Hikaye Oku “Salıncaklı Yumurta”
Mustafa ÜNVER
Söyle bakalım Selim, ilk önce tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan? Ama sen cevap vermeden hemen bir şey söyleyeyim ki hem espri anlayışımın artık geliştiğini izleme zevkini size tattırmış, hem de senden hedefi büyüterek daha ciddi bir cevap beklediğimi ifade etmiş olayım: Gerçekte hiçbir yumurtadan tavuk veya horoz çıkmaz, çıkamaz, değil mi? Çıkan sadece civciv olur çünkü.
Çay bardaklarından gelen çakkıdu çukkudu sesleriyle uyumlu bir senfoni oluşturan kapı gıcırtısı kahkahasıyla gülerken bir yandan da esprisine katılıyorlar mı diye aile efradını göz ucuyla süzüyordu teker teker. Eh sonuç fena değildi, katıla katıla olmasa da yüz kıvrımlarından herkesin bir miktar neşelendiği anlaşılıyordu. Bu da espri sabıkalısı baba adına iyi bir gelişme sayılabilirdi. Kötü espri yapma konusundaki sakarlığı az biraz düzelmeye, ilerleme kaydetmeye başlıyor gibiydi.
Ha çocuklar unutmadan bir de şunu ekleyeyim, Selim’in söyleyeceklerini dinlemeye geçmeden önce, ki o da şudur: Selim’den horozun verdiği o poşetlik cevabı da duymak istemiyorum.
“Ona göre Selim ha” dedi baba, şefkatle gülümseyen ve donanımına güvenen ifadesiyle “Başla bakalım cevabına.”
“Ahaha” diye güldü önce Selim, “En sevdiğim yerden geldi babamın sorusu. Tavuklar Firarda’nın da en hoşuma giden repliklerinden biridir ayrıca bu soru. Sonuçsuzdu ama yine de çok sevimliydi oradaki tüm konuşmalar. Hatta Ginger’in Rocky’e ‘Bizim istediğimiz de bu: özgürlük’ derken bakışlarındaki o kararlı ve tutkulu pırıltı görülmeye değer bir sahneydi. Hatırlıyorsun değil mi anneciğim? Yıllar geçti aradan, okul dönüşü yemeğimizi yedirirken hep o filmi açardın bize. Hatta geçenlerde yine oturup izledim biliyor musunuz? Yine izlerim, yine de izlerim o filmi” diye sürdürdü konuşmasını gülen gözlerle.
“Hatırlıyorum tabi Selim, unutur muyum hiç” dedi annesi. “Hem karnınızı doyurun hem ödevlerinize başlamadan önce okul yorgunluğunuzu atın diye açardım size onu. O zamanlar bizim evde bilgisayar filan yoktu tabi. Ama televizyona bağlı olan bir CD gösterici makinemiz vardı, kül grisi renginde, hatırlıyorsunuz değil mi çocuklar? Daha şimdiden antika oldu ya o aletler. Dijital teknoloji ne kadar çabuk ilerliyor. Arasan şimdi tadımlık bile bulamazsın o aletleri hiçbir yerde. Belki İtfaiye Meydanı’ndaki eskicilerde görebilirsin bir ihtimal, şansın varsa. Evet defalarca defalarca izlemiştiniz de yine de bıkmamıştınız o filmi görmekten, hiç bıkmazdınız izlemekten. Tüm repliklerini sanki ilk defa duyuyormuşsunuz gibi katıla katıla gülerdiniz her seferinde. Hatta o replikleri o kadar iyi ezberlemiştiniz ki aranızdaki konuşmalarda ve tartışmalarda yeri geldikçe onları birbirinize söyler gülüşürdünüz.”
“Sorun ne biliyor musunuz?” diye birden ünledi Selim’in üç yaş küçüğü olan Sefa. “Çiftliğin etrafında çit mit yok. Çitler burada, kafalarımızda,” diye devam ederken de sağ elinin işaret parmağı kafasını işmar ediyordu.
