“ACI” HİKAYESİ 4. BÖLÜM

“Acı” Hikayesi 4. Bölüm 

Hikaye Oku: O günün üzerinden tam beş ay geçti. Onu görememenin verdiği hayal kırıklığı, içimdeki son ümit tanelerini de öldürüyordu. Depresyona yatkın olan kişiliğimi kontrol etmekte zorlanıyor, alkol nöbetlerimi sonlandırmadan uyuyamıyordum. Nerdeydi? Bilmiyordum. Tek bildiğim buralardan gittiği, çok ünlü bir ressam olduğu, şöhretin kucağında oturduğuydu. Eserlerinden üç tanesini yazıcımdan renkli çıktı alarak odamın başköşesine asmıştım. Oturup saatlerce bakıyor, aşık olduğum kadını çizdiği resimlerden tanımaya çalışıyordum. Portakal sever miydi acaba? Ya da enginar, belki de şeftaliyi sevmiyordu. Hatta belkide tiki bile olabilirdi. Bilmiyordum. Tualin üzerinde gezdirdiği fırça darbelerinden karakter çözümlemesini yapamadığım kadın, beni günden güne öldürüyordu. Aşk’ım katilimin ta kendisiydi. Bu ruhani enkazın altında işe gitmeyi de bırakmış, babamın bana acıyarak bakan bakışlarına aldırmadan bi’ asalak gibi yaşıyordum. Oğlunun üç resime sabahlara kadar gözlerini dikip baktığını gören babam başlarda umursamasa da, artık beni doktora götürmesi gerektiği fikrini anlamıştı. Odamın kapısı yavaşça açıp içeri girdi. Gözlerimi resimlerden çevirip ona baktım. Gözlerinde yıllardır görmediğim şevkat parlıyordu. Üzgün bakışlarının altında yatan sesiyle konuştu;

‘’Oğlum, iyi misin? Bırak artık şu resimleri. Gel biraz dışarı çıkıp hava alalım. Beş aydır odandan dışarı çıkmıyorsun.’’

‘’Ben imkansız bir aşkın yorgun savaşçısıyım baba. İnsanlar beni avutacak cümlelere, kalbimi heyecanlandıracak bakışlara sahip değiller. İstediğim iki çift gözün sahibi uzakta. Çok uzaklarda. Ona ulaşacak cesareti kalbimde bulamıyorum baba. Biliyor musun? Onunla doğru düzgün konuşamadım bile. Adını bizim çocuklardan öğrendim. Annesi ve babası tanışacağımız gün öldü baba. Onun ölümleri olmak istedim. İnsan bi’ kere gördüğü kadına nasıl böyle ihtirasla bağlanır. Anlamıyorum. Aklım yitip gidiyor baba. Dokunmak, sadece tenine dokunmak istiyorum. Hayal ediyorum, sonra yatağıma oturup konuşuyor benimle. Sevgilim diyor, aşkım diyor. Sonra tavandaki ışığa doğru uçup kayboluyor. Onu yakalamak istiyorum olmuyor, ne yapsam olmuyor baba…’’

Babama ilk defa anlatıyordum. Şaşkınlığını gizlemedi. Hiç kitap okuduğunu görmediğim babam beni şaşırtmaya devame diyordu.

‘’Aşk bi’ erkeği süründürür evlat. Sahip olma arzusunu kamçılar. Erkek sahip olamadığı kadını daha çok arzular. Doyumsuzuz evlat. Bizler, Tanrı’nın sınav kağıtlarında yanlış şıkları işaretleyenleriz. Hadi gel. Sana göstermek istediğim şeyler var’’

Filozof edasıyla konuşan babam içimdeki, belki de yüzleşmekten korktuğum yere parmak basmıştı. İyi de nerden biliyordu bu adam bu afilli cümleleri. Annemin ölümünden beri uzun sohpetlerimiz olmamıştı babamla. Ne zaman görsem sallanan sandalyesinde rakısını yudumlar, Orhan Gencebay dinlerdi. Orhan baba bağlamanın tellerine ustaca basarken babam; sandalyesinde dikleşir, saygı duruşunu andıran ciddiyetle kulaklarına bayram ettirirdi. Beş aydır bana, neden işi bıraktığımı sormamıştı, neden odamdan çıkmadığımı merak ettiğini sanmıyordum. Yalnız bi’ adamı acılarıyla başbaşa bırakmanın en doğrusu olduğuna karar vermişti.

