Çok Güzel Bir Hikaye; “Kumanya Dolabındaki Fare”
Hikaye Oku; Bizim ev ahşap ve iki katlıydı. Dedemlerin gençlik yıllarında, birinden satın alınmış, yaklaşık elli yıllık binaydı. Köyde oturduğumuz için beton evler pek meşhur değildi ve talep görmüyordu henüz. Ben üst katta, batı cephesine bakan odada kalıyordum. Toplam sekiz oda vardı evimizde. Birde ardiye dediğimiz ufak bir oda. Babannemden kalma telli ve kahverengi kumanya dolabımız vardı ardiyede. Annemle babam alışverişe gider, elleri kolları dolu gelir, uzun süre bozulmayacak olan gıdalardan fazla fazla alır buraya yerleştirirdi.
Ben de zaman zaman o dolabı açar, en sevdiğim bisküvilerden alır yerdim. Evimiz büyük ve ahşap olduğu için bizimkiler sürekli önlemler alır, fare ve böceklere karşı ilaçlama yapmayı ihmal etmezlerdi. Bu yüzden evde pek böcek ve fare göremezdim. Sinek dahi uğramazdı. Bizimkiler bu konuda baya hassastılar.
Evin tek çocuğuydum ben, adım Hacer. Okuldan gelir gelmez üstümü değişir, yemek yiyip ödevleri bitirirdim. Çevrede yaşıtlarım pek olmadığından günün çoğunu evde geçirirdim. Değişik düşüncelere dalar, ilginç şeylerle ilgilenirdim. Kafamda soru ve sorun kalmasından pek hoşlanmazdım. Henüz on iki yaşımda olmama rağmen bir büyük kadının çevresine sorduğu soruları ben kendime sorardım. İyi bir sırdaş ve arkadaştım kendimle. Annemle babam çevreli insan değillerdi. Cemiyet hayatına katılma huyları yoktu pek. Herkesle gerektiği kadar samimiyet kurar, kimseyle aşırı yüzgöz olmazlardı. Kendi işleriyle ilgilenirlerdi. Keyiflerine düşkündüler. Babam bir firmada ustabaşı olarak çalışıyordu. Şirket tüm haklarını fazlasıyla verdiği için işini çok seviyordu. Emeklilik yaşı dolduğu halde çalışıyordu. Annem ev işleriyle meşgul olan bir kadındı. Hiçbir konuda fazla ısrarcı değildi. Onların bu hallerinden faydalanırdım onlara belli etmeden.
Bir gece, beni uyku tutmamış, biraz açlık hissetmiştim. Bahar mevsimine az zaman kalmıştı. Yağmurlar başlamıştı. O gece de hafif hafif yağıyordu. Yağmur sesi eşliğinde yatağımdan kalkıp ardiyeye doğru ilerledim. Sessizce kapıyı açıp içeri girdim. Bizimkilerin uyanmasını istemiyordum. Aklıma bisküvi, gofret ve meyve suyu yiyip içmek geldi. Kahverengi renkli kumanya dolabının iki kapağını da açtım. Buraya gelene kadar hiçbir ışığı yakmamıştım. Gözlerim karanlığa alışmıştı. Bundan istifade ederek yiyeceklerimi hazırladım. Meyve suyunu da alarak dolabın kapaklarını kapattım. Eski dolap tarih kokuyordu. Gıda kokuları çeşidine göre fark ediliyordu. Ardiyeden çıkacaktım ki bir ses duydum. Bir kıpırdama sesiydi bu. Ahşap zemine tıklama sesi gibi. Kulaklarımı bu sese verdim. İyice dinledikten sonra yaklaşarak geldiği yeri buldum. Mesafe olarak çok yaklaşmıştım. Bu tıkırtı telli kumanya dolabımızın içinden geliyordu. Elimdeki yiyecekleri sandalyenin üstüne koyup kapakları tekrardan açtım. Tıkırdı hâlâ kesilmemişti. Belli ki dolabın içinde bir şey kıpırdıyordu.
