Anton Çehov’dan Seçme Hikayeler; Ayyaşlığın İlacı

Anton Çehov’dan Seçme Hikayeler; Ayyaşlığın İlacı

Ünlü güldürü oyuncusu Bay Feniksov-Dikobrazov II, birinci mevki özel kompartımanda tek başına yaptığı yolculuktan sonra temsillere katılmak üzere D. kentine geldi. Onu garda karşılayanlar aslında bu yolculuğun bir önceki istasyona değin üçüncü mevkide sürdüğünü, ancak adamın orada aldığı biletle “gösteriş” için birinci mevkiye geçtiğini biliyorlardı. Mevsimin güz, havaların soğuk olmasına karşın ünlü oyuncunun sırtındaki yazlık pardösüyle başındaki ayıbalığı derisi yıpranmış şapka herkesi şaşırtmakla birlikte onun mora çalan, uykulu yüzünü görür görmez büyük bir heyecan ve onunla tanışma isteği duydular. Güldürü oyuncusu Feniksov-Dikobrazov II’yi baş rol oynaması için tiyatrosuna çağıran Poçeçuyev konuğunu Rus geleneklerine göre üç kez öptükten sonra doğruca evine götürdü.

Temsil, ünlü oyuncunun gelişinden birkaç gün sonra başlayacaktı, ancak hiç de beklendiği gibi olmadı. Temsile bir gün kala tiyatroya yüzü solgun, saçları karmakarışık gelen Poçeçuyev, Dikobrazov II’nin piyeste oynayacak durumda olmadığını bildirdi. Saçlarını yolarak;

–    Evet, oynayacak durumda değil, dedi. Nasıl, beğendiniz mi? Tam bir aydır kocaman harflerle Dikobrazov’un (24) başrole çıkacağını duyurduk, adamı öve öve göklere çıkardık, bir sürü bilet satıp para topladık… Şimdi de şunun yediği naneye bak! Gidip kendimi asayım en iyisi!

–    Neden oynamıyormuş? Ne oldu ki?

–    İçmeye başladı, kahrolası!

–    Aman canım! Ayılır nasıl olsa!

–    Ayılacağına gebersin daha iyi! Kendisini Moskova’dan tanırım, bir kere zıkkımlanmaya başlayınca iki ay durmadan içer. Ayyaşın tekidir, bilmez miyim? Ayyaş! Benim kara yazgım böyledir… Nerden de çattım bu belaya? Suçum ne ki bunlar geliyor başıma? Göklerin lanetine uğramak için ne yaptım ben? (Meslekten ağlatı (25) oyuncusu olan Poçeçuyev yapısı dolayısıyla da ağlatıya yatkındı, o nedenle böyle acıklı sözler söylerken göğsünü yumruklaması ona çok yakışıyordu.) Başımı köle gibi kara bahtımın darbelerine uzattığıma göre ne kadar iğrenç, aşağılık, bayağı bir yaratık olmalıyım! Tepesine lanetler yağan utanılası Makar rolüyle hayatıma son vermek, alnıma bir kurşun sıkmak daha uygun kaçmaz mı? Daha ne bekliyorum, söyleyin, ne bekliyorum ben?

Poçeçuyev yüzünü elleriyle kapatarak pencereye döndü. Gişe bölmesinde bilet satıcısından başka birkaç oyuncuyla tiyatro görevlileri vardı. Bu durumda ona ne diyebilirlerdi ki? Bir iki öğüt, yatıştırıcı sözler, umutlandırmalar… “Her şeyin sonu boştur”, “boş ver canım”, “aldırma” gibi filozofça ya da peygamberce sözlerin ne anlamı olabilirdi? Bunca insan arasında derde derman konuşmayı, şişman, sıracalı bir adam olan bilet satıcısı yaptı:

–    Prokl Lvoviç, dedi. Çok beğendiğiniz bu adamı tedavi etmeyi niçin denemiyorsunuz?

–    Siz ne diyorsunuz? Ayyaşlığın tedavisi var mı ki!

–    O da iş mi? Bizim berber ayyaşlığı iyileştiren en iyi yolu bulmuş. Herkes ona geliyor.

