gecesine kadar sadece bu ayakkabıyla ilgilenir, sökülen yeri sıkı bir şekilde diker, güzelce tamir eder. Ama bu sefer Azalea kararlıdır. Bir daha evinde kendini bu ayakkabıyı tamir ederken bulmayacaktır. Çünkü kendisi ayakkabı işinde başarılı biridir ve bunun da böyle bilinmesini istiyordur.
Azalea, her ne kadar erken yaşta büyümek zorunda kalsa da kasabada belki de gerçekten onun için her şeyi göze alacağı Neva adında bir arkadaşı da vardı. Neva, Nydes kasabasının postacısının kızıydı. Aslında bakılırsa, Nydes hapishanesine gönderilenler dışında kimse fazla mektup göndermezdi. Bu yüzden Neva’nın babası, saraydan veya bağlı oldukları şehir valisinden gelen emir bildirgelerini taşıyordu. Ama en kötüsü, bazen mektup yerine hapishaneye suçlu taşımak zorundaydı. Bu işi yıllardır yapmasının elbette ki kimseye güven duymama gibi bir yan etkisi olacaktı. Bu yüzden Neva’nın babası kimseye güven duymaz, bazen fazlasıyla sert olurdu. Aslında böyle olması onun suçu değildi. En yakın şehirle aralarında üç gün süre vardı ve at arabasıyla yolculuk yaparken hem mahkûmu yedirip içirmesi gerekirken hem de mahkûmun o üç günlük yol boyunca at arabasından kaçmamasını sağlaması gerekiyordu. Babası cüsseliydi, bilakis bu iş için seçilmişti. Ama işin zorluğu da burada başlıyordu.
Neva’nın babasının bu işinden dolayı, Nydes dışındaki hayatı anlatan çeşitli kitaplar, mektuplar hatta yeni çıkmış icatlar bile getirebiliyordu. Tatbikîde Neva, bunları en yakın arkadaşı Azalea ile paylaşıyor, bazen yüksek tepelere çıkıp sesli şekilde kitapları okuyor, orada yazan karakterleri taklit ederek eğleniyorlardı. Bu mektuplar ve kitaplar dışında başka hiçbir oyuncağı olamamıştı Azalea’nın. İşte tam da Mobi’nin getirdiği ayakkabıları teslim edeceği gün önce Neva’nın evine uğradı. Küçük bir merhabalaşma töreninden sonra, Neva’dan yazı yazmak için küçük bir kâğıt istedi. Aslına bakılırsa, Azalea bile bu kağıtla ne yapacağından emin olmamakla birlikte, bu durumu Neva’dan saklayacaktı. Çünkü planı hapishaneye gizli bir yazı göndermekti, bu hareketi, fazlaca tehlikeli olacaktı, bunu oda fark etmişti. Bu durum zaten gün boyunca aklını karıştırmıştı, ama bir yandan da yırtık ayakkabının kendi suçu olmadığını insanlara belki de birazda kendine inandırmak istiyordu. Kararlıydı. Mecburi bir yazı yazması gerektiğini söyleyerek, Neva’dan beklediğinden de fazla birkaç kâğıt parçası almıştı aslında. Ama büyük bir sorunu vardı; Azalea, okumayı bilse de daha önce hiç yazı yazmamıştı. Yani, Neva’dan yardım istemek zorundaydı. İşte tam da bu sırada Neva’ya seslendi:
“Neva, bir şeyler yazmamız gerek,” dedi
Neva ise o maceracı ruhuyla, “Ciddi misin? Bu çok güzel! Bekle, mürekkebi getireyim,” diyerek nedenini hiç sormadan hemen mürekkebi getirdi.
Azalea, yalan söyleyecek olmanın ağır yüküyle,
“Babam bir ayakkabı için müşteriye sinirlendi, para ödemesini istiyor. Bu yüzden bana müşteriye bir şeyler yazmamı istedi,” dedi.
Neva ise elinde mürekkeple,
“Baban bu tür işleri her şeyiyle sana bıraktı diye biliyorum,” şeklinde mırıldandı.
Bunun üzerine Azalea daha hızlı bir konuşmayla,
“Evet, işte çok derin bir konu. Buna mecbur kaldı, daha sonra uzun uzun anlatırım,” diyerek Neva’yı geçiştirdi.
Şüpheli bir bakışla arkadaşına bakan Neva, artık daha fazla bir şey söylemeden mürekkebi kağıtla buluşturmaya başladı. O anda Azalea söylemeye, Neva ise yazmaya başladı.
“Merhabalar bayım, zor şartlar altında olduğunuzu biliyorum ama belirtmek isterim ki beni de yoran ve sinirlendiren bir konu var. İki ay içerisinde dördüncü kere ayakkabınızı tamir ediyorum. Israrla! Sürekli aynı yerden ve aynı şekilde yırtılmış olarak bana ulaşıyor. Bu durum gerçekten can sıkıcı olmaya başladı. Bir fare bile aynı yerden ve aynı şekilde bir ayakkabıyı kemiremez. Farenin yapamadığını nasıl beceriyorsunuz gerçekten? Anlamak çok güç. Artık daha fazla bu ayakkabıyla uğraşmak İstemiyorum. Lütfen daha dikkatli kullanın. Ve en kısa sürede de paramı ödeyin lütfen,”
Diye yazarlar.
Ama Neva’nın bilmediği şey, bu yazının parayla bir ilgisinin olmamasıydı. Sadece Neva’nın gözünü boyamak için Azalea’nın o cümleyi araya sıkıştırmak istemesiydi. Bu kısa mektupvari yazıdan sonra Neva gülerek ve anlamsız bir göz ifadesiyle,
“Ne bu şimdi? Mektuba ‘bayım’ diye başlayıp fareden daha aşağı konuma soktun adamı,”
“Bu babamın tam da yapmamı istediği şey, çünkü bu durumdan artık o çok sıkıldı,” diye hızlı bir şekilde olayı
geçiştirmeye devam etti.”
Neva yavaş ve şüpheli bir biçimde, biraz da ağzında uzatarak, “Tamamm!” diyerek Azalea’nın belki de anlatmakta en çok zorlanacağı soruyu sordu,
“Kime vereceksin bu mektubu?”
