Korku Hikayesi; “Çınarlı Vakası”

Korku Hikayesi; “Çınarlı Vakası”

Korku Hikayesi Oku;

1992 yılının mayıs ayıydı.
Sisli hava Çınarlı Yetimhanesinin etrafına çoktandır çökmüştü.
Ay ışığı yeryüzüne ulaşamıyordu, her yer zifiri karanlıktı.
İşte böyle bir gecede yetimhanede bir çocuk başına geleceklerden habersiz huzurla uykusunu uyuyordu.

Geceydi, uykumdan uyanmıştım. Tuvalete gidecektim. Fakat o karanlık uzun koridordan tek başıma geçmeye korkuyordum. Enes’in yanına gittim. Kolay uyanmazdı Enes, birkaç kere denedim ve beni şaşırtmayarak yine uyanmadı.

Normalde böyle zamanlarda yatağıma geçer tekrar uyurdum fakat bu sefer dayanamayacaktım. İş başa düşmüştü, feneri alıp tuvaletin yolunu tuttum. İçimdeki korkuyla o kadar hızlı yürümüşüm ki beş dakikada tuvaletin kapısındaydım. İçeri girdim, ihtiyacımı giderdim. Aynaya bakmamaya özen göstererek elimi yıkadım. Tam o sırada yaşlı bir adamın sesine benzeyen çatallaşmış bir sesin Alperen dediğini duydum.

Kanım çekilmişti, yavaşça arkama döndüm. Fakat arkamda kimse yoktu. Hemen tuvaletten çıktım, odaya doğru koştum. Yatağıma geçtim, hala kalbim güm güm atıyordu. Bu ne olabilirdi? Şaka desem, şaka yapan kişi o koridoru benden önce bitirip odasına gidemezdi. Çünkü olaylar bir dakika içerisinde gerçekleşmişti.

Bunları düşünürken uyuyakalmışım.

Sabah uyandığımda her şey olduğu gibiydi.
Uyandık, yemekhaneye indik, kahvaltıyı yapıp yatılı kaldığımız binanın hemen yanında olan okulumuza gittik.

Asıl olay gece başlayacaktı.

Büyük bir ağacın altındaydım, etrafımda kara kara gölgeler dolaşıyordu. Sonra o gölgelerden biri bana yaklaşıp beni boğmaya başladı… O sırada uyandım. Bir kabus görmüştüm, kan ter içindeydim. Bir bardak su içtim ve derin derin nefesler aldım.

Biraz yatakta oturup sakinleştikten sonra bazı geceler yaptığım gibi camın önüne gittim. O gece sis yoktu, ay ve yıldızlar adeta göz kırpıyordu. Bir süre onları seyrettim. Sonra yetimhaneyle aynı yaşta olan ve yetimhaneye adını veren asırlık çınar ağacına baktım.

Bakmamla kara bir gölgenin ağacın altından geçtiğini görmem bir oldu. Tüylerim diken diken olmuştu,o kabusun üstüne bunları görmek…

Bir süre orada donakaldım. Sonra arkamı döndüm ve Enes’in yanına gittim.
Onu defalarca dürttüm. Bu sefer uyandırabilmiştim. Yüzümdeki ifade onu korkutmuş olmalı ki hemen yatağından doğruldu. “Neler oluyor Alperen?Yüzün kireç gibi… Kabus mu gördün?” Ona olanları sessizce anlattım. Sakin olmamı ve bunları sabah konuşacağımızı söyledi. Bana bir bardak su verdi, yatağıma yatırdı ve ben uyuyana kadar başımda bekledi. Bir dosttan fazlasıydı Enes benim için, kardeşti…

Sabah, yemekhanede kahvaltı yaparken bu konuyu Enes’le konuştuk tekrar. Enes, bu yaşadıklarımın korkmamdan dolayı olabileceğini söyledi. İlk olayda korkarak tuvalete gitmiştim ve o korku benim bu sesi duymama sebep olmuştu.

İkinci olay ise gördüğüm kabus ve kafamın uykulu olması sebebiyle gördüğüm anlık bir halisünasyondan ibaretti.

Yüreğime su serpilmişti… Yaptığı açıklamalar oldukça mantıklıydı. İnsan böyle zamanlarda objektif bir göze ihtiyaç duyuyordu. Ona haklı olduğunu söyledim ve derse geçtik. O günün de diğer günlerden bir farkı olmadı. Hatta o gece uyanmamıştım bile…

Bunların bittiğini sanmıştım fakat yanılmışım. Enes’le bu konuyu konuştuğumuz günün üzerinden iki gün geçmişti.