Çaresizlik içinde, saman çöpüne sarılmaktan medet uman Poçeçuyev çok sevindi, az sonra tiyatro berberi Fyodor Grebeşkov’u buldu karşısında. Gözünüzün önüne gözleri çukurlarına kaçmış, köse sakallı, ellerinin rengi kahverengiye çalan zebellah gibi bir adam getirin; buna, kemiklerine takılı yay ve vidalarla hareket eden bir iskelet görüntüsü ekleyin; bu iskeletin üzerine eskimekten tiftiği çıkmış siyah bir takım elbise giydirin; işte size gerçek bir Grebeşkov tablosu!

Poçeçuyev berberi;

–    Ne haber, Fedya? diye karşıladı. İşittiğime göre sen… şey… ayyaşlığı tedavi ediyormuşsun. Senden görev olarak değil, dostluğumuza güvenerek Dikobrazov’u iyileştirmeni isteyeceğim. Biliyorsun, içmeye başladı da… Greboşkov iç karartıcı, kalın sesiyle;

–    Ne olur, başıma böyle bir bela sarmayın! Sıradan oyuncuları, tüccarları, memurları kendi yöntemimle iyileştirmişimdir, ama Dikobrazov Rusya çapında ünlü bir oyuncu…

–    Ne olmuş öyle bir oyuncuysa?

–    Ayyaşlığı tedavi etmek için bütün organlarda, eklemlerde büyük bir sarsıntı (şok) gerçekleştirmek gerekir. Ben onda da bu sarsıntıyı gerçekleştirmesine gerçekleştiririm ama tümüyle iyileşince yaptıklarımı gururuna yediremeyip, “Köpek, ne hakla elini sürdün bana?” diyerek, hesap sormaya kalkar. Bilirim ben bu ünlü kerataları!

–    Sakın ha, böyle bahanelerle bu işten sıyrılmaya çalışma! Hadi, şapkanı giy, hemen gidiyoruz!

Çeyrek saat sonra Grebeşkov, Dikobrazov’un odasına girdiğinde ünlü güldürü oyuncusu yatağında uzanmış yatıyor, tavandan sarkan lambaya öfkeli öfkeli bakıyordu. Lambanın sallandığı filan yoktu ama Dikobrazov II gözünü ondan ayırmaksızın homurdanıyordu:

–    Sen orada fır fır dönersin, ha! Ben sana dönmenin ne demek olduğunu gösteririm, kahrolası! Sürahiyi kırdığım gibi seni de kırayım da gör! Aaa, tavan da dönüyor! Demek, gizli işler çeviriyorsunuz birlikte! Hey, lamba, sana söylüyorum, hepsinden küçüksün ama sen en çok dönüyorsun! Dur hele.

Güldürü oyuncusu böyle diyerek yataktan kalktı; bu sırada çarşafı da sürüklediği için yanındaki komodinde duran bardakları devirerek sallana sallana lambaya doğru yöneldi. Ancak yarı yola varmamıştı ki uzun, kemikli bir yaratığa tosladı. Baygın gözlerini devirerek;

–    Sen de kimsin? diye gürledi. Necisin, ne işin var burada? Hadi, söyle!

–    Sana kim olduğumu göstereceğim. Çabuk gir yatağına!

Güldürü oyuncusu daha yatağına varmadan Grebeşkov kulaçlanıp adamın ensesine öyle şiddetli bir tokat patlattı ki, beriki topaç gibi döne döne yatağına devrildi. Daha önce onu hiç kimse dövmemiş olmalıydı, çünkü tüm sarhoşluğuna karşın Grebeşkov’a şaşırarak, hatta biraz merakla baktı.

–    Bana vurdun ha, vurdun! Vurdun, demek?

–    Vurdum ya! Daha vurayım ister misin?

Berber ikinci kez, bu sefer Dikobrazov’un dişlerine patlattı. Adamcağızı neyin daha çok etkilediğini bilmiyorum, şiddetli vuruşlar mı, yoksa tattığı duygunun yeniliği mi; ancak gözlerinde baygın bakışlar yerine aklın ışığı parladı. Bir anda ayağa fırladıktan sonra öfkeden çok merakla karşısındaki solgun yüzlü, kirli setreli adamı süzmeye başladı.