Azalea, Neva’nın mektup değişinden çok hoşlanmaz çünkü yazmak istediği sadece kendinin iyi bir ayakkabıcı olduğunu ispatlamak için küçük bir uyarıdır. Bu yüzden büyük bir iç çekerek,
“Benim de bilgim yok şimdi babamın yanına gitmem gerek,”
diyerek, yalan yumağına bir yalan daha eklemiş oldu. Neva eliyle mektubu Azalea’ya uzattığı sırada bir anda geri çekerek,
“Bu mektup kasaba dışından birine gitmeyecek, değil mi?” dedi.
Azalea, o an yakalanma korkusuyla hemen inkara geçerek,
“Hayır, tatbikîde! Kasaba içinden birine gidecek, sadece kim olduğunu inan bilmiyorum,” diyerek
Ben suçlu değilim dercesine çıkışır. Neva, Azalea’yı yanına oturtarak kısık bir o kadar da yapıcı bir sesle,
“Azalea, bu kasabada herkes birbirini tanır. Eğer bu mektup kasaba dışına çıkarsa, babanın onaylayıp götürmesi gerekir. Bu yüzden belli ki bu mektup hapishaneye gidiyor,” der.
Azalea ise her şeyin ortaya çıktığını düşünerek; tam ağzını açıp her şeyi itiraf edecekken, Neva onun sözünü keserek,
“Bekle biraz, babanın durumundan dolayı maddi sıkıntı çekiyor olabilirsiniz. Bunun anlayışla karşılarım ve bu yüzden baban hapishaneye parasını almak için bir mektup göndermesini de anlayabilirim, ama yalan söylemene gerek yoktu,” diyerek
Azalea’yı daha fazla bir mahcubiyet duygusu altına sokar.
Hemen ardından mektubu Azalea’nın eline sıkıştırıp gülümseyerek,
“Ben sana her zaman yardım ederim, ne kadar etik olamazsa bile!” der.
Böylelikle Neva biraz ortamı yumuşatır, ardından kısa bir sessizlikten sonra Azalea’yı artık uğurlama vakti gelmiştir. Azalea ise az önceki konuşmaların baskısını atlatamamışken, yola koyulmaya başlar. Gerçekten de Neva tepki koymakta haklıdır diye düşünür Azalea, Neva’nın söylediklerini yol boyu uzun uzun aklından geçirir ama nitekim gideceği yere artık yaklaşmıştır şimdi bu düşüncelerine biraz ara vermek zorundadır. Havaya bakar güneş neredeyse tam tepedeyken, uzaktan Mobi’yi görür Mobi Azalea’yı bekliyordur. Azalea biraz gecikmiştir, ama nitekim sonunda gelmesi gereken yere ulaşır.
Ardından hızlı bir şekilde Neva’nın yazdığı mektubu çıkarır, hafif üzgün bir şekilde,
“Beni affet Neva,” diyerek…
“Mektubun en kısa sürede paramı ödeyin”
Yazan kısmını dikkatlice yırtar. Bir yandan da eli titriyordur. Çünkü Neva’nın bu iyi niyetine karşı belki de Azalea kendi egosunu ön plana çıkarmıştı. Bu düşüncedeyken bir yandan da malum ayakkabıyı bulup kâğıdı içine sıkıştıracakken tam o esnada Mobi onu görüp seslendi:
“Hey Azalea, buradan geçmen gerek. Buraya belki yüzüncü gelişin ama hala seni uyarıyorum,” diyerek
Onun yanlış yerde durduğunu belirtti. Ama Azalea tam da kendi istediği yerdeydi çünkü ayakkabıya gizlice yazıyı iliştirecekti. Yazılı kâğıdı da hızlı bir şekilde iliştirmeyi becermişti. Mobi hemen Azalea’yı iç kapıya yönlendirdi. Azalea ise panik ve korkmuş bir şekilde yavaşça içeri yanaştı. Bugün içeride görülmeye değer bir kalabalık vardı. Nydes Hapishanesi’nin en büyük özelliği azılı suçlulardan daha ziyade siyasi suçluların ülkeden olabildiğince uzakta olmalarını sağlamak için buraya gönderilmeleriydi. Bu yüzdendir ki mahkumların bazıları gerçekten çok varlıklı, bazen de çok kültürlü olabiliyordu. Azalea ise hafif korkmuş ve endişeli duygularla etrafı izlemeye başladı. Her hafta aynı manzaraları görmesine rağmen bugün içindeki korku nedeniyle daha bir farklıydı insanlar. İçerde onun gibi idiler Nydes Kasabası’nın terzisi, çobanı, çiftçisi hepsi ve daha fazlası oradaydılar. Sipariş edilen ürünlerle sırayla içeri girmeyi bekliyorlardı. Nitekim oldukça yüksek bir ses geldi:
Azalea’nın kolunu tutan Gardiyan çevresine bakıp dalga geçer bir gülüşle,
“Korkmana gerek yok tabi, saklayacak bir şeyin yoksa,” diyerek
Azalea’nın çığlık atmasıyla dalga geçti. Azalea ise dalga geçmesini hiç aldırmadan,
“Özür dilerim, efendim, bir anda kendimi tutamadım,”
Gardiyan ise iç çekerek,
“Keşke bizden bu kadar da korkmasa, herkes öyle değil mi?” diyerek
Hafif bir sitem etti. Biraz düşündükten sonra konuşmaya devam etti,
“Her Neyse işte, şimdi üzerindeki şalı ver. Bu güzel kızıl saçlarını yüzün görünecek şekilde arkaya at,” dedi.
