“Hislerin Sesi” Hikayesi  1. Bölüm

“Hislerin Sesi” Hikayesi  1. Bölüm

Kostofer 1494 Yılında Vü Kasabasında doğmuş kavruk tenli güler yüzlü koyu saçları at yelesine benzeyen bir Kızılderiliydi. Her an saldıracakmış gibi bakan kaşları ve yüz ifadesinin tersine anlayışlı ve sakin biriydi. Ama böyle davranması her şeyi ölçüp tartmasından geliyordu.

Adım adım kasabanın sokaklarında yürürken Banka soygunu yapmış yol kenarında dinlenen Asileri gördü. Hemen bir kayanın arkasına saklanıp ne yapacaklarını beklemeye koyuldu. Biraz sonra adamlardan biri, arabadan genç yaşlarda bir adam ve kadını zorla indirdi. Bu adamın yabancı biri olduğu aksanından belli oluyordu. Başında siyah çizgili fötr şapkası, kırmızı gömleğinin üstünde ise siyah çizgili bir ceket vardı. Sırtındaki kabarıklık belinde bir silah olduğunun kanıtı olabilirdi. Ama şimdi o silahı çekmesi intihar olurdu. Hem adamlar kalabalıktı hemde yanında sarı saçlı mavi dalgalı uzun eteklerine kadar inen elbisesi ile bir kadın vardı. Ve bu onu çok hoş gösteriyordu. Biraz sonra bir at arabası daha yanlarına yaklaştı ve yavaşça durdu. Ama aşağıya kimse inmemişti. Bu durum adamlardan birini rahatsız etmiş olacak ki uzaklaşmasını söylemek için yanına gittiğinde kimsenin anlam veremediği bir şekilde dışarıya bir silah namlusu uzandı. Ve adam pat diye yere düşünce diğerleri de olanları şaşkınlıkla izliyorlardı. Bende bu andan yararlanıp belimdeki bıçağı çıkardığım gibi adamlardan birinin göğsüne doğru fırlattım. Bu sefer namlular bana yönelince hemen kayanın arkasına saklanıp beklemeye başladım. Çok yoğun bir şekilde ateş altında kalmıştım. Etrafta kimseler yoktu. Ne yapacağımı düşünürken birden arkadaşım Beyaztüy diğerleri ile gelmişti. Ne olduğunu anlayamadan silahlar patlamaya başladı. Bende düşen adamlardan birinin silahını almış ateş ediyordum. Derken silah sesleri susmuş adamlar yere serilmişti kırmızı gömlekli adam ise yerde yatıyordu. Son nefesini vermek üzereyken kim olduğunu sormak için yere doğru eğildim.

“Siz kimsiniz ve ne istiyorsunuz ?”

“Bizi tanımıyor olamazsın ben haydutların lideriyim beni öldürsen bile intikamımı almak için büyük bir ordu üstüne doğru gelecektir. Bundan sonra seni çok zor günler bekliyor” dedikten sonra son nefesini vermişti.

Böyle konuşması beni biraz endişelendirse de ne olabilirdi ki diye düşünmeden edemiyordum. Arkadaşım Beyaztüyle birlikte çadırların bulunduğu sulak alana doğru at sürmeye başladım. Akşama doğru çadırların oraya gelmeyi başarmıştık. Tam ben çadırımdan içeri girdiğim sırada Kızıl Ceylan da karşımda duruyordu. Alçak bir ses tonu ile konuşmaya ardı ardına sorular sormaya başladı. Bende hepsine cevap vereceğimi ama önce sakinleşmesi gerektiğini söyleyince derin bir nefes alıp koyun postunun üzerine oturdu. Benim konuşmamı bekliyordu; ama daha fazla dayanamayıp konuşmaya başladı.

“Abi ne oldu anlatır mısın?” deyince bende keçi derisinden yapılmış postun üzerine oturup olan biteni kardeşime birer birer anlatmaya başladım. Ben anlattığım sırada oda vah, vah tüh, tüh gibi serzenişte bulunuyordu. Sonunda ise buraya döndüm deyip anlattığım olaya bir son vermiştim.

Yarım saat sonra babam gelmişti. Benim dün gece neden eve gelmediğimi ve dışarıda ne yaptığımı sorunca olan biteni anlattım. Bana inanmamış olacak ki hiç kulak asmamaya başlamıştı. Bende tekrar dışarı çıktım. Ve suyun bulunduğu tarafa doğru yürüdüm. Bir kayanın üzerine oturmuş düşünüyorken birden iki üç asker gelip prensesin beni çağırdığını söylediklerinde ilk önce şüphelenmiştim. Ama sonra yakalarındaki armaları görüp emin olmuştum. Onlarla beraber en az kırk kırkbeş dakika boyunca at sürdükten sonra sarayın önüne gelmiştik. Saray altın yaldızlarla süslü etrafı kırmızı üniformalı kılıçlı ve tüfekli adamlarla doluydu, önce buranın bir kışla olduğunu düşünmüştüm. Ama prensesin çok önemli biri olduğunu düşünüp bu fikirden vazgeçmiştim.