Bir ormandaydım, ortalık karanlıktı. Sadece ağaçları görebiliyordum. Başka hiçbir şey yoktu ya da ben göremiyordum.

Bu yerden çıkmam gerekiyordu, ben bunları düşünürken karşıma bir keçi çıktı, gözleri kırmızı rengi siyahtı. Oldukça korkmuştum.

Kaçacak yer ararken keçi bir insana dönüştü daha doğrusu yarı insana… Ayakları hala keçi ayaklarıydı. Gözleri kırmızı, saçları uzun ve siyah, tırnakları pis ve oldukça uzundu.

Bana doğru geldi ve tırnaklarını sırtıma batırmaya başladı.

O sırada uykumdan uyandım, işin ilginç yanı sırtım acıyordu, sanki gerçekten tırnak batırılmış gibi…

Rüyanın etkisinde olduğumu düşünüyordum, bir bardak su içtim ve tekrar uyudum.

Sabah, gözümü açtığımda bütün odayı başıma toplanmış bir şekilde gördüm. Yüzlerinde endişe ve korku karışımı bir ifade vardı.
Ne olduğunu sorduğumda duvarı gösterdiler, duvara döndüm sırtım hala acıyordu.

Orada anlamını bilmediğim, Arapçaya benzeyen bir şeyler yazıyordu. Sanki kanla yazılmış gibiydi. Oldukça garipti…

“Sırtım da çok acıyor.” diyerek yine onlara döndüm, “Niye başımda bekliyorsunuz böyle, yoksa bir şaka mı yapıyorsunuz?” dedim.
O sırada Enes söze karıştı “Kalk bakalım, açalım sırtını.” dedi. Anlamamıştım ama kalktım ve sırtımı açtı.

Şaşkınlıkları yüzlerinden okunuyordu, Salim ve Necip koşarak odadan çıktılar. Ne oluyordu böyle…

Enes sanki aklımdan geçen soruyu okumuş gibi cevap verdi. “Hala anlamadın mı? Sırtın bildiğin derin bir şekilde kesilmiş, yatağında kan var. Ve duvarda kan rengi Arapçaya benzeyen bir yazı var. O duvardaki senin kanınla yazılmış. Hiç mi acı hissetmedin, uyanmadın bunlar olurken?”

Yatağıma döndüm, gerçekten de kan vardı…

Şaşkınlıktan dilim tutulmuştu resmen. Bir beş dakika öylece kalakaldıktan sonra aklıma dün gördüğüm rüya ve sırtımda hissettiğim o acı geldi. Bunu Enes’e ve oradakilere anlattım.

Zaten korkuyorlardı, daha da korkmuşlardı. Bu çok belliydi.

Enes, Nazım ve Bekir haricinde herkes odadan çıkmaya başladı.

Dört kişi bir odada kaldık. Bunlar nereden çıkmıştı böyle, neden benim başıma geliyordu bütün bunlar, günahım neydi? Dayanamayıp ağlamaya başladım, üç arkadaşım da bana sarıldı. Enes, “Korkma, halledeceğiz bunları Allah’ın izniyle…” derken Nazım, “Biz hep yanındayız kardeşim.” dedi…

Bekir ise sessiz kalıp sıkıca sarılmaya devam etmişti.

Bu olayın üzerinden iki gün geçmişti.

Odadakiler bu olaydan kimseye bahsetmediler, yazıyı da cesaret edip kimse silememişti. En son Nazım ve Enes ellerine bez alıp yazıyı sildiler.

Ve gece ben uyurken başımda Nazım, Enes, Bekir ve oldukça cesur bir arkadaşımız olan Cüneyt sırayla nöbet tuttu.

Birkaç kabus dışında başıma bir olay gelmedi. Sonra aynı odada kaldığımız Süleyman, “Buna benzer bir olay, iki sene önce halamın kızının başına geldi. Kız uyandığında her yeri çizilmişti, sadece duvarda değil tavanda da kanla yazılmış yazılar vardı. Sonra bir hocaya gittiler. O hocanın yardımlarıyla bu sorunu halletmişler. İsterseniz hocanın numarasını bulayım, siz de gidin” dedi.

Onun yardımlarıyla hocanın numarasını aldık ve hocayı aradık. Bize vakit kaybetmeden gelmemizi söyledi ve adresini verdi.

Sonra müdüre çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın vefat ettiği yalanını söyleyip oradan ayrıldık, bize güvendiği için inandırmakta zorluk çekmemiştik.

Nazım, Enes, Bekir ve ben yola çıktık.

