Kurtuluş (Part 2)
Yol gittikçe ilerliyordu az ilerde kapısız bir odaya rastlamıştık, ateşi içeriye hafifçe uzattım. Ateşi uzattığım anda karanlığın içinde iki tane kırmızı göz gördüm. Uzun dişleriyle hırlamaya başladı. Kurt mu diye düşününecek olduğumu andan üzerime atıldı. Kapının gerisini koşunca yanındaki duvara çarptı. Kereme koş diye haykırdığım anda yerde korkunç bir gürültü duyduk. Bastığımız zemin un gibi ufalanıp bizi bir alt zemine düşürdü.
Kendime geldiğimde Kerem yanımda baygın yatıyordu. Onu sertçe dürttükten sonra kendine gelmişti o kadar yüksekten düşmemize rağmen hayattaydık. Yukarıda o varlıklar bir anda çoğalmış bizi izliyorlardı. Bunlar kurt değildi. Çakmağımın ışığını bu varlıklara tuttuğumda ; kırmızı tüyleri ve uzun boynuzları vardı. Olgun bir aslan kadar iri cüsseliydiler. Kırmızı gözleri ile bizi izliyorlardı.
Meşalemi kaybettiğim için çakmağımı yakmıştım. Kerem artık piskolojik travmalara giriyordu. Öleceğimizi düşünüyordu. Onu yatıştırmak için elimden geleni yapıyordum. Gözüm bir anda ilerideki ufak ışıklara ilişti. Yanına ulaştığımda sanki birileri ışık ile resimler çizmişti; bir kitap, üç gezegen, insan ve acayip şekilli varlıklar vardı. Yanındaki resimde ise ateşin bir kuyuya atılması çizilmişti. Etrafa bakındığımda az ileride bir kuyu görüyordum. Çakmağın ateşi kısa mesafeli olduğu için karar vermek zordu. Yavaş adımlarla kuyuya yaklaştım. Kuyu içinde çok açık mavi bir sıvı ile doluydu. Kararsızdım. Çarem kalmadığı için tişörtüm den bir parça yırttım. Ateşe vererek kuyuya attım.
Kuyuya attığım ateş sıvıya değer değmez duvar diblerinden ve kuyudan beyaz ateşler fışkıramaya başlamıştı. Ömrümde belki bir daha tanık olamayacağım bir olaydı bu.
Ateş yolumuzu aydınlatmıştı. Kerem gibi bende yaralanmıştım ama yinede Kerem den daha iyidim. Bir elini boynuma doladım, belinden tutup yürümesine yardım ediyordum. Yavaş adımlarla sanki sonumuza yaklaşıyorduk.
Sonunda dar koridordan çıkıp geniş bir salona çıkmıştık. Cidden geniş bir salondu, sonunu göremiyordum. Ateş, betondan yapılmış bir rafa kadar ilerliyordu.
Kitap kutsanmış gibi yanından beyaz ateşler yükseliyordu. Kerem’i yere indirdim. Oraya tek gitmeliydim. Yüzüm kollarım yara içindeydi. Ama artık acı hissetmiyordum. Kitabın siyah çizgileri beni içine çekiyordu. Elimi korkarak kitaba uzattım. Elimin değmesiyle elimde bir yanma hissettim. Elim kanıyordu. Kan akmış kitapta elimin izi çıkmıştı.
Kitap sanki biri itelemiş gibi yere düştü. Sararmış yapraklarında beyaz ışıklarla yazılar yazılmıştı. O resimler gibiydi.
Yazıların ışığı gid gide büyümüştü. Artık ışıklardan yeni bir varlık doğuyordu.
Bu varlık iki buçuk metreden uzundu. Bembeyaz bir teni vardı. Sanki ışıktan yaratılmıştı. Gözlerine baktığımda uzay boşluğuna bakıyormuş gibi hissediyordum. Yıldızlar kayıyordu sanki.
Elini bana doğru uzattı. Bütün farklılıklara rağmen insana benzer yanları vardı. Ben bunları düşünürken parmakları sanki lastik gibi uzamaya başladı. Ben bunun dehşetiyle kaçmak için arkamı döndüm. Fakat beni bir böcek gibi kollarımdan yakalamıştı.
Parmak uçları şimdi burnumdan girmeye başladı. Ben çırpınırken bir yandan da çığlıklar atıyordum. Burnumdan beynime doğru gittiğini hissediyordum.
Artık haraket yoktu. Sadece beynimde sesler duymaya başladım. Bu benim sesimdi. Yaratık sanki benimle konuşuyordu. Artık kelimeler anlaşılıyordu. Beynimin içinde yankılanan ses bana “Üç lekeli sonunda geldin bizde seni bekliyorduk. Milyarlarca yıl önce süren hakimiyetimiz artık yok. Yıllar önce sizin bildiğiniz dünya çok daha farklıydı. Farklı iklimler, farklı canlılar, farklı yaşam kaynaklarıyla doluydu. Bizler dünyadaki en gelişmiş canlılarıydık. Teknolojimiz ölümü bile yok ediyordu. Lakin gökten gelenler bütün doğamızı yok ettiler. Çoğumuz yok olduk, yaşam kaynaklarımız yok oldu. Gezegen üzerindeki çoğu canlı yok oldu. Bizden sağ kalanlar bu dağa sığındık.
Beynimdeki sesler susunca arkasındaki milyonlarca cam fanus görünce hayretler içinde donup kalmıştım. Sonra sözlerine devam etti. “Bizi yok eden ırk bazılarımızı alıp kendi gezegenlerine götürdüler. DNA’larımızla oynadılar. Başka canlılar ile birleştirdiler. Ve son olarak insan denilen yaratıklar ortaya çıktı. Ama bazı DNA’lara gizlediğimiz şifreler ile bir gün kurtulacağımızı biliyorduk.
Dünya dediğiniz gezegen milyarlarca yıl içinde evrimlere, mutasyonlara, adaptasyonlara uğradı. Sizin için uygun bir ortam oluşunca sizi tekrar bu gezegene bıraktılar.”
Artık son sözlerini söylüyordu. “oğlum, sen saf kansın, sen bizim kanımızdansın. Senin kanın bizim kurtuluşumuz, bizim kurtuluşumuz insanlığın sonu olacak…”
Bir anda beni saran parmaklar beynimden çıkıp kollarıma ve sırtıma saplanmıştı. Kendi kanımı parmaklarından geçerken görebiliyordum. Vücudum soğumaya başlamıştı. Gözlerim kapanırken tekrar tekrar o kelimeyi duyuyordum. “Kurtuluş, kurtuluş, kurtuluş…”
Gökhan Karakeleş