Azalea ise gardiyanın bu sözlerine soğuk bir yüz ifadesiyle karşılık verdi, çünkü artık yolun sonunda olduğunu düşündü. Bu yaptığı bir suçtu, tatbikîde kim hapishaneye izinsiz bir mektup sokar ki, ah aptal Azalea diye düşündü. O an bir yandan başını yarı örtmüş şalını yavaşça çıkardı, saçını geriye doğru attı. Gardiyan şalı alıp arka tarafa geçti. Azalea korku dolu gözlerle gardiyanın her bir adımını sayarken diğer yandan da babasını düşündü, çünkü Azalea olmadan babası artık yaşayamazdı bile, zaten hastalığı artmıştı, yataktan bile zor kalkıyordu. Azalea kendinden çok babası için üzüldü o an. Acaba bu ayakkabı içine sıkıştırılmış yazıyı siyasi gizli mesaj olarak algılayıp mesajın ne olduğunu anlamak için, Azalea’yı daha önceden hiç çıkmadığı Nydes’den çıkarıp sorgulayacaklar mıydı? Öyle ki, ne derse desin ona inanmayacaklardı, babası zaten bu haberi duyar duymaz bir daha konuşamazdı bile. Her şey bitti artık diye düşündü. Bu düşünceler Azalea’nın aklını kemirirken kısa bir zaman sonra gardiyan geri döndü, Azalea’ya bakarak,
“Elinde yeni bir ayakkabı var mı?”
Azalea neredeyse ağlar bir o kadar da korkmuş bir sesle,
“Hayır, efendim,”
“Haftaya yeni bir tane lazım, tamamen ayağı saran bir ayakkabıdan getir. Ödemeni ayakkabıyı getirdiğinde alacaksın, 2 gümüş yeterli mi?”
Azalea oradan bir an önce kurtulmak istediğinden gardiyanın her dediğine kafa sallayıp onaylıyordu, bir yandan da korkusunu gizlemeye çalışıyordu. Tam o sırada gardiyan sesli bir şekilde, hatta sanki dışarıdaki birine sesleniyorcasına, “Zaten bu gümüşe bu kadar ancak, öğle değil mi? Ayakkabıcı, artık gidebilirsin,” diyerek
Azalea’ya şalını geri uzattı.
Bunu duyan Azalea, bu duruma her ne kadar anlam veremese de içindeki oradan kurtulma isteği ağır bastı. Ardından hiç vakit kaybetmeden oradan hızlı adımlarla ayrıldı. Dışarıya çıkarken Mobi’yi gördü. Mobi ona bakıp hemen başını diğer yöne doğru çevirdi. Azalea da zaten sohbet edecek durumda değildi, neredeyse koşar adımlarla hapishaneden uzaklaştı. Yolda artık nefes nefeseyken, bir yerde durup birdenbire gözünden hızlıca akan damlalara engel olamadı. Azalea bazen gizlice ağlardı çükü dışardan her ne kadar sert görünse de bazen oda artık yorulabiliyordu, ama bu seferki biraz korkunun da verdiği etkiyle farklıydı. Fakat artık kendini bir an önce toparlaması gerekiyordu, hasta babası evdeydi, bu yüzden o da tam da böyle yaptı. Bilekleriyle gözlerindeki akan yaşları sildi. Bu tür durumlarda asla avuç içini kullanmazdı, yaptığı işe uğursuzluk getirir diye düşünürdü.
Kısa bir süre içinde ayaklandı, biraz da günün verdiği yorgunluk ve gerginlikle ancak akşamüzeri eve geçebildi. Eve geçtiği gibi, onu burada yine şaşırdığı bir o kadarda korktuğu bir manzara karşıladı. Yemek yaptığı malzemeleri etrafta dağınık bir şekilde duruyordu. Panik bir şekilde hızlıca, hemen babasının olduğu odaya koştu. Odaya girince biraz rahatladı çünkü, Babası oturur bir şekilde uyukluyordu. Babası Azalea odaya girer girmez uyandı ve gözlerinden yaş gelerek kısık bir sesle,
“Ahhhh! kızım, özür dilerim, sana bugün iyi olduğumu göstermek için bir sürpriz yapmak istedim, yemeği hazırlayıp sana sunacaktım ama çok fazla ayakta duramadım,” dedi.
Azalea gerçekten bir an duraksadı, bugün yaşadıklarından sonra ikinci bir korkuya daha yeri yoktu, bu yüzden yutkunduktan sonra kendini toparlayarak,
“Hiç öyle olur mu, babacım! Özür dilemesi gereken benim, lütfen böyle düşünme. Geç gelmezsem zaten yemek hazırdı, hem dediğim gibi değil mi?”
Diyerek soru üstüne soru sorarak babasını rahatlatmaya çalıştı. Babası ise mahcup bir şekilde,
“Güzel kızım, zaten her şeyi sen yapıyorsun. Keşke bende sana yardımcı olabilseydim, bunu çok isterdim ama bunu yapamam. Artık imkânsız! Zaten son vakitlerime geldim, bundan eminim. Seni kimseye emanet etmeme gerek yok kendi ayakların üzerinde duracak çok yetenekli bir kızsın. Her işi kendin becerirsin. Ama bazen yalnızlık insanı yıpratabiliyor. Benim yanımda hep sen ve annen vardı. Şimdi de sen umuyorum ki senin yanında da seni seven birileri hep bulunur, Hiç yalnız kalmazsın,” diyerek
Uzun bir veda konuşması yaptı neredeyse. Bunları kalbi buruk bir şekilde dinleyen Azalea ise,
“Hayır baba, biz uzun süreler ayrılmayacağız. Emin ol, sen iyileşeceksin ve eskisi gibi olacak her şey,” diyerek babasını teselli etti. Babası da hemen ardından gülümser bir yüz ifadesiyle “Peki” dedi.
O akşam Azalea babasını oturttu ve yemeğe yardım etmesi için babasına da bir şeyler yaptırdı. Böylelikle baba kız çok hoş bir gece geçireceklerdi. Geceleri her ne kadar duygusal ve güzel olsa da o gece boyunca Azalea aslında yalnızlıktan korkmalı mıydı? Acaba diye düşündü. Çünkü hayatta her ne yaşasa da yaşasın asla yalnız kalmamıştı. Hep danışacağı, yer yer gülüp eğleneceği bir ailesi vardı. Azalea’nın yalnızlık düşünceleri sabahki yaşadığı hapishane macerasını ona unutturmuştu. Babasının bu sözleri onu derin düşüncelere daldırmıştı. Bu yüzden gece boyu uyumak yerine sabahın ilk ışıklarını beklemişti. O ışıklar Azalea’nın evini bulur bulmaz ise, ilk işi arkadaşı Neva’nın yanına gitmek olmuştu.