İçeriye girdiğimde ise yine her adımda bir asker vardı. Ama bunun yanısıra bir çok sanatkarın ünlü resimleri ve krallığın yıllıkları beni karşılamıştı. Biraz sonra iki askerin olduğu bir kapının önünde durmuştuk. Biraz bekledikten sonra içeri girmiştim. Ama içeri girince tahtta oturan kişinin dün kurtardığım kadın olduğunu görmüş çok şaşırmıştım. Hoş geldin dedikten sonra konuşmaya başladı.

“Ben bu krallığın prensesi Aybüke size dün teşekkür edemedim. Birde size büyük bir teklifim olacak benim baş muhafızım olur musunuz. Size istediğiniz kadar altın ve ev verebilirim.”

Bu güzel bir teklifti ama düşünmem lazımdı.

“Biraz düşünmek istiyorum. Olur mu ?”

“Tabiki ama fikriniz olumlu yönde olursa çok ama çok sevinirim.”

Saraydan çıkıp tekrar eve doğru yola çıktığında etraf zifiri karanlık olmuş kurt ve kuş sesi bile duyulmaz olmuştu. Kostofer ise geceyi geçireceği bir yer aramaya koyuldu. Ama ne kadar atı ile gezinse de bir yer bulamamıştı. Tam ümidini kestiği sırada karşısına bir han çıkmıştı. Sevinerek hanın kapısına kadar atını sürdü. Kapının önüne geldiğinde her şeyi daha iyi seçmeye başlamıştı. Fazla iyi durumda değilse de geceyi dışarıda geçirmekten çok daha iyiydi. Çünkü gece hem soğuk oluyor hem de bin bir türlü yabani hayvan etrafta kol geziyordu.

Tahta kapının üzerindeki demir tokmağı çaldıktan beş dakika sonra kapı ardına kadar açılmıştı. İçeriye girmek için adım attığımda herkesin masasında birer içecek ve müzik karşılamıştı beni. Tabi birde her yerde önemli olduğu gibi piyano ben fazla sevmezdim. Ama mecbur oturmak zorundaydım. Ön tarafta tahta bir masa ve iskemle vardı. Ağır bir hamle ile oraya doğru yöneldikten hemen sonra sakince oturdum. Ve bir üzüm şırası söyledim. O sırada ise karşı masada oturan iki kişi ve etrafındakiler çok dikkatimi çekmişti. Ne yapıyorlar diye merakla izlemeye başladım. Gözümle gördüğüm kadarı ile bunlar bir oyun oynuyordu. Ama ne oynadıkları pek belli olmuyordu. Biraz daha yaklaştım. Ve gözlerimle gördüğüme inanmadım. Sonradan ismini öğrendiğim mangala adlı oyunu oynuyorlarmış.

Çok yorgun olduğum için hemen bir oda isteyip uyumak için yukarıya doğru merdivenleri çıktım ama kendi odama gelmeden önceki odadan kavga eden iki kişinin sesi geliyordu. Bunlardan birinin kadın olduğu ses tonundan anlaşılıyordu. Diğeri ise bir erkek sesiydi. Ve kadın kocasına neden hep böyle benimle kavga ediyorsun hemde ortada hiçbir sebep yokken dedikten sonra kadından gelen ağlama sesi ile kocasının özür dilemesi ile her şey tatlıya bağlanmıştı. İnanamadığım tek şey ise benim bunu neden yaptığımdı. Çünkü başkasının özeline girmek çok yanlıştı pişman olmuştum. Bir daha böyle bir şey yapmayacaktım. Kendime söz vermiştim. Odamdan içeri girip yatağımın kenarında duran mumu yaktım. Bir anda ortalık aydınlanmıştı. Biraz oturup prensesin dediklerini düşündükten sonra söyledikleri kafama yatmıştı. Gidip yarın kabul etmeye karar verdim. Ama şimdi güzel bir uyku çekmeliydim. Yatağıma girip güzel bir uykuya daldım.

Sabahın ilk ışıkları ile gözlerimi tekrar açmıştım. Yataktan çıkıp han sahibinin hazırlayacağı güzel yemekleri yemek için aşağıya inmiştim. Merdivenlerden aşağıya indiğim sırada bir takım sesler duymuştum. Bu beni çok endişelendirmişti. Yoksa aşağıda haydutlar mı vardı. Merdiven aralığından aşağıya baktığımda hancıyı rehin aldıklarını ve keyiflerince yiyip içtiklerini gördüm. Hemen belimdeki bıçağı elime aldım. Ve beklemeye başladım. Biraz sonra hepsi yemeye içmeye daldığı sırada hemen aşağı inip hancıyı kurtarmaya karar verdim…

 Cihat Turan

Exit mobile version