Sofra, bu replikle bir anda canlanmıştı. Herkes sanki en değerli çocukluk hatırasına kavuşmuş gibi mutlu olmuştu, yüzler gülüyordu. Sefa’nın hatırlattığı bu anlamlı replik, herkeste hoş bir enerji ve iştah patlaması meydana getirmişti. Kahkahalardan sonra Selim sözüne devam etti:
Şaka bir yana, babamın ortaya attığı sorunun keşke kolay bir cevabı olsaydı. Ya da keşke bu soruya ciddi ciddi cevap vermeye kalktığımızda kötü bir espri yapıyor konumuna düşmeseydik. Bence konu çok boyutlu ve oldukça da karışık. Hatta bir değil onlarca kahvaltı sofrası bile yetmeyebilir bu sorunun cevabını aramaya. Mesela konunun konuşulması mümkün olan teolojik yönü var. Yaratılış yönü var. Varoluş yönü var. “Neden buradayız?” yönü var. “Yaşamın amacı nedir?” yönü var. Biyolojik yönü var. Evrim yönü var. Felsefi yönü var. Dramatik yönü var. Cinsellik yönü var. Mitolojik yönü var. Sistem Eleştirisi-Kölelik-Özgürlük yönü var. Tabi bir de işin kısır döngülü bol geyikli espritüel yönü var ki babam zaten bu sulara hiç girme diye baştan uyardı. Hani küçük çocuklara herkesin içinde, daha da önemlisi ebeveyninin ikisinin de önünde düşüncesizce sorulur ya “Söyle bakalım, anneni mi çok seviyorsun babanı mı?” diye. Belki bu yönüyle de polemik yapılmaması gereken bir konu. Bunlar konunun bir çırpıda aklıma geliveren boyutları. Sizce biter mi babacığım tüm bunları bir kahvaltı sofrasında konuşup tartışmak?
Bitmez her halde oğlum, öyle görünüyor. Ama bu soruyu sana yöneltmeyi seçmemin bir kez daha ne kadar isabetli olduğunu gördüm. Kime çekmiş abin belli değil mi Sefa, he?
“Doğru bana çekmişe benziyor babacığım,” diyerek şımarık sırnaşık kıkırdadı Sefa.
“Hadi oradan köftehor sen de” diyerek, gülümseyen şefkatli gözlerle Sefa’ya şöyle bir baktı ve devam etti sözlerine: “Övünmek gibi olmasın ama Selim’de pırıl pırıl zekaya sahip olduğum gençlik siluetimi gördüm bir kez daha. Baksanıza daha konunun başında önümüze o kadar çok boyut ve ufuk koydu ki. Ona hak veriyorsunuz vermesine ama sorununuz yine de çözülmüş olmuyor, o da ayrı bir mesele ya, neyse. Ama itiraf etmek lazım ki Selim’in bahsettiği dönemeçlerin her biri bizi bambaşka ufuklara taşıyabilecek kadar çok boyutlu gerçekten.
“Ama buna rağmen, bir biyolog olarak sorunun önce popüler sonra da bilimsel izahından bahsedebilirsin biraz Selim” diyerek yaptığı yarı nüktedan yarı ciddi sözlerine son verdi.