Neva’nın yanına varır varmaz, Neva onu güler bir yüzle karşılayarak,
“Suçluların cezasını verdin mi? Onlara kime bulaştıklarının farkına varmalarını sağlamışsındır! Benim korkusuz güzel arkadaşım,” diyerek
Azalea’ya takıldı. Azalea Neva’ya göre her zaman daha ciddi bir hayat sürmesinden dolayı bugün bu konuşmada da yüz şeklini hiç bozmadan,
“Dün zaten yorucu bir gün yaşadım. Lütfen bu şekilde üzerime gelme!” dedi.
Neva ise bıkmış bir surat ifadesiyle,
“Senin her günün yorucu tatlım, ama yine ne oldu. inan dinlemek isterim. Kime bulaştın? veya kime hat bildirdin acaba?” diyerek
Onu da kendinin de rahat oturacağı bir yer seçerek oturdular.
Azalea, “Babam” demeye kalmadan Neva, Azalea’nın sözünü keserek gözleri açılmış bir şekilde,
“Ne oldu babana?” dedi.
Korkmuştu. Ama Azalea daha sakin ve bir o kadar da kısık bir sesle, “Bir sorun yok ama durumu gittikçe kötüye gidiyor. Nasıl söylenir ama, dün beni gerçekten düşündüren bir şeyler söyledi. Sanki tam bir veda konuşmasıydı. Nasıl olacak inan bilmiyorum,” dedi.
Neva yavaşça Azalea’nın yanına yaklaştı iki elini onun iki eline yanaştırarak,
“Ben buradayım üzülecek veya korkulacak hiçbir şey yok,” diyerek
Arkadaşını teselli etmeye çalıştı. Azalea ise,
“Korktuğumdan değil ama, gerçekten o giderse inan ne yaparım, nasıl olur bilmiyorum. Hayatın belki de bir anlamı kalmaz,” dedi.
Neva arkadaşının elini daha sert bir şekilde sıkarak,
“Öyle söyleme. Hem ben Nydes’de senden daha güçlü hiçbir kadın görmedim. Babanın yokluğu elbette zor olabilir ama bunu bil, burada bu şartlar altında ayakta kalacak belki de senden başka hiç kimse yoktur,” dedi
Ve sözlerine hafif güler bir yüzle sesini yükselterek,
“Tabii senden başka ben de güçlüyüm. Öyle ki senden daha güçlüyüm,”
Şeklinde devam ederek arkadaşını mutlu etmek için şaka yaptı.
Azalea da durumu anlayarak,
“Tatbikîde sen en güçlüsüsün. Yoksa bunca zaman bana katlanamazdı kimse,” diyerek
Ortamı neşelendirmeye çalıştı. Ama Neva’nın bu oyunu kesmeye hiç niyeti yoktu ve şimdi Azalea’ya gerçekten kızdıracak o fikri söyledi:
Ve Azalea’nın konuşmasına izin vermeden ekledi: “Belki de artık Sıtol’un teklifini kabul etmeliydin. Baban da daha rahat olurdu,’ dedi.”
Azalea ise bu söylenenlere artık katlanamaz vaziyette sinirli ve kızgın bir şekilde,
“Sıtol iyi bir çocuk veya erkek, ahh her neyse işte, ama ben evlilik düşünecek durumda değilim maalesef. Bana teklif ettiği dediğin olay tam bir trajediydi, bunu sende biliyorsun.” Diyerek,
Nevaya sitem dolu sözler sarf etti.
Neva şımarıklığını üstünden atmayarak,
“Eğer istersen onunla konuşurum ve o da sana şu hayalindeki meşhur teklifi yapar, bizde görmüş oluruz prenses Azalea’nın hayalindeki teklifi.”
Bu sözler üzerine Azalea kaşlarını çatarak,
“Neva hanımın beni kızdırma saati gelmiş herhâlde!” diyerek ayağa kalkıp hızlıca oradan uzaklaşmaya başladı. Neva ise uzaktan, “Bu konuyu konuşacak daha çok vaktimiz var neyse ki, bu yüzden şimdilik kaçmana izin veriyorum,” diyerek
Güler bir şekilde Azalea’nın arkasından bağırdı.
Azalea ise başını sağa sola sallayarak oradan uzaklaşmaya devam etti. Uzaklaştıkça da bir yanda da Neva’ya belli etmese de o da bu konu hakkında içten içe gülmüştü, çünkü Sıtol gerçekten Nydes köylüleri tarafından oldukça iyi tanınan, iyi niyetli Azalea’nın değişine göre biraz da saf nerede ne konuşması gerektiğini bilmeyen biriydi. Sıtol 20 yaşındaydı, Nydes’de Azalea’nın yaşıtı olan birkaç erkekten biriydi. Kendisi, Nydes’in çoğu ahalisi gibi aile mesleği olan hayvancılıkla uğraşıyordu. Nydes’in zor şartlarında, keçi besleyerek hayatını idame ediyordu. Ama onun bu özelliklerinden hiçbiri Azalea’nın onun evlilik teklifini kabul etmeme sebebi değildi. Sadece teklif ediş şekli biraz saçma ve Azalea için küçük düşürücüydü. Geçmişte yaşadığı bu olay, Azalea’nın hayaline, her ne kadar istemese de geri gelmişti. Nydes’de neredeyse herkes birbirini tanırdı.