Hocanın verdiği adresteki (?) köyüne gelmiştik. Oradan geçen bir köylüye hocanın evini sorduk, yokuşu gösterdi “Oradan çıkıp dümdüz devam edin, orada küçük bir ev olacak” dedi.

Ona teşekkür edip tarif ettiği yere doğru gittik. Gerçekten küçük bir evdi. Kapıyı çaldık, karşımıza orta boylu, sakalsız, temiz yüzlü, başında takke olan bir adam çıktı.

Bu hoca olmalıydı, bizi içeri davet etti.

Ev iki odalıydı: Odanın biri mutfakla birleşik oturma odasıydı, diğeri de hocanın kaldığı oda olmalıydı.

Odada içinde bir sürü kitabın bulunduğu eski bir kitaplık, üzerinde Kur’an’ın açık olduğu bir rahle, eski bir radyo, üzerinde seccade olan sarı renkli bir sedir, küçük bir kilim ve üzerinde çaydanlığın olduğu küçük bir soba vardı.

Sedire oturmamızı söyledi ve bizlere çay koyup ikram etti. Onun bu sıcakkanlı misafirperver hali tedirginliğimizi bir nebze olsun azaltmışttı.

Kendi de çayını alıp oturduktan sonra başıma gelen olayları önce benden sonra arkadaşlarımdan dinledi.

Biraz düşündükten sonra kalktı ve kitaplığından birkaç kitap alıp onlara baktı. Yanımıza geldi. “Bu bir musallat… O kesin fakat büyü mü yoksa tamamen kişisel bir musallat mı bilemiyorum. Ve olayın öznesi sen olmayabilirsin. Bunu anlamamız için yapmamız gereken bazı şeyler var.” Dedi.

Bunların ne olabileceğini düşünürken hoca müsade isteyip diğer odaya gitti.

On beş dakika olmuştu, neredeydi bu adam? Acaba başına bir şey mi gelmişti? Tam kalkacaktım ki hoca odadan çıktı, yanımıza geldi. “Beklettiğim için kusura bakmayın, bir görüşme yapmam gerekti. Aldığım bilgilere göre büyü yapılmış fakat sana değil. Kaldığınız yer büyülenmiş. Senin bunları görmenin sebebi böyle şeyleri görmeye müsait olan bir yapının olması… Muhtemelen bunları yaşayan tek sen olmayacaksın. Orada kalan herkes tehlikede” dedi. Oldukça şaşırmıştık, biz neler bekliyorduk sonuç ne çıkmıştı? Hoca bunları nereden öğrenmişti?

Aklımdaki sorulara hocaya da sordum “Hocam, kusura bakmayın. Ama merak ediyorum. Bu bilgileri nereden aldınız?

Neden bir şey yapmadığım halde bunları yaşıyorum? Bu büyünün sebebi ne? “diye sordum.

Hoca “Öncelikle bir sakin ol. Bilgileri Müslüman bir cinden aldım, kaldığınız yerden şüpheleniyordum. O da baktı, orada büyülü bir nesne varmış. Bu nesne yüzünden kaldığınız yer de bütün kötü cinleri kendine çekmiş. Ne olduğuna bakamamış çünkü cinler kaldığınız binanın her yerini sarmış. Neden senin yaşadığına gelirsek, sana özel değil dediğim gibi. Kötü şans… Sana denk gelmiş ve başka şanssız kişilere de denk gelecektir” dedi.

Daha da korkmuş ve şaşırmıştık. Birbirimize bakıyorduk. Yıllarca kaldığımız, evimiz bildiğimiz yerdi Çınarlı Yetimhanesi… Oradakiler kardeşimiz sayılırdı, hep beraber büyümüştük. Böyle giderse oradan ayrılmamız gerekecek gibi duruyordu ve bu en son istediğimiz şeydi. En önemlisi de kardeşlerimiz şuan orada tehlikedeydi.

Hoca bu gece burda kalmamızı, yarın yetimhaneye dönüp olanları kontrol etmemizi söyledi.

Eğer ekstrem bir şey olursa, o da gizlice okula girecek ve olaylara müdahale edecekti.

Bana ve arkadaşlarıma muska yazıp verdi ve bunların bizi Allah’ın izniyle beladan koruyacağını söyledi.

O gece hocada kaldık, sabah ezanıyla beraber yetimhaneye doğru yola çıktık.