–    Kavga çıkarıyorsun, demek? Üstelik gülüyorsun da?

–    Kapa çeneni!

Bu sefer surata bir şamar. Neye uğradığını şaşıran güldürü oyuncusu kendini savunmaya çalıştıysa da Grebeşkov’dan göğsüne bir yumrukla suratına ikinci bir şamar daha yedi.

Bitişik odadan Poçeçuyev’in sesi duyuldu:

–    Biraz yavaş, Fedya, daha yavaş!

–    Korkma, bir şey olmaz, Prokl Lvoviç! Bu iş bitince bana teşekkür edecektir. Arada bir güldürü oyuncusunun odasına göz atan Poçeçuyev ağlamaklı bir sesle;

–    Gene de yavaş vur, diyordu. Senin aldırdığın yok ama benim tüylerim diken diken oluyor. Hukuksal olarak ehil, kültürlü, tanınmış bir adamı güpegündüz, üstelik kendi odasında dövüyorsun… Olacak şey mi?

–    Prokl Lvoviç, ben onu değil, onun içine yerleşmiş olan şeytanı dövüyorum. Hadi, sakinleşin, gidin buradan!
Fyodor yeniden güldürü oyuncusuna çullandı.

–    Yat yerine, iblis! Kıpırdama! Dediğimi duydun mu?

Dikobrazov dehşete kapılmıştı. Daha önce çevresinde dönüp duran, onun kırıp dökmesine hazır ne varsa şimdi karşısına geçmiş, ona saldırıyor gibiydi.

–    İmdat! diye bağırdı. Kurtaran yok mu? İmdat!

–    Daha çok bağıracaksın, şeytanın dölü! İşin başındayız henüz, gör, daha neler gelecek başına! Şimdi beni iyi dinle: Tek söz söyleyecek ya da kıpırdayacak olursan öldürürüm seni! Gözümü kırpmadan gebertirim! Üstelik seni koruyacak kimse de yok. Şimdi şurada top patlatsan kimse yardımına koşmaz. Sakin sakin oturur, sesini kesersen sana votka bile veririm. İşte, bak, votka!

Grebeşkov cebinden yarımlık bir votka şişesini çıkarıp oyuncunun burnuna dayadı. Sarhoş oyuncuysa tutsağı olduğu nesneyi karşısına görünce yediği dayağı unuttuğu gibi, keyifle gülmeye başladı. Bunun üzerine Grebeşkov yeleğinin cebinden kirli bir sabun parçası çıkardı, bunu şişenin içine soktu. Votka köpürüp kabarınca da içine aklına gelen bütün pislikleri tıkma işine girişti. Aktar dükkânlarında satılan, güherçile, nışadır, şap, Glauber tuzu, kükürt, reçine türünden ne varsa hepsi birbiri peşinden şişenin içine girmeye başladı. Güldürü oyuncusu gözlerini Grebeşkov’a dikmişti, votka şişesiyle yaptığı şeylerden bakışlarını ayıramıyordu. Berber en sonunda yaktığı bir paçavranın küllerini şişeye tıktı, bunları çalkalayıp yatağa yaklaştı. Karışımdan yarım su bardağı doldurarak;

–    Al, iç! dedi.

Güldürü oyuncusu keyifle bir yudum içti, öksürerek boğazını temizledi, anında da gözleri kocaman kocaman açıldı. Yüzü soldu, alnına ter damlacıkları birikti.
–    Daha iç! dedi Grebeşkov.

–    İçe…içemem! Du…dur!

–    İç, diyorum! Hadi! Gebertirim yoksa!

Dikobrazov bardağı bitirince bir inilti koyverdi, boylu boyunca yastığın üstüne devrildi. Yarım dakika sonra kalktığında Fyodor “özel karışımın” ne derece etkili olduğunu anlamış bulunuyordu.

–    Daha içeceksin! diye bağırdı. Bırak için dışına çıksın, böylesi daha iyi. Haydi, iç bakalım!