Ben büyük bir böcek diye tahmin ediyordum ki birden iki kırmızı gözle karşılaştım. Ne güzel parlayan gözdü onlar. Bir farenin gözleriydi. Benden ürkmemişti, ben de ondan. Birbirimize bakmaya devam ettik. Işığı yakmak istedim ama korkar diye vazgeçmek üzereydim ki birden yakıverdim. Fare kaçmamıştı onu artık daha net görüyordum. Dolabın arkasından bir delik açmıştı kendine. Yol yapmıştı hanesine. Büyük ihtimalle yiyecek taşıyordu ailesine. Nasıl sevindim bilemezsiniz. O dilsiz hayvan kendi gayretiyle yiyecek taşıyordu. Sessizce onu izliyordum. Benden ürkmemesini tuhaf karşılamadım. Çünkü o da bu evin bir üyesiydi bence. Bizlere alışmıştı. Onu tanıyan bir tek ben vardım. Annem babam bilseydi çılgına dönerdi. Fare ambalajı olmayan ürünleri taşıyordu yiyeceği kadar. O yüzden buraya gelip gittiği anlaşılamıyordu. Diğer fareler çoktan zehirlenmiş ölmüşlerdi. Ama bu fare, zehiri tanıdığı için bizim kumanya dolabından taşıyordu erzağını. Fareye tebessüm ederek dolabın kapaklarını kapattım.
Yiyecekleri bir elime alarak ışığı söndürdüm ve ardiyeden sessizce çıktım. Mutluluğuma diyecek yoktu. Bana eğlence çıkmıştı ve bunu bir ben biliyordum. Fareyle sanki yüzyıllardır dostmuşuz gibi hissettim o andan itibaren. Odama girip perdeyi açtım. Direk lambasından yansıyan ışığı içeri alıp yiyecekleri yemeğe başladım. Acaba fare de başlamış mıydı yemeğe? Ailesi var mıydı? Bunları merak ediyordum. Yarın gece tekrar onu izlemeye gidecektim. Bedenim onun kadar küçük olsaydı keşke, girer takip ederdim fareyi. Böylece varsa ailesiyle tanışırdım. Yaşadığı yeri yakından görür, zaman zaman ziyaretine giderdim. Şimdilik ardiyedeki tel kapaklı kumanya dolabında buluşacağız gelirse tabi bu gece de. Yemeği yedikten sonra pencereden baktım biraz.
Yağmur devam ediyordu. Uyumaya karar verdim. Sabah okul vardı. Erken kalkıp derse girecek öğle olmadan eve gelecektim. Uyudum. Rüyasız bir geceydi. Uyandığımda aklıma fare geldi yine. Onun sırrını taşımaya başladığım için mutluydum. Kahvaltı ettikten sonra okula yürümeye başladım. Öğretmen ders anlatırken yanımda oturan Ayça’ya sessizce dedim ki, sen hangi hayvanla dost olmak isterdin? “Saçmalıyorsun yine,” dedi. Sınıftakilere göre ben tuhaf bir kızdım. Zavallı Ayça her gün bu tür sorulara maruz kalıyordu. Gülmekten kendimi alamıyordum. Öğretmen duyacak diye tedirgin oldum. Kendimi tutmak zorundaydım. Gülme krizinden çıktım nihayet. Son dersteydik, zil çaldı. Doğruca eve gittim. Hafta sonu tatiline girmiştik. Annem evde yoktu. Belli ki çarşıya gitmişti. Yemekleri ısıttım, karnımı doyurdum, ödevleri de bitirip çantayı hazırladım. Şimdi sırada ardiyedeki dostumla buluşma işi vardı. Üst kata çıktım. Ardiyeye girdim.