Odadan dışarı çıkıp evin içinden yukarı kıvrılan merdivenleri geçtik. Çatı katına ömrüm boyunca hiç merak edip çıkmamıştım. Kapıyı açtığımızda duvar boyunca uzanan kütüphane gözüme takıldı. Evde kitap okunduğuna şahit olmamıştım. Bu kütüphane de neyin nesiydi. Babam rafların arasından küçük, kilitli, kahverengi ahşap bi’ sandık çıkardı.

‘’Yaklaş’’ dedi.

Yanına doğru sokuldum. Tozlu yere bağdaş kurup oturduk.

‘’Bunlar evlat, yıllardır sana gösteremediğim mektuplar. İçinde hayatımın en önemli anlarını barındıran, cümleleri gibi aşkında yitip gittiğinin kanıtları. Bi’ gün aşık olursan sana vereceğime söz vermiştim ve sen oğlum. Aşkın imkansızına demirlemişsin. Al bunları oku. Bu arada ben bira almaya gidiyorum, içicek misin?’’

‘’Evet’’ dedim, babamı şaşkın gözlerle süzerken.

Kapıyı çekip tek kelime etmeden çıktı. Sandığın içinde değişik tarihlerde postalanmış en az otuz mektup vardı. Hep aynı adrese, aynı kişiye postalanmış mektuplar. Zehra Atılgan, Musalla Sokak No:3 Edirne / Merkez. İyi de bu kadın kimdi? Geçmişi hakkında az bilgi sahibi olduğum, daha doğrusu merak etmediğim babamın aşk hayatına bodoslama dalmadan önce, bir sigara yaktım. Duman tavana yükselirken, rastgele bir mektup açıp okumaya başladım.

Sevgilim,

Bugün seni görmeden geçirdiğim 365. Gün. İçimde buruk hatıranı yad etmek istedim. Seni beyazlar içinde, yağan kar taneleri kadar bembeyaz görmek isterdim. Kısmet olmadı. Bu yasak aşkın kalbimde ne kadar tekrar edeceğini bilmiyorum. Yok olmakla var olmak arası bir yerde sıkışıp kaldım. Ölmek istedim, günlerce içtim. Acıyı dindirecek bi’ ilaç bulamadım. Kahrolası, içimi yakıyor sevgilim. Kor ateşlerde dövülmüş kılıç kadar keskin ve yakıcı. Kalbimin orta yerine saplayıp gittiğin hançeri çıkarmaya cesaretim yok. Hayalinle yaşamayı öğrendim. Isdırabımı dindirecek mi bilmiyorum. Bugün bir kadınla tanıştım sevgilim. Eğitimli, şevkatli, düzgün birisi. Seni unutturacak mı bilemiyorum ama bu boşlukta ölmek zoruma gidiyor artık. Kurduğumuz hayalleri fırlatıp attım pencerelerimden. Konuşmadım, yıllarca anlatamadım seni. Rakı masalarında aradığım silüetin rüyalarıma girdi bazen de. Seviştik, sabahlara kadar, sıcaklığınla uyudum. Bütün korkularımın gırtlaklarını sıkıp öldürdüm. Seni öldürdüm içimde. Senin de beni öldürmüş olman dileğiyle…

Yazan: Şahan Bilgin

Hikayenin 1. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 2. Bölümünü Okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 3. Bölümünü okumak İçin TIKLAYINIZ

Hikayenin 4. Bölümünü okumak İçin TIKLAYINIZ

Exit mobile version