“Hep Büyük” Diye Öten Kuş
Karınlarını doyurmada çok hamarattırlar ama yavru yetiştirmekte dünyanın en beleşçi kuşlarıdır onlar. İki günde bir yumurtlarlar. Yumurtaları gagalarıyla kendilerinden küçük kuşların yuvalarına taşırlar. Kimi kuşlarda bu dalavereyi fark eder. Guguk yumurtalarını dışarı atar. Kimileri de yuvayı terk edip yeni yuva yapar kendilerine. Ama bir çok kuş farkında olmaz işin. Kendi yumurtalarından hem büyük hem değişik renkte oldukları halde guguk yumurtaları üstüne kuluçkaya yatarlar. Böylece hem kendi yavrularını, hem de guguk yavrularını çıkarırlar ortaya. Gelişinceye kadar da beslerler onları.
İlkbaharda “gugguk gugguk” diye ötüşleri duyulur. Çoğu zaman kendileri gözükmez. Nerede öterler? Uzakta mı? Kestiremezsiniz. Uzakta bile ötseler ince, tatlı, çınlayan sesleri yakında bir yerde ötüyorlarmış gibi gelir insana.
Aynı tür kuşların her yerde aynı biçimde öttüğünü sanırız. İşin aslı hiç de öyle değildir. Kuşlar bölgeden bölgeye oldukça değişik öter sözgelimi bir bölgenin bülbüllerinin ötüşü, başka bir bölgenin bülbüllerine uymaz. Guguklarda öyledir, bölgeden bölgeye sesleri az çok değişiklik gösterir. Ege göklerinde kanat çırpan gugukların “gugguuk” yerine “hep büyük” biçiminde anlaşılan bir ötüşleri vardır. Hatta bir çok yerde bu kuşların “hep büyük” diye öttükleri açıkça seçilir. Neden böyle öterler? Niçin bütün günlerini “hep büyük” diye geçirirler?
Neden olacak. Vaktiyle yaptıkları büyük bir yanlış yüzünden böyle olmuşlardır. Dünya durdukça da böyle ötüp duracaklar. Meraklı öyküsünü dinlemek ister misiniz?
Vaktiyle bir baba oğul vardı. Baba oğlunu çok severdi. Büyük bir bağı vardı. Yaz sona ererken her dalda kütük gibi sarkan altın üzümleri olurdu. Baba bu değerli bağını oğluna bağışladı.
Oğlan bağa çok iyi baktı. Zamanında belledi, budadı. Suyunu gübresini eksik etmedi. Eskisinden daha bereketli ürün almaya başardı. Yaz günleri boyunca bağın içinden hiç çıkmıyordu. Bağda küçük bir köşk vardı. Onun içinde yatıp kalkıyordu.
Bir gün babası merak etti. “Acaba oğlum bağa gerektiği gibi bakabiliyor mu? Diyerek bağın yolunu tuttu. Geldi, bağın kıyısında durdu. Baktı bağ çok bakımlıydı. Altın salkımlar kütük gibi sarkmıştı. Canı üzüm istedi.
“Oğlum” dedi, “şuradan bir salkım üzüm ver de yiyeyim.”
“Olur,” dedi oğlu, bağın içinde uygun bir salkım aramaya başladı. Eli o salkıma uzanıyor, onu bırakıyor, öbürüne gidiyordu. Bir yandan da:
“Hep büyük! Hep büyük! Küçük bir salkım yok ki koparayım!…” diye kendi kendine söylenip duruyordu. Böyle söylenerek bir hayli gezindi.
Baba oğlunun sözlerini duymuştu. Çok üzüldü. Yüreğinden yaralandı. Elinde olmayarak şöyle ilendi:
“Oğlum, tanrı seni kuş etsin, hiç durmadan hep büyük! Hep büyük!” “diye öt!…”
O anda oğlan kuş oluverdi. Kanat çırparak bağın içinde “Hep büyük… Hep büyük…” diye ötmeye başladı.
İşte guguk kuşları böyle meydana geldiler. Büyük diye bir salkım üzümü babasından esirgeyen oğlanın soyundan türeyip çoğaldılar.
Hasan Lâtif Sarıyüce