Herhangi bir iz yoktu fareden. Dün gece yiyeceğini almıştı zaten bu gece de gelir mi bilinmez? Beklemekten başka çarem yoktu. Saatler vardı daha geceye. Nasıl vakit geçirecektim bilemiyordum. Elime kağıt kalem alıp resim çizmeye başladım. Fareyi, dolabı ve kendimi resmetmeye başladım. Çizdiğim resim dün gece ki manzaraya benzemeliydi. Tanışma anımızın resmi olacaktı bu. Epey uğraştıktan sonra bitirdim. Defterin arasına koydum kağıdı. Ayağa kalkıp televizyonu açtım. Belgesel izlemeye başladım. Dağları ve ovaları gösteriyorlardı. Keşke bende buralarda yaşayabilseydim diye geçirdim içimden. Saatler ilerliyordu. Sobayı doldurdum. Annem babam geldiğinde ev sıcak olsun diye güzelce hazırlayıp yaktım. Evimiz ısınmaya başladı. Akşam saatleri yaklaştı.
Pencereden dışarı baktım. Annem eve doğru yaklaşıyordu. İçeri girdi. Her zaman ki gibi, “ha geldin mi sen, yaktın mı sobayı, yedin mi yemeği aferin oh,” dedi. Aklım fikrim farede olduğundan hayatın sıradan diyaloglarına önem vermiyordum artık. Şu gece saati gelse de fareyle tekrar buluşsam diye sabırsızlanıyordum. Hava iyice karardı. Babam da geldi. Onlar yemeklerini yerken ben sobanın arkasında hikaye kitaplarını inceliyordum. Sıradan, günlük sohbetlerine asla karışmıyor, ara sıra kulak misafiri oluyordum. Benle işleri yoktu zaten. Benimde onlarla. Gerektiği zaman birbirimizle diyalog kuruyorduk. Onun haricinde asla ilgilenme olmazdı. Yalnızlığa öyle alışmıştım ki fareyle buluşmamız beni çok etkilemişti. Bizimkiler çay demledi. Soba evimizi öyle güzel ısıtıyordu ki yanından ayrılasım gelmiyordu. Elimdeki hikâye kitaplarıyla hayallere dalıyor, bulunduğum ortamdan kilometrelerce uzağa gidip geliyordum. Hayaller de gerçekler de güzeldi benim için. Birinin diğerine üstünlüğü olmazdı ruhumda. Ayağa kalktım, meyve tabağını alarak tekrar sobanın arkasındaki yere oturdum. Dilimlediğim meyveleri yemeye başladım. Arasıra bizimkilere gözatıyordum. Aklıma ne geldi? Dün gece ardiyede yaşadıklarımı anne babama anlatsam acaba neler olurdu? Önce gözleri açılırdı. İkisi de ayağa kalkardı. Beni sorguya çekip deli ederlerdi. Fareye gösterdiğim şefkatten dolayı da bir güzel azarlanırdım. Tebessüm ederek meyve soymaya devam ettim. Annem nasıl olduysa fark etmiş güldüğümü. Sordu, “hayrola Hacer? Sen bize mi gülüyosun?” “Yooo”, dedim. “Ben okulda olan komik olaylara gülüyorum,” dedim. “Ne olmuş okulda, neye gülüyosun böyle keyifli keyifli,” diyerek üsteledi. Kurnazlık geldi aklıma. Dün gece ki olayı onlara arkadaşım yaşamış da bana anlatmış gibi anlatacaktım onlara. Böylece tepkilerini ölçerek keyif çatacaktım.
“Bana dikkat kesilin lütfen,” dedim. “Bizim Ayça var ya, evlerinde, kumanya dolabında tanıştığı bir fareyle dost olmuşlar.” “Neee..!” dedi bizimkiler. Evet dedim aynen öyle. Kendi olayımı Ayça’nın üzerine yıkıp bizimkileri deliye çevirdim. Bunlar kendi aralarında ne iğrenç bir şey bu, o kız aklını kaçırmış galiba, başka işi kalmamış mı, gibi tekrarlarla konuşmaya devam ettiler. Bense gülmekten keyif çatıyordum. Onlar beni Ayça’ya gülüyorum sandılar. Saatler ilerledi. Gece olmuştu artık. Ortalığı toparlayıp yatmaya hazırlandık. Ben üst kata doğru ilerledim yavaş yavaş. İçimde heyecan vardı. Mutluluk en âlâsından. Odama girdim. Eşofmanlarımı giyip yatağıma uzandım. Perdeyi aralayıp içeriye direk lambasından yine ışık almak için kalkmak istedim. Biraz daha yatak keyfi yaptıktan sonra kalkarım diye düşündüm. Hayallere daldım yine. Saatin tik tak sesi de bana eşlik ediyordu. Ellerimle saçlarımı okşamaya başladım. Kendimi öylesine seviyordum ki bu bana gurur veriyordu. Kendisine saygısı olan kendisini sevmeli diye düşünüyordum.