Günlerden bir gün Sıtol’un bir ayakkabıya ihtiyacı olur ve olması gerektiği gibi köydeki tek ayakkabıcı olan Azalea’nın yanına gider. Bir çoban ayakkabısı istediğini söyler. Nydes’de çobanlar, 2 kat deriden oluşan ayakkabıları tercih ederler çünkü dağ yamaçlarına çıkmak için sert bir o kadar da sivri olan taşların üzerinden geçmek zorundadırlar. Sıtol da tecrübeli bir çobandır, bu yüzden Azalea’dan bu şekilde bir ayakkabı ister. Fakat tek isteği bu olmayacaktır. Azalea’nın ayakkabıyı hazırladığı zaman boyunca, Sıtol defalarca Azalea’nın evini bir bahaneyle ziyaret eder ve ayakkabısının durumunu öğrenirdi. Tabi ki bu ayakkabının bir bitiş günü de vardır. İşte o gün geldiğinde, Sıtol Azalea’ya açılmaya hazırdır. Azalea’yı kızdıracak, bir o kadar da aklından atamadığı şu cümleleri kurar:
“Azalea, uzun zamandır birbirimizi tanıyoruz. Bence sen çok iyi birisin.”
Şeklinde konuya girer ve uzunca devam eder. Azalea, hayatı boyunca kızıl saçları ve yeşil gözlerinin güzelliği hakkında övgüleri duymuştur. Ama bu konuşma çok farklıdır, çünkü bu bir evlilik teklifidir. Bu sefer, Azalea’nın yetenekli biri oluşundan, göz renginden veya saçından bahsetmektense, Sıtol’un konuya çok başka bir yerden dahil olmasıyla, akıldan çıkmayan bir teklif olmuştur.”
Sıtol uzun bir giriş cümlesinden sonra devam eder:
“Bence sen çok zeki birisin, bu yüzden biliyorsun ki, Nydes her ne kadar zorlu şartlarda olursa olsun burada yaşıyoruz ve burada yaşamayı en kolaylaştıran şeylerden biri aile nüfusunun çokluğu. Eminim herkesin malumudur ki, Nydes’te yeni çocuk doğma olasılığı çok düşük.”
Aslında, Sıtol haklıydı bunu Azalea da biliyordu; nedeni bilinmez ama Nydes’te gerçekten yeni doğum çok fazla olmazdı. İki veya üç doğum yapan kadınlara bir üstünlük atfedilirdi. Bu durum bazıları tarafından iyi karşılanırdı, çünkü o dönemde doğan çocukların küçük yaşta ölme olasılığı çok fazlaydı. Fakat Nydes’te az doğum olmasına rağmen yeni doğanlar sağlıklı bir şekilde büyüyordu. Bu söylentiler tüm ülkeye yayılacak ki, özellikle saray halkı ve o zamanın en elit ailelerinin kadınları burayı kutsal görüp çocuklarının sağlıklı doğması için doğumlarını bu bölgede yapmak isterlerdi.
Tam da aslında Sıtol’un derdi de buydu. Nydes’te güçlü ve nüfusu kalabalık bir aile kurmaktı. Bu yüzden Azalea’nın şaşkın bakışları altında biraz da utanarak sözlerine şöyle devam etti:
“Annem seni görmüş, yani biraz incelemiş desem daha iyi olur. Aslında ben de tabii sırf gerçekten öylemi mi? diye bu konuyu biraz çevreme de sordum ve doğru olduğunu gördüm. Senin gerçekten,” der
Sıtol’un ağzından çıkacak kelimeler resmen diline dolanır.
Bu yarı anlamsız cümleleri kurduktan sonra kısa süre susan Sıtol, kafası biraz karışmış ve meraklı bir surat ifadesini Azalea’nın suratında görünce daha da utanır. Ardından Azalea konuya girerek,
“Sıtol, seni anlamakta güçlük çekiyorum. Lütfen ne söyleyeceksen direk söyle. Kafamda kurmaktan çok yoruldum,” der.
Bu cümleden cesaret alan Sıtol, daha sonra Azalea’nın ve kendi çevresinin de dalga konusu olacak şu cümleyi söylemeye başlar:
“Annem seni incelerken geniş popon onun dikkatini çekmiş ve senin çok çocuk doğurabilecek bir potansiyelin olduğunu söyledi bana,” demiş
Aslında geri dönülmesi imkânsız bir yola girdiğini o an fark etse de.
Bunu duyan Azalea ise küçümser bir surat ifadesiyle, “Neeee!” diyerek şaşkın bir ifadeyle Sıtol’a bakar. Sıtol Azalea’nın suratında o korktuğu bakışı görür görmez olayın ciddiyetini anlar. Hemen kendini temize çekeyim derken daha da batırmaya devam eder:
“Hayır hayır Azalea, çevreme de sordum gerçekten böyle bir şey varmış. Tıbbi bir gerçek, çok çocuk doğurma buna bağlı olabiliyor. Bende daha sonra bu konu için sana baktım gördüm bu konuda çok şanslısın emin ol. Bende bu yüzden seninle evlenmek ve seninle bir sürü çocuğumuz olsun istiyorum,” der demez.
Azalea elindeki Sıtol için hazırladığı bir çift ayakkabıyı ona doğru fırlatarak, “Beni annenle beraber incelerken keşke arka tarafımdan vakit bulup biraz da yeteneklerime baksaydınız, çocuklarıma nasıl iyi ayakkabı yaparım diye konuşsaydınız,” diyerek bağırır.
Bunları derken Azalea bir taraftan Sıtol’a doğru ilerler. Sıtol ise korkudan eli ayağına girmiş şekilde elinde yeni ayakkabısıyla beraber yavaş adımlarla geri geri gider. Bu vaziyet aslında ikonik bir durumdur. Sıtol da zaten artık Azalea’nın bakışlarına, öfkesine daha fazla dayanamaz. Azalea’nın evinden hızlıca elinde ayakkabısıyla beraber kaçar. Azalea bakıldığında olgun biridir, bu olay karşısında bu şekilde davranıp Sıtol’a haksızlık ettiğini veya zaten bu şekilde davranmasının normal olduğu konusunda, olay olduğundan beri sürekli uzun uzun düşünmüştü. Ancak bu olaydan birkaç gün sonra Sıtol hatasını anlayıp ayakkabının parasını verme bahanesiyle geri geldiğinde konu hakkında kendi annesiyle konuştuğunu, zaten böyle bir teklifin yanlış olduğunu itiraf etmişti. Devamında bir şans daha istese de Azalea bu evliliği zaten çoktan aklından çıkardığı için reddetmişti.
