O düşüncelerle boğuşurken, Cansu’nun sesi ben dünyaya geri çekti. Yüzündeki heyecanı saklamaya çalışsa da gözlerden belliydi. Bir süre sustuk, sanki söylemek istediği bir şey vardı ama kelimeleri toparlayamıyordu. Sonunda, derin bir nefes aldı ve beklediğim cümleyi kurdu:
“Ben birinden hoşlanıyorum, Ayşegül.”
Hissetmiştim, dedim hafifçe gülümseyerek. Ama Cansu her zamanki gibi doğrudan söylemeye cesaret edemediği için, benden yardım istedi. “Onunla konuşur musun benim yerime? “Diye sordu. Murat’tan bahsediyordu. O anda içimde bir huzursuzluk belirdi; onun kahverengiye çalan gözleri ve uzun kirpikleri hep bir şekilde beni rahatsız ederdi. Ama Cansu’nun isteğini geri çevirmek de zordu. Sonunda kabul ettim.
Okulun bahçesinde Murat’ı görünce içimdeki tedirginlik iyice arttı. Onunla konuşmak istemesemde Cansu’nun hatırı için adımlarımı hızlandırdım. Yanına vardığımda ne diyeceğimi düşünürken, birden onun gözleri bana dikildi ve cümlelerim boğazımda düğümlendi. Daha ağzımı açmadan, o kelimeleri söyledi. Murat’ın sözleri zihnimde yankılanıyordu: “Seni seviyorum, Ayşegül.” O an ne diyeceğimi bilemedim. Kalbimde en ufak bir kıpırtı bile yoktu. Oysa Murat, Cansu’nun kalbini çarptırıyordu, benimkini değil. Kendimi neden bu tuhaf durumda bulduğumu anlayamıyordum. Tek bildiğim şey, Cansu’nun bunu öğrenirse kırılacağıydı. Bu düşünce beni boğuyordu. Onunla bir an önce konuşmam gerekiyordu ama bu iş nasıl çözülecekti.? Kafamda dönen bu sorularla kasabanın sessiz sokaklarında yürüyordum. Gözlerim yerde, düşüncelerimse çok uzakta, bambaşka bir yerdeydi. Kafamda dönüp duran düşüncelerle eve vardım. Annemin beni kapıdan çıkarken attığı o soğuk bakış, içimde tuhaf bir ağırlık bırakmıştı. Daha önce defalarca gördüğüm bir bakıştı bu; her zaman bir şeylerin yolunda gitmediğini anlatan bir sessizlik barındırırdı. Evimizde huzur, yalnızca boğuk sessizliklerin içinde yaşanırdı. Annem, Babamın gölgesinde bir siluetten farksızdı. Her sabah kahvaltıda, babamın karşısında otururken elleri titrerdi; çay doldururken bir damla çayın bardağın kenarından süzülmesini dahi gözleriyle takip eder, babamın yüzündeki en ufak bir memnuniyetsizlik işaretini arardı. Annemin varlığı, onun var olmamasıyla eş değerdi. Babamın sesiyle irkildim: “Ayşegül, buraya gel!” O an içime bir ürperti yayıldı. Babam nadiren böyle seslenirdi, ama her seferinde kötü haber getirdiğini bilirdim. Ağır adımlarla yanına doğru yürüdüm. Yüzünde derin bir ciddiyet vardı. Oturduğu masaya yaklaştım, kalbim hızla çarpmaya başladı. “Artık okumayacaksın,” dedi. O an dünya başıma yıkıldı. Ne diyeceğimi bilemedim. Yutkundum, gözlerim dolmaya başladı. Babam, boşanmış ablamın çocuklarına baktığı için maddi durumlarının zorlaştığını anlattı. “Elimizdeki para yetmiyor,” dedi, “Seni okutamayız artık.” O an dizlerim titredi, başımda bir uğultu hissettim. Bütün hayallerim bir ana yıkılıyordu…
“Ama ben…” diye başladım, gözyaşlarımın engel olamadığı bir hıçkırıkla devam ettim. O an ne kadar dil döksem de babamın kararını değiştirmeyeceğini biliyordum. Annemin kapıdan çıkarken bana attığı bakışın anlamını şimdi daha iyi anlıyordum. Ayaklarımın altından zemin kayıyor gibiydi. Çok ağladım o gece, ama olmadı. Hiçbir şey değişmedi.