Fare yine gelecek miydi? Ben bu gece hasretini sonlandırmak isteyen bir âşık gibi farenin yolunu gözleyecektim. Ona acıdığım içindi bu sevgi. Dili yoktu ki derdini söylesin. Bedeni büyük değildi ki zalimlere karşı koysun. Kendi dünyasında ufacık evinde yaşıyordu galiba. Onunla konuşabilseydim o yiyecekleri kime götürdüğünü sorardım. Eğer yavruları varsa bu beni daha da mutlu edecekti. Aklıma gelen her soru beni heyecanlandırıyordu. Elbet bir cevap bulacaktım. Her ne kadar onun gibi küçülüp dar geçitlere giremesem de hayatının belli bir kısmını öğrenecektim farenin. Bunları düşünürken artık saat iki olmuştu. Yerimden kalkıp sessizce ardiyeye geçtim. Bizimkiler öyle derin uyurdular ki kolay kalkmazlardı. Tedbiri elden bırakmamak için mecburen sessiz olmalıydım. Ardiyenin kapısını açtım. Dolaba doğru yaklaştım. Kalbim heyecandan çarpmaya başladı. Fareyi görebilecek miydim? Kumanya dolabının kapaklarını açtım. Karanlığın ağır bastığı bir ortamda az da olsa görebiliyordum. Lambayı yakamazdım. Önce, dün gece duyduğum tıkırtı seslerini beklemeye başladım. En az on dakika orada dikildim. Gofret, bisküvi yedim. Kuru pastalardan atıştırdım. Fare henüz gelmemişti. Belkide yakınlardaydı, yani kendi koridorlarında. Bir ses duysam yetecekti bana. Yere oturacaktım ve onu keyifle izleyecektim. Beklediğim o ses gelmedi malesef. Yere oturdum. Sandalye çekmedim ses olmasın diye. On dakika kadar da yerde oturdum. Sessizliği dinliyor, karanlığı izliyor, aydınlığın azınlıkta olduğu bir gecede ardiyede bir başımaydım.
Yaşıtlarım buna cesaret edebilir miydi merak ediyordum. Birçok yetişkin insan bile cesaret edemezdi bence. Tıkırtıları duymaya başladım. Bu kez farklıydı ama. Dün geceki seslerin daha çoklusu geliyordu kulağıma. Acaba fare sülalece mi geliyordu. Ya dolabı hışır edip yiyecekleri taşırlarsa? Annem babam olayı çözer beni perişan ederdi. Beklemeye devam ettim. Tıkırtılar gitgide yaklaştı. Nihayet fareyi gördüm. Kırmızı gözler aynı yerinden bana bakıyordu. Bir süre bakıştık onunla. Selamlaşma gibiydi. O hareketsiz duruyor bana yine dikkatlice bakıveriyordu. Tıkırtılar gelmeye başladı. Farenin ardında bir şeyler vardı belli ki. Sesler artmaya başladı. Fare yine dün gece aldığı yiyeceklere yöneldi. Ona bakarken kafamı sesin geldiği yere çevirdiğimde üç çift kırmızı göz fark ettim. Heyecanım tavanlarda geziyordu. Onlarda neydi öyle. Farenin ardına yanaşıp beklemeye başladılar. Aman yarabbi! Üç tane minik fare yavrusu. Ne sevimliler. Bu kez onlar da gelmiş erzak taşımaya. Ağlamaya başladım sessizce. Hıçkırdım ve elimle gözyaşlarımı sildim. Kafamı iyice dolaba yanaştırdım. Hiçbiri ürkmedi benden. Anneleri kenara çekildi. O üç yavru annenin kemirdiği yiyeceğe yanaştı. Yemeye başladılar. Anne hem onlara hem bana bakıyordu. Bu muydu bütün mücadelen? Kendinden başka üç cana daha mı yiyecek taşıyorsun sen? Tekrar ağlamaya başladım.