Sıtol’un olayı işte böyle bir olaydı. Azalea Nevra’nın yanından ayrıldığında, bu konuyu yine böylelikle en detaylı şekilde düşünmüş, hatta biraz yol boyunca kendi kendine yine utanmıştı. Bu düşünceler ışığında nihayet kendi evine gelmişti. Babası da uyanmış, Azalea’yı görünce gülerek ve mahcup bir yüzle onu karşılamıştı. Bu gülümseyen ve mahcup yüz, Azalea’nın hayatında babasıyla ilgili hiçbir şeyin değişmeyeceğini hatırlatıyordu. Bu düşüncelerinin verdiği gururla Azalea, babasına:
“Babacım, günaydın. Bugün seni her zamankinden daha iyi gördüm,” dedi. Babası ise gülümseyerek,
“Teşekkürler tatlım. Seni görüp de kötü olmak mümkün mü?” dedi.
O sırada Azalea’ya babasına oldukça sevimli görünüyordu. Zaten Azalea, Niko için her zaman öyleydi, yaşı kaç olursa olsun Azalea hep sevimliydi. Bu yüzden biraz durup kızını izlemeye koyuldu. Azalea, kümesten getirdiği yumurtalarla kahvaltı hazırlığına başladı. Biraz bir şeyler yedikten sonra Azalea, evdeki bazı çamaşırları dışarıya çıkarıp yıkamaya koyuldu. Ardından yavaş yavaş çamaşırları asmaya başladı. Tam Sepetindeki son çamaşırı asacakken, çalılıklardan bir yürüme sesi duydu. Asmış olduğu ıslak giysiyi sol tarafından tutup kaldırdı ve başını hafifçe eğerek sesin geldiği yöne doğru gözlerini kısarak baktı. İşte O an gözlerine inanamadı, gelen kişi Sıtol’dan başkası değildi.
Sıtol, malum olaydan beri yaklaşık bir yıldır ilk kez görülüyordu. Sıtol yavaş adımlarla Azalea’ya doğru ilerledi ve yanına varınca:
“Merhaba, Azalea,” dedi.
Azalea, kendinden emin bir şekilde biraz da küstah bir ses tonuyla: “Merhaba,” diyerek; Kısa bir cevabı tercih etti.
“Baban nerede?” diye sordu.
Azalea, aynı küstah bir tavırla eliyle evi işaret ederek evi gösterdi. Ardından şöyle dedi:
“Şu an bütün işlerle ben ilgileniyorum. Ne söyleyeceksen bana söyle, babam çok rahatsız durumda, yorulmasını istemiyorum.” dedi
Sıtol, daha saf ve masum bir ses tonuyla:
“Tabi, tabi. Kusura bakma, Niko Amcanın durumunu biliyorum, bu yüzden o zaman sana söyleyeyim,”
Dedi ve siyah renkli kısa bir kurdele uzatarak. Devamında:
“Ben evleniyorum, Azalea. Kasabadan Yula ile. Sen de bilirsin ki, bunu babana vermem geleneklere daha uygundu, ama şimdilik senin alman daha iyi olacak gibi,” diye Ekledi.
Bunu duyan Azalea, gözlerindeki ve büyük ihtimalle kalbindeki şaşkınlığa dur diyemedi ağzı açık bir şekilde kaldı. Az önceki küstah konuşmasının yerini daha şaşkın sözcükler alarak:
“Evleniyor musun? Gerçekten mi?” diye
Sorular sorarak Sıtol’un elinden yavaşça kurdeleyi aldı. Şaşkınlığını toparlar bir şekilde yüzünde sahte bir gülümseme yerleştirdi:
“Bunu babama ulaştıracağım, ama o çok hasta olduğu için düğüne gelemeyecektir.”
Sıtol, yine mahcup bir yüz ifadesiyle:
“Tatbikîde, onun bilmesi yeterli, ama umuyorum ki seni orada görebilirim,” dedi.
Bunun üzerine Azalea, yine sahte bir gülüş ifadesiyle:
“Babamın durumunu biliyorsun, bazen ben olmadan ayağa bile zor kalkıyor. Gelmeyi ben de çok isterim, babamın durumuna göre,” diyerek
Var olan durumu anlattı. Sıtol ise teşekkür edip yavaş adımlarla oradan uzaklaşmaya başladı tam uzaklaşırken arkasına dönüp Azalea ya dönerek seslendi
“Azalea”
“Bunun üzerine bir anda yeniden yüz ifadesini değiştiren Azalea, sahte bir gülümser ifadeyle Sıtol’a doğru dönerek,
“Evet,” dedi. Sıtol, bu sefer daha düşük bir sesle,
“17 gün sonra,” dedi. Azalea anlamsız bir bakışla,
“17 gün?” diyerek Başını sağa sola salladı.
Hemen ardından Sıtol, “Düğün 17 gün sonra akşam,”
Diyerek Azalea’nın merakını gidermiş oldu verdi. Azalea ise gülümser bir ifadeyle,
“Tamam, bunu unutmayacağım, emin olabilirsin,” dedi.
Ardından babasının yanına gitti. Azalea her ne kadar çabalasa da suratındaki şaşkınlığı babasından saklayamadı. Babası direkt,
“Kızım, bir şey mi oldu?” diyerek
Olayı anlamaya çalıştı. Azalea ise o şaşkınlığını bir nebze de olsa gizleyebilmek ve babasına yansıtmamak için işi şakaya dökerek,
“Evet beyefendi, önemli bir ulak geldi,” dedi
Ve Elindeki kurdeleyi babasına uzatarak şöyle devam etti,
“Büyük bir düğüne davetlisiniz ama eğer siz teşrif edemeyecekseniz, mutlaka yetenekli kızını göndersin dediler,”
Azalea olayı biraz şakaya vurarak Sıtol’un gelişini ve dediklerini babasına anlattı. Bu olay karşısında babası, kısa bir sessizlikten sonra Azalea’ya bakarak,
“Vay be, demek senden istediğini alamayınca başka kızlarda şansını denedi, ama gördüğüm kadarıyla uzun bir zaman uğraşmış.”
