Cin Salıncağı

Cin Salıncağı

Yağmur Yalova’ya teyzesinin yanına gitmişti. 1990’lı yılların başıydı. Eniştesi ve teyzesi alışveriş için pazara çıktılar. Minik çocuklarını Yağmur’a emanet edip evden ayrıldılar. Ezlem bebek emekliyordu. Henüz yürümeye başlamamıştı. Yağmur onu yere oturtarak oyuncaklarını eline tutuşturdu. Kendisi de TV’yi açarak vakit geçirmeye başladı. Minik yavru sürekli duvar diplerine yöneliyordu. Köşelere bakarak sırıtıyor, perde uçlarını dikkatlice süzüyordu. Yağmur çizgi filme o kadar daldı ki çocuğun garip hareketleri dikkatini hiç çekmedi. Saatlerce oynadı, tuhaf şeyler yaptı. Akşam saatleriydi. Kapı çaldı, teyze ve enişte eve geldi. Sofra hazırlayıp yemeğe başladılar. Teyze bir şey fark etti. Çocuğun gözleri yorgunluktan çöküyordu. Hasta değildi ama bir hâl vardı. Neyse diyerek içinden geçirip vazgeçti. Çay demleyip koltuklara yayıldılar. Yağmur, Kaynarca Çamçeşme mahallesinde yaşıyordu. Sessiz sakin bir kızdı. Cinlerden pek korkardı ama henüz isabet almamıştı. Evlerinin batı istikameti bahçeydi. Üç katlı binada yaşıyorlardı. Bahçelerinde yıllar önce kapatılmış bir kuyu vardı. Unutulmuştu, rahmetli dedesi üzerini kalın tahtalarla örtmüş, toprak ve çimenle örterek izini kaybettirdi. Yağmur’un teyzesi 1986 yılında bir yaz akşamı balkonda otururken çiğnediği sakızı o bahçeye atmıştı. Ne olduysa o anda oldu, her şey o zaman başladı. Dna’sı sakıza bulaşan kadın artık Zülçemihar adlı cin koca karısının ellerinin arasındaydı. Sakızı kuyudan çıkarak gizlice kaptı. Üstü başı eski, küf ve rutubet kokan bir cindi. Güneşle gölgenin kesiştiği yerlere bayılırdı. Gölgelik ve rutubetten beslendiği için karargâhını buraya kurmuştu. Yağmurun teyzesi vapurla Yalovay’a dönerken olanlar oldu. Kuyuda yaşayan cin kocakarısı bahçeye atılan o sakızdaki tükürüklerden iki çocuk aşıladı. Vapurdaki kadın deniz üzerinde keyifle yolculuk yaparken kocakarı denizin merkezine inmiş eline aldığı çocukları kadından önce Yalova’ya vararak evin kilerinde rutubetli bir köşeye yerleştirdi. Giderken salondaki perdelerin uçlarını tütsüleyerek mühürledi. Işık hızıyla denizin merkezine inerek tekrar Kaynarca’daki kuyuya girdi. Çocuklar henüz sıvı haldeydi. Bir jel gibi yumuşaktılar. Zülçemihar onları iki yıl boyunca yavaş yavaş kabuklaştırarak geliştirdi. Perdelere yaptığı tütsü mühüründen iki adet salıncak kurdu. Ayağa kalktıklarında oraya gidip sürekli sallanacaklardı. Onlara o görev verilmişti. Teyze yolculuğu tamamlayıp evine girdi. İki yıl sonra Yağmur’un kuzeni doğdu. Misafir olarak teyzesine giden Yağmur orada kaldığı iki hafta boyunca kuzeninin perdelere olan garip bakışlarını anlamaya çalıştı. Büyüklerine bir şey söylemedi. Yıllar sonra, Kocaeli üniversitesinde okurken eski bir kitap geçti eline. Cinler alemini detaylı şekilde anlatıyordu. Tüm sayfaları didik didik etti. Öyle bir yere ulaştı ki burada aklı durdu. Cinlerin günlük hallerini anlatan sayfada kalakaldı. Onların sürekli aynı hareketleri tekrarladığını, evde en çok perde uçlarında konuşlandıklarını, saatlerce bir salıncaktaymış gibi sallandıklarını okudu. Yıllar önce kuzeninin o garip bakışlarını hatırladı. Dönem arası tatilinde kitabı da alarak eve geldi. Yaşlı babaannesiyle bu konu üzerine zaman zaman konuştular. Bahçedeki kuyudan ve içindeki cinden habersiz bir şekilde birbirleriyle sohbet ettiler. Yağmur o kalın kitabı çeyiz sandığının dibine sakladı. Onu hep orda kalacak sanıyordu. Zülçemihar o gece kuyudan çıkarak evin temelinden salona girdi. Sandığın içindeki kitabı çalarak uzaklaştı. Kuyuya inmedi. Gece 03:00 saatleriydi. Cinler aleminin en tehlikeli, en azgın saatleriydi. Kalın kitap cin koca karısının elinin altındaydı. Yerden yükselerek bir ateş yoğunluğu aramaya başladı. Halihazırda bir sunta fabrikasının iri bacası uzaklardan ona göründü. Ağır ağır uçarak bacaya yaklaştı. Kitabı içeriye atarak kuyuya döndü. Fabrikada gece vardiyasında, talaş fırınında çalışan görevli işçi aniden sese irkildi. Ateş harlanmış kapaklardan taşıyordu. İki farklı çocuk ağlama sesleri duymaya başladı. Kulaklarını tıkayarak ağlamaya başladı. Onun çırpınışını monitörden gören güvenlikçiler koşarak içeri girdiler. Ambulans çağırarak hastaneye kaldırdılar. Aylarca akıl hastanesinde kalan adam onca tedaviye rağmen o dehşetin eserini üzerinde gezdiriyordu. Gitmedik cinci hoca, baktırmadık doktor kalmadı. Zülçemihar kitabı da adamı da yaktı. Evlilik çağı yaklaşan Yağmur sandığı açtığında dehşete düştü. Korkudan dili söylemez oldu. En ufak bir kelime dahi etmedi. Sessiz sedasız yuvasını kurdu.

Sinan Korkmaz

Exit mobile version