Fare ve yavruları bizim eve konuk oldukları için kendimi mutlu ve şanslı hissettim. Bu sırrı asla paylaşmayacaktım. Bizimkilerin bu konudaki hassasiyetlerini bildiğimden ağzımı sıkı tutacaktım. Fare yavrularını alarak oradan uzaklaştı. Dün gecekinden daha güzel bir manzara vardı. Üstelik yine kimseler şahit olamıyordu benden başka. Bu bencilliğin tadını doya doya çıkardım. Anladım ki yaşatmak yaşamak kadar güzelmiş. Sevincimi korkumdan kimseyle paylaşmıyordum. İyi biliyordum ki bazı insanlar güzel olan herşeyi mahvediyorlardı. Annem de olsa babamda olsa bunu yapamazdım. Onlar zehir kullanarak birçok hayvanı doğasından uzaklaştırdı. Ben fare ve yavrularının ölmesine müsade edemezdim. O günden sonra yine her gece telli kumanya dolabına gelmeleri için elimden geleni yapıyordum. Geç saatlerde onları izlemek bana keyif veriyordu.
Aylar sonra annem yaz temizliği için evin üst katından başlayacağımızı söyledi. Ben uyanık davranarak anneciğim ardiyeyi ben temizleyeceğim, dedim. Nedenini sormadı. Hafta sonu başlayacaktık. Dolabı itinayla çekip arkasını silip süpürdükten sonra kimselere göstermeden yerine koyacaktım. İşim biraz zor olacaktı ama bi çaresini bulacaktım. Komşunun benden yaşça büyük olan kızını yardıma çağırdım, onunla dolabı beriye çektik. Durumdan şüphelenmesine imkân yoktu. Sadece yardıma çağrılmıştı çünkü. Silip süpürme işini bitirdim. Tekrardan kumanya dolabını yerine koyduk. Kız da evine gitti. Ardiyenin temizliğini bitirmiştim. Geceyi iple çekiyordum. Sekiz odalı ve iki katlı bir evin temizliği vardı. Umrumda bile değildi. Gün gün, yavaş yavaş bitecekti nasılsa. Heyecanımı kimselere belli etmeden fare ve ailesiyle olan dostluğumu sürdürüyordum. Bir can bir cana, o bir can da üç cana yardım eli uzatıyordu. Hayvanları pek önemsemeyen babam eve erzak taşıdıkça onun bu olumsuz yönünü o kumanya dolabında aklamaya çalışıyordum. Belki babam hiç değişmeyecekti ama ben fare ve ailesi için her şeyi değiştirme kararı almıştım.
Evi temizleme işini bir hafta sonra bitirmiştik. Fare ve yavruları geceleri yine aynı saatlerde dolabın içine geliyor, bende o muhteşem ve sevimli canlılarla buluşmak için geceyi sabırsızlıkla bekliyordum. Bu fani dünyada herkesin ama herkesin yalnızca kendisiyle paylaştığı sırları vardır. Benimde sırrım farelerle olan dostluğumdu. Kimselere açmadığım bu gizem dolu hadiseyi yıllar yılı korumak istiyordum. Onlarla olan dostluğum gizemli ve duygu yüklüydü benim için. Defalarca buluştuğumuz geceler oldu farelerle. Olmaya devam ediyor. Evde kalmadığım zamanlarda, ben orada olmasam da, onların gece aynı saatlerde oraya geldiklerini, dolabın içine girerek kendilerine yiyecek aldıklarını bilmenin huzurunu hiçbir şeye değişemem.
Sinan KORKMAZ