Yetimhaneye geldiğimizde kapıda ambulans ve polis arabaları vardı. Ne oluyordu böyle? Bekçi Yusuf abiye neler olduğunu sorduk “Dün gece, 21 numaralı odada kalan bir öğrenci intihara kalkışmış. Odada kalanların anlattıklarına göre gece üç sıraları kafasını duvara çok şiddetli bir şekilde vurmaya başlamış, birkaç kişi cesaret edip ayırmaya çalışmış ama sanki kendi gücünden on kat daha güçlüymüş. Hemen ambulansı aramışlar, ambulans gelene kadar yere yığılmış…” Hayatta olup olmadığını sorunca; “Duyduğuma göre şuan hayatta fakat hayati tehlikesi yüksek…” dedi.

Yatılı kaldığımız binaya girdik, 21 numaralı oda bizim kaldığımız odanın üst katındaydı. Yukarı çıktık, odanın etrafı polisle çevriliydi, içeride olay inceleme vardı. 21 numaralı odada kaldığını tahmin ettiğimiz kişilerin de ifadesi alınıyordu. Söylenenlere kulak misafiri olduk… “Gece tak tak sesleriyle uyandım, bir baktım ki Selim kafasını duvara vuruyor. Duvar kan olmuş, Fazıl onu çekmeye çalıştı ama Selim çok güçlüydü.”

Köşede boyundan dolayı küçük görünen bir kişi de “Fazıl ayıramadı sonra Mehmet Hasan ve ben onu tutup çekmeye başladık. Fakat işe yaramadı, hala kafasını duvara vurmaya devam ediyordu. Sonra yere yığıldı” dedi.

Oldukça şaşkındık, bahsettikleri kişi bizim Sarı Selim olmalıydı. 21 numaralı odada kalıyordu.

Bizim sınıftaydı Sarı Selim, sarışın ve tarihe meraklı biri olduğu için bu lakabı takmıştık ona.

Demek sıradaki kişi oydu…

Hemen hocayı aradık ve ona bu olanlardan bahsettik. Bunun olabileceğini böyle bir şeyi ilk defa duymadığını söyledi ve yarın sabah buraya gelecekti.

(Ertesi Sabah)

Kötü bir haberle uyandık bu sabah, Süleyman intihar etmişti. Biz hiçbir şeyden haberimiz olmaksızın yataklarımızda uyurken…
Ve o Selim kadar şanslı değildi, ölmüştü.

Bütün bunlara karşı hâlâ nasıl delirmediğimizi anlayamıyordum…

Birçok kişi ağlıyordu, ağlamayanlarsa suskun başlarını öne eğmiş bir şekilde duruyorlardı, ben de onlardandım. Sanırım biz içimize ağlıyorduk.

Müdür bizi odasına çağırmıştı, Nazım, Enes Bekir ve ben gittik. Kapıyı çaldık, gir sesiyle içeri girdik. Şaşırmıştık çünkü müdürün yanında bizim Eyüp Hoca duruyordu.

Bize gizlice gireceğini söyleyen adam ne arıyordu burada? Yoksa yakalanmış mıydı? Ben bunları düşünürken Müdürümüz Nazif Bey söze karıştı “Öncelikle başımız sağolsun çocuklar, bu kötü olaylar yaşansın istemezdim burada lakin artık olanlar oldu. Acımız büyük… Eyüp hocayı tanıyorum zamanında aynı lisede sıra arkadaşıydık, beni aradı ben de davet ettim. Olanları anlattı bana. İlk başta inanmak istemedim. Ama ne mümkün… Başka bir şeyle açıklanmıyor. Selim’in raporu temiz, senin başına gelenleri duydum ve bugün olanlar…

Burayı boşaltacağız, başka çaremiz yok. Zaten tutmazlar da bizi burada. Sizin için üst kurumlara dilekçe yazıp izin alacağım. Size güveniyorum çocuklar, önce Allah’a sonra Eyüp Hocaya ve birbirinize emanetsiniz.”dedi.

Oldukça duygulanmıştık, buradan ayrılıyorduk ve bir süreliğine de olsa kardeş dediğimiz insanlardan uzaktık…

Müdürümüzle helalleştikten sonra Eyüp Hocayla binadan ayrıldık, binaya iki üç gün sonra kimse kalmayınca gelecektik.

Eşyalarımızı toparladık, Eyüp Hocanın evine doğru yola koyulduk. Eve geldiğimizde ikindi ezanı okunmuştu, namazı kıldık ve sofraya oturduk. Sonra Eyüp hoca Kur’an okumaya çekildi. Bizler de muhabbet etmeye başladık, çocukluk anılarımızdan bahsettik, okuldan bahsettik, gündemden havadan sudan her şeyden konuştuk, bu yaşanılanlar hariç her şeyden…
Sonra Eyüp hoca da bize katıldı, o da bizim konuşmalara uydu, kendi hatıralarını anlattı. Oldukça güldük eğlendik. Buna hepimizin ihtiyacı vardı.