Azalea ise dudaklarını büzerek şöyle cevap verdi,
“Evet, öyle görünüyor,”
Bunu duyan babası, kızının içinin biraz buruk olduğunu anlayarak onu kendi tarzında teselli etti, “Eminim evleneceği kız çok zeki, çok güzel, on parmağında on marifet biridir, hatta belki yazı yazıp at sürüyordur, kim bilir?”
Bunu duyan Azalea hafif alttan bir gülüş ve anlamsız bir bakışla,
“Sıtol’un kriterlerinin bu kadar üst düzeyde olduğunu sanmıyorum baba,” diyerek
Sıtol’u bir nevi küçümsedi. Babası aslında Azalea’nın bu imasını anlamıştı çünkü Sıtol’un Azalea’ya olan teklifini Sıtol’un annesinden daha sonra bir özür konuşması şeklinde dinlemişti. Bu yüzden gülümsedi ve şu cümleler ağzından çıkmaya başladı,
“Hayır kızım, kastım o değildi. Senin gibi birinin yerini ancak bu saydığım özellikler doldurur, hatta az bile kalır,” diyerek
Azalea’nın mahcup bir şekilde gülmesine sebep olmuştu. Babasının bu sözleri Azalea’nın gayet hoşuna gitmişti ama kısa bir süre sonra,
“Biraz çalışmam gerekiyor,” diyerek
Babasının yanından ayrıldı. Azalea için o gün Sıtol meselesi nedeniyle yoğun düşünceler ışığında geçti, ama nihayet bu olaylardan sonra akşama sağlıklı bir şekilde ulaşabildi. Azalea bugün her ne kadar dalgın olsa da bugünkü görevlerini de bitirmişti. Bugün yorgundu bu yüzden biraz erken gelmişti yatma vakti. Odasına geçti. Tam yatmaya hazırlanacakken, birdenbire gece vakti kapıları çalmaya başladı. O saate normal şartlarda gelen tek kişi Mobi olurdu, ama bu sefer kapı o kadar da şiddetli çalınmıyordu. Azalea yatağından kapıya doğru yöneldi, bir yandan da babası diğer odadan kimin geldiğini merak ediyordu. Azalea, babasının bu vakitte kimin geldiğini düşünüp korkmaması için,
“Kapıya bakıyorum,” diye seslendi yan odaya.
Ardından kapıyı açmak için elini biraz da ürkerek uzattı kapıyı açtığı anda; evet, aslında çok da şaşırmaması gereken kişi gelmişti: Azalea Kapıyı açar açmaz, karşısında üzerinde bir pelerinle Neva’yı gördü zaten gelmek için geç bile kaldın, tarzında soğuk bir bakış attı arkadaşına. Neva, kapı açılır açılmaz Azalea’nın bakışlarına aldanmadan, tek eliyle Azalea’yı belinden tutarak kenara çekip eve girmek için kendine bir yol açtı. İçeri doğru direkt Niko’nun yanına gitti. Bunun üzerine Azalea, bıkmış bir surat ifadesiyle, birazdan başına gelecekleri az çok tahmin ederek kapıyı yavaşça kapattı. Babası ve Neva’nın kısa bir selamlaşmasından sonra, Neva hemen aceleci bir tavırla Azalea’nın elinden tutarak onu odaya doğru çekmeye başladı. Azalea, bir eli nevadayken gitmek istemiryorcasına hareketlerle babasına baktı. Babası da yatağında yatar pozisyonda gülümseyerek Azalea’ya adeta
“Evet, yapacak bir şey yok.” diyordu.
Nihayet Neva önde, Azalea arkada olmak üzere Azalea’nın odasına ulaştılar. Neva, hemen odanın kapısını kapattı ve süngüyü çekti. Ardından üzerindeki pelerini çıkardı altında geceliğiyle gelmişti. Tam da beklenildiği gibi anlaşılan o ki, bu gece Azalea’nın evinde yatacaktı. Hiçbir şey söylemeden geceliğine sıkıştırdığı siyah kurdeleyi çıkararak Azalea’ya karşı rahatsız edici bir şekilde, bir o kadar da tatlı bir gülüş attı ve şöyle dedi:
“Sana da geldiğini biliyorum. Sıtol evleniyormuş! İnanmıyorum, hem de Yula ile.” diyerek.
Şaşkınlığını ifade etti ve akşamın o vaktinde neden burada olduğunun; dahası neredeyse sabaha kadar sürecek olan bu sohbetin ilk cümleleriydi aslında. Bakılırsa tamda öyle oldu gece boyunca Neva anlattı, Azalea dinledi Neva bazen de iğneleyici laflarla Azalea’yı yorsa da Azalea buna karşın kısa cevaplarla sohbeti olabildiğince bitirmeye çalıştı. Nihayet sohbet gecenin belli bir saatinde Neva’ya rağmen bitmişti elbette. Ama Azalea sabah olduğunda, Neva yüzünden uykusunu hiç alamamıştı. Yavaş yavaş hem günlük işlerini hem de ayakkabı işlerini bitirmesi gerekiyordu. Son birkaç gün yaşadıkları onu zaten yeterince yormuştu. Her seferinde işini ertelemek zorunda kalmıştı, fakat artık ayakkabıların teslim günleri yaklaşmıştı. Hemen işe koyulmalıydı. O yüzden hiç istemeyerek yatağından çıktı. Köşede yatan Neva’yı biraz dürttü. Neva’nın kalkmaya hiç niyeti yoktu; onun uyanmayacağını anladığında,
“Tabii ya, saygıdeğer Neva, her şey güzel, sizin için isterseniz akşama kadar yatın tabii.” diye mırıldandı. Odasının kapısını açınca yan tarafta babasının sessizce bir şeylerle uğraştığını gördü. Babasına;
“Günaydın baba, bugün erkencisin galiba.” dedi.
Babası da sesiz bir ses tonuyla,
“Sizi uyandırmak istemedim. Neva hala uyuyor mu?”
Azalea ise bile isteye yüksek ve şiddetli bir ses tonuyla,
“Evet zaten kalkması hiç beklenmez. Gece boyu baya eğlendi kendisi.” diyerek
Sitem etti. Bu konuşmanın hemen ardından babası hızlıca elini ağzına götürerek parmaklarıyla ağzını kapatıp,
“Tamam, yavaş ol artık. Gece ne oldu bilmiyorum aranızda çözün onu, ama eve gelen misafiri yüksek sesle uyandırmak saygısızlıktır.”