Pekâlâ babacığım, konuyu fazla sıkıcı hâle getirmeden şöyle anlatmaya çalışayım: Bizim inanç ve kültür coğrafyamızda adı Allah veya Ulu Tanrı olan sistem sahibi kudret, bir küçük tohumun içine nasıl kocaman bir ağacı yerleştirdiyse o kocaman ağaçta da neslini geleceğe taşıyacak tohumları var etmiştir. Tüm evrende akıllara hayretlik veren muazzam bir düzen, denge ve uyum var. Kainattaki bu harika mühendisliği, bu müthiş ince işçiliği kör bir rastlantıya indirgemek bana göre hem büyük haksızlık, hem tam körlük, hem de imkânsız. Sorunuzun kısaca teolojik karşılığı bende bu babacığım. Bilimsel veya biyolojik yönden ise diyebilirim ki evrendeki tüm varlıklarda çevreye uyum sağlama yeteneği çok gelişmiş durumdadır. Hayata tutunabilmeleri için zaten çevreye uyum sağlayabilmeleri de şart. İşte tam bu noktada varlıklarda adına tekâmül, ilerleme, gelişme veya evrim diyebileceğimiz harika bir kabiliyet görüyoruz. Hayatta kalmak istiyorsa her varlık çevre koşullarına muhakkak uyum sağlamak zorunda olduğunun farkında. Bunun için de bütün varlıkların hayata sımsıkı tutunabilme yolunda kırılmaz bir hırs ve tutkuya sahip olduğunu görüyoruz. Mesela herkes cennete gitmek istiyor da neden kimse ölmek istemiyor acaba, değil mi, hiç düşündünüz mü? İşte tam da bu güdü nedeniyle kimse ölmek istemiyor. Dediğim gibi istisnasız her canlıda var bu dinamik. Tavuk yumurta meselesine dönecek olursam biyolojik açıdan şunu söyleyebilirim: Muhtemelen yüz binlerce, belki milyonlarca yıl önce bugünkü tavuklara pek de benzemeyen, ama bütünüyle başka da olmayan bir kuş türünün, mesela devekuşuna benzer bir canlıyla çiftleşmesi sonucu oluşan bir yumurtadan çeşitli mutasyonlar ve adaptasyonlarla bugünkü tavuk veya horoza benzer canlılar, civcivler çıkmaya başladı. Bu durumda “önce yumurta, sonra tavuk,” cevabını vermiş olabiliyoruz.
“Peki bahsettiğin o tavuk benzeri ata varlık, o da mı bir yumurtadan meydana geldi, yoksa ilk olarak tavuk türü bir varlık mı var edildi? Buna bilim ne diyor abi?” diyerek sordu Sefa.
Sefacığım bilim insanları yumurta kabuğunun ancak tavuğun yumurtalıklarındaki bir protein sayesinde oluşabildiğini söylüyorlar. Buna dayanarak başlangıcın yumurtadan değil de yabani tavuk benzeri bir canlıdan meydana geldiğini söyleyebiliriz. Sonuç olarak ise basit ve kolay gibi görünen bu temel soruya yine de kesin bir cevap verilemediğini de itiraf etmem gerekiyor.
Oğluyla üç beş adım sonrası yapmayı planladığı bir baş başa konuşmaya hazırlık taşları döşeme sadedinde ortaya attığı “yumurta-tavuk” sorusuna karşı Selim’den duyduklarından son derece hoşnut olduğu gerek neşesinden gerek tatminkâr yüz hatlarından rahatlıkla anlaşılıyordu. Duyduğu cümleler hem kekremsi bir tatsızlıkla sonuçlanabilecek böyle bir konuşmayı hükümsüz kılmış, hem de kendisinin süreç yönetiminde izlediği stratejik ustalığı kanıtlamıştı. Kendince bilgeliğini saflık, meraklılık ve incelik makarasına dolayan baba son sözü yine yarı esprili bir kıkırdamayla şöyle bağladı:
Demek ki benim bu konuşmadan anladığım neymiş hatun? Yüce Yaratanın ilk ataları yaratmasına inanmak zihin ve kalp huzuru bakımından daha sağlıklıymış. Biz de zaten soframızın sonuna geldik, bugün de doyduk çok şükür. En iyisi herkese “afiyet olsun!” demek… İzninizle ben kalkıyorum çocuklar. Çayıma salondaki koltuğumda şehri ve kuşları seyrederek devam edeceğim.
tavuk mu yumurtadan çıktı yumurta mı tavuktan,hikaye, hikaye oku, hikaye arşivi, düşündüren hikayeler, eğtici hikayeler,