(İki Gün Sonra)

Eyüp Hoca uyandırdı bizi, kalktık, kahvaltımızı yaptık ve yola çıktık.
Binanın bahçesinden içeri girdik, anlaşılan o ki bina boşalmıştı. Bekçi Yusuf abi vardı sadece, o da anahtarı vermek için buradaydı.

Yanına gittik selam verdik, o da bize selam verdi. Bir beş dakika kadar hal hatır sorduktan sonra anahtarı aldık. Sonra Bekçi Yusuf abi de gitti. Şimdi burada beş kişi kalmıştık. Eyüp Hoca “Şimdi gündüz gözüyle, buraları kontrol edeceğiz, garip olan yazılar işaretler var mı bakacağız. Önce bahçeden başlayalım, sonra okula geçeriz. Bu arada gece de buradayız yapmamız gereken işler var” dedi. Tamam deyip etrafa dağıldık. Eyüp Hoca tek, benle Nazım, Enesle Bekir araştırmaya başladık. Bir şeyler bulmak zordu, diğerlerini bilmiyordum ama biz daha bir şey bulamamıştık. Bunları düşünürken Çınar ağacının önüne geldim. Ve aklıma o ağacın altında gördüğüm gölge geldi, bunu Nazıma da hatırlattıktan sonra iyice ağacı ve etrafını incelemeye başladık. Ağaçtaki kovuğu görünce elime feneri alıp içine baktım. Bir şey göremeyince elimi soktum, elime bez gibi bir şey gelmişti. Çıkarıp baktım, evet bu bir bezdi, etrafı iple sarılmıştı ve oldukça tuhaf bir kokusu vardı. Ne olduğunu bilmediğim için Eyüp Hocaya seslendim. Eyüp hocayla birlikte diğerleri de gelmişti.

Eyüp Hoca ne olduğunu sormadan elimdeki şeyi aldı, bir şeyler okuyarak elimdeki şeyi açtı. “Bu bir büyü dedi, okuyabildiğim kadarıyla bir hazine büyüsü. Fakat gerisini okuyamıyorum. Aramice dili bu… O dile hakim değilim, zor bir dildir. Öğrenmekte oldukça zorlanmıştım. Bunun için ilmi benden daha yüksek olan bir Hocaya gideceğiz. Şimdi biraz daha araştırma yapalım. Fakat gece burada kalmayacağız. O başka bir güne kalacak.” dedi.
O sırada Nazım bağırmaya başladı “Dikkat edin! Kovuktan yılan çıkıyor.” Hemen kovuğa baktık, iri siyah bir yılan bize doğru geliyordu. Kaçmaya başladık fakat Eyüp Hoca kalmıştı.

Dönüp ona çağıracaktım ki bize gitmemizi kendisinin geleceğini söyledi. Sonra da yılanla tuhaf bir dilde konuşmaya başladı, yılan da konuşuyordu.
Koşarak binadan çıktık, bir taksi çağırıp hocanın evine doğru yola çıktık.

Biz eve vardıktan üç saat sonra kapı çaldı, gelen Eyüp hocaydı. Bize selam verdikten sonra içeri girdi, sedire oturdu olanları anlatmaya başladı.

“Yılan oradaki cinlerden biri, orada ne var bilmiyorum ama orayı koruyor. Tek bildiğim bu… Bilgi almaya çalıştım fakat hiçbir bilgi vermedi, bana buradan gitmemi bir daha gelmememi söyledi. Ben de üstelemeden gittim.” dedi. “Peki hocam, şimdi ne olacak gitmiyor muyuz? Araştırmaya falan” deyince “Yarın, bana eğitim veren ilmi oldukça yüksek olan Asım hocanın yanına gideceğiz, bulduğumuz şeyi, yaşadığımız olayları falan anlatacağız. Eğer o derse ki gidin bakın, gideriz” dedi.

Biz bunları konuşurken Nazım ve Bekir sofrayı kurmuşlardı, Eyüp hocayı, Enes’i ve beni çağırdılar. Sofraya oturduk, yemeklerimizi yedik. O günün büyük bir çoğunluğu Eyüp Hocanın araştırmaları ve bu konu üzerine yaptığımız konuşmalarla geçmişti.

Sizden Gelenler – Hilal Maviş

Exit mobile version