Güldürü oyuncusu için gerçek işkence başlamıştı. Öğürtülerden içi dışına çıkacak gibiydi. Yatağında debelenip kendini yerden yere atarken bir yandan da dur durak bilmeyen amansız düşmanının ağır hareketlerini korkuyla izliyor, garip karışımı içmek istemediği zaman kafasına yumruklar yağıyordu. Böylece peş peşe içkinin ardından yumruklar, yumrukların ardından içki geldi. Ünlü güldürü oyuncusu Feniksov-Dikobrazov II’nin zavallı bedeni o güne değin ne böylesi bir aşağılamaya uğramış, ne de kendini böylesine güçsüz, savunmasız hissetmişti. Önceleri adamcağız yalnızca bağırıp karşısındakini azarlarken zamanla yalvarmaya, bu da çare olmayınca ağlamaya başladı. Kapının arkasında dikilip olanları gizlice izleyen Poçeçuyev daha fazla dayanamayarak odaya daldı. Ellerini sallayarak;

–    Defol şuradan, be herif! diye bağırdı. Topladığımız bilet paraları yansın, şu adam istediği gibi zıkkımlansın ama bırak da son bulsun şu işkence! Kahrolası, geberteceksin adamı! Görmüyor musun, ne hallere düştü! Böyle olacağını bilsem vallahi bu işe bulaşmazdım!

–    Oho, ne var bunda? Göreceksiniz, sonunda kendisi teşekkür edecek! Grebeşkov böyle dedikten sonra güldürü oyuncusuna bir daha girişti.

–    Sen daha buralarda mısın? Al öyleyse!

Akşam karanlığı bastırana değin verdi veriştirdi. Kendisi de yorgun düşmüş, oyuncunun da canını çıkarmıştı. Sonunda adamcağız o duruma geldi ki, inlemeyi bile bırakıp yüzünde bir korkuyla öylece katıldı kaldı. Katılmanın ardından uyku haline benzer bir şey oldu.

Ertesi gün Poçeçuyev’i şaşırtan bir şey oldu: Güldürü oyuncusu uykusundan sapasağlam uyanmıştı. Bu duruma göre ölmemiş demekti. Adamcağız bön bön bakındı, çevresini baygın gözlerle süzdü, sonra yavaş yavaş aklı başına gelmeye başladı.

–    Her yerim neden böyle sızım sızım sızlıyor? dedi. Sanki üzerimden koca bir katar geçmiş. Biraz votka içersem iyi olacak. Hey, kim var orada? Votka getir! O sırada kapının arkasında Poçeçuyev ile Grebeşkov duruyorlardı.

Poçeçuyev korkuyla;

–    Votka istediğine göre daha iyileşmemiş, dedi.

–    Siz ne diyorsunuz, Prokl Lvoviç? Bu hastalıktan bir günde kurtulunur mu? Bir haftada iyileşirse öp de başına koy. Öyle zayıf bünyeliler var ki, beş günde sonuç alırsınız, ama sizinki, maşallah, göbekli tüccarlar gibi dayanıklı. Kolay kolay cinleri içinden kovamazsınız.
Poçeçuyev;

–    Bunu bana daha önce niçin söylemedin, gözü çıkası? diye inledi. Ben ne talihsiz adammışım ki, başıma bunlar geldi! Daha ben felekten ne bekliyorum? Alnıma bir kurşun sıkıp gebermek en iyisi!

Yazgısıyla ilgili beklentileri çok iç karartıcı olmakla birlikte aradan bir hafta geçmeden Dikobrazov II oyunda oynamaya başladı ve bilet paralarını geri ödemeye gerek kalmadı. Güldürü oyuncusunun makyajını yapan Grebeşkov onun başına öylesine büyük saygıyla dokunuyordu ki, onu bir gün önce aşağılayan adamın o olduğuna inanmak güçtü. Poçeçuyev;

–    Meğer adam dokuz canlıymış, dedi. Çektiği işkenceleri gördükçe beni hafakanlar bastı, ama adam bana mısın demediği gibi, Fedya iblisine teşekkür üstüne teşekkür ediyor, üstelik Moskova’ya, yanında götürmeye kalkıyor. Böylesi bir şey görülmüş değil!

Anton Çehov

Exit mobile version