Azalea ise gözlerini devirerek kısık bir sesle,
“Tamam baba, haklısın. Sen keyfine bak. Birazdan kahvaltı hazır olur.”
Azalea tam arkasını dönüp gidecekken içinde kalmasın diye şunları da ekledi,
“Ama şu da var baba, misafiri bir şeyler yemesi için kahvaltıya uyandırmak da saygısızlık olur mu? Acaba?” Diyerek
İmalı bir sözde bulundu. Bunu duyan babası hiçbir şey söylemeden hafif şekilde gülümsemeyle oradan yavaşça uzaklaştı.
Azalea ise kümesten birkaç yumurta ve yiyecek bir şeylerle masayı doldurdu. Masalarını doldurması çok normaldi çünkü evlerindeki masa gerçekten çok küçüktü, 2 kişi bile zor yemek yerlerdi Ardından Neva’yı uyandırdılar. Babası ve Azalea masada oturmuş kahvaltı yaparken, Niko, her ne kadar istemese de Neva ayakta atıştırmak zorunda kaldı. Ama bu Neva için hiç sorun değildi. Bir yandan konuşuyor, gülüyor, eğleniyor; diğer yandan atıştırıyordu. Nitekim, kahvaltı sonu Azalea, Neva’ya
“Bugün benimle deri, ip gibi ayakkabı malzemeleri almaya gelir misin?” diye sordu.
Böylelikle Neva’nın işinin olup olmadığını ve ona eşlik edip edemeyeceğini öğrenmek istedi. Neva’nın zaten o kadar da önemli bir işi olmayacağından ve tabii ki de Azalea ile Sıtol meselesini daha da konuşabilmek için bu gezintiye dünden razıydı. Kahvaltı sonrası Neva’nın evine uğradılar. Neva için kısa, Azalea için uzun süren Neva’nın üzerini değiştirme süresinden sonra, o gün boyunca Neva’nın düğün hakkında konuşmaları eşliğinde pazarı ve çobanları dolaşarak malzeme almakla geçti. Ancak işleri Akşam üstü bitmişti Azalea’nın hiç vakti kalmamıştı hızlıca Eve geldi, babasıyla hemen bir çorba yaparak karınlarını doyurduktan sonra işine koyuldu. Hem de birkaç gün önce hapishaneden yeni bir ayakkabı siparişi almıştı. Ayakkabı tamiri Azalea için hızlı yapabileceği bir iş olsa da yeni bir tane yapmak her zaman daha fazla zahmetliydi. Özen ve zaman gerektiriyordu. Azalea için ayakkabıcılık mesleği, onun bu hayattaki en büyük yeteneğiydi. Bu yüzden bu alanda övülmek, ona her zaman kendini iyi hissetmesini sağlamıştı. Bu meslekten para kazanmakla beraber, mutlu olduğu içinde yapıyordu. Bu sebeple kasabada ayakkabıcılık işini tek o yapmasına rağmen, en güzel şekilde yapmaya özen gösteriyordu. Bunun içindir ki, ayakkabıları özensiz yaptığını düşünmesinler diye hapishaneye not yollayacak kadar gözü karaydı. Sahi ya, o not acaba ayakkabı sahibine ulaşmış mıydı? Eğer ki ulaştıysa, bu durumu nasıl karşılamıştı acaba? Öfkelenmiş miydi, yoksa gülmüş müydü? Bu soruların cevabı için Azalea’nın tabiriyle söylemek gerekirse, birkaç sıradan gün daha geçirmesi gerekiyordu. Daha sonraki günler onun için hiç de sıradan olmayacaktı çünkü.
Nihayet, Azalea’nın hayatının asla eskisi gibi olmayacağı o gün gelmişti. Babasıyla bir akşam yemeğinden sadece bir saat sonra, Mobi tarafından kapıları sertçe çalındı. Klasik bir şekilde elinde bir kasa içerisinde çiftler şeklinde ayakkabılar vardı. Kısa bir sohbetten sonra ücreti ödeyip her zamanki gibi gitti Mobi. O gittikten sonra Azalea ise ayakkabıları incelemeye koyuldu. İçlerinden bir tane sağlam ayakkabı gördü.
“Bunun neresi kusurlu acaba?” diye düşündü.
Ardından ayakkabıyı incelemeye başladı. Ama bir tuhaflık vardı. Dikkatlice incelerken bir yerden tanıdık geldiğini fark etti. Evet, işte tam o an gözlerini yukarı devirerek
“Hadi ama şakamı bu?” dedi,
Diğer yandan da emin olmak için ayakkabıyı incelemeye devam etti o an anladı bu o malum ayakkabıdan başkası değildi, tam ayakkabıyı bırakıp bıkkın şekilde gidecekken. Ayakkabının içinden parmaklarına bir şey değdiğini fark etti, hemen ayakkabının içine daha dikkatli bir şekilde baktı bir kâğıt yerleştirilmiş olduğunu gördü. O yukarı doğru devirdiği gözlerinin yerini meraklı bir çift göz aldı. İçinden “bu da neyin nesi?” diye geçirirken,
İki parmağıyla kâğıdı kendine doğru çekmeye başladı. Sonunda amacına ulaşıp kâğıdı çıkardı. Fakat bu kâğıt tanıdıktı, evet o kağıttı. Neva ile yazmış olduğu not hala sapasağlam katlanmış şekilde duruyordu. İçinden “kimse okuma tenezzülünde bulunmadı, herhalde” diye geçirdi.
Ama aslında iş hiç de sandığı gibi olmayacaktı. Bir anda durdu ve bir şey fark etti. O da ne? Kâğıdı iki eliyle nazikçe tutmaya başladı. İşte o an gözlerine inanamadı çünkü, Neva ile yazı yazdıkları kâğıdın diğer yüzünde özenle yazılmış bir not vardı…
BİRİNCİ KISIM SONU
İbrahim Ethem