Çok Güzel Bir Hikaye “Işık Saçan Kelebekler”
En başta söylediğim gibi sizlere başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. Hatırladığım kadarıyla 2007 senesiydi. Her zamanki gibi arkadaşlarım ile ormanda dolaşıyorduk. Uzun süredir uçtuğumuz için epeyce acıkmıştık. Her zamanki gibi ormanın kenarlarına doğru gitmeye karar verdik. Çünkü en lezzetli yavşan otları, ormanın bu bölümünde bulunuyordu. Biraz süre geçtikten sonra yavşan otlarının bulunduğu yere vardık. Ancak bizi şaşırtan bir durumla karşılaştık. Her zaman afiyetle yediğimiz yavşan otları yerlerinde yoktu. Yavşan otlarının bulunduğu yerler kazılmış bir şekilde duruyordu. Zaten büyüklerimiz birkaç aydır olağan dışı bir durum olduğunu konuşuyordu. Biz de ara sıra yavşan otlarının yanına geldiğimiz zaman bizden epeyce büyük, “insan” adı verilen canlılarla karşılaşıyorduk. Bu insan denen canlılar, kendilerinden de büyük, garip bir şeye binerek bizim ormanımıza geliyor ve asla anlayamadığımız şeyler mırıldanarak saatlerce burada konuşuyorlardı. Acaba neden bizim yavşan otlarımızı öldürdüler ve toprağı kazdılar sorusu kafamızı kurcalamıştı. Ailelerimize haber vermek için eve dönmeye karar verdik.
Evimize kaygı içinde dönerken, köyümüzün en yaşlı ve en bilgin kişisi olan Aliya dede ile karşılaştık. Kendisi bizim telaşımızı yüzümüzden okumuş olacak ki, bizleri görünce “Hayr’ola çocuklar, nedir bu telaşınız?” diye sordu. Kendisine durumu anlatınca Aliya dede de en az bizim kadar şaşkınlık içine girdi. Bir süre sustu. Genelde böyle sustuğu zaman bir şeyler düşündüğü söylenir. Biz de bunu duyduğumuz için o konuşana kadar yanında sessizce beklemeye karar verdik. Biraz bekledikten sonra bizlere “Gelin benimle!” demesiyle onu takip etmeye başladık. Bizi biraz önce yavşan otu yemeye geldiğimiz yere getirdi. Geldiğimiz anda yavşan otlarının bulunduğu yerdeki kazılan alanların içinde insanlar olduğunu gördük. İnsanlar uzun, ağaçtan yapılmış bir şeyle toprağı biraz daha kazıyorlardı. Ben ve arkadaşlarım kaygılı ve bir o kadar hiddetle Aliya dedeye “Niçin bizim yavşan otlarımızın bulunduğu yeri kazıyorlar? Biz onların evlerine, yiyeceklerine karışıyor muyuz?” diye sorduk. Kısa bir gülümsemenin ardından Aliya dede bizlere döndü. “Bakın çocuklar, başkalarının bizim yaşam alanımıza ve yiyeceklerimize zarar verdiğini düşünmekte haklısınız. Ancak bu insanlar kötü bir amaçla burada bulunmuyor. Dilerseniz neden burada olduklarını anlatayım sizlere.” dedi. Meraktan ölecek olan ben ve arkadaşlarım, bu teklifi anında büyük bir memnuniyetle kabul ettik. Aliya dede anlatmaya başladı.
“Çok çok uzun yıllar öncesiymiş. Yıl sanıyorum ki 1992. Şu an toprakları içinde yaşadığımız Bosna Hersek ülkesi, az önce de belirttiğim 1992 senesinde kuruldu. Ancak o zamanlar, bu ülkenin içinde yaşayan Bosnalı Sırplar bu devletin kurulmasına karşı çıktılar. Bu tarihten önce bu topraklar Sırbistan ülkesine bağlıydı ve Bosnalı Sırplar da Sırbistan’a bağlı olarak yaşamaya devam etmek istiyorlardı. Bunun için bölgede yaşayan Müslümanların ve Katolik mezhebine mensup Hırvatların burayı terk etmelerini istiyorlardı. Bu gelişmelerden kısa bir süre sonra, Sırplar 350 Bosnalı Müslümanlara işkenceler etmeye başladılar. Sırplar sadece bununla da kalmadı. 1995 yılında Srebrenitsa, yani bizim yaşadığımız bu bölgede yaklaşık 8000 insanı acımasızca öldürdüler. Sırplar, diğer ülkelerdeki insanlar kendilerine tepki göstermesin diye, öldürdükleri insanları gizlice toprağa gömdüler. Bir yerde duymuştum, bu zamana kadar yaşadığımız bölgede 42 tane toplu mezar bulunmuş. Üstelik bunların haricinde 22 tane daha toplu mezar olabileceğini söylüyorlar.”
Aliya dedeyi can kulağıyla dinliyorduk. Ancak anlattıklarının yavşan otlarıyla ne gibi bir bağlantısı olduğunu anlayamamıştık. O da bunun farkında olacak ki “Şimdi bu anlattıklarımın yavşan otlarıyla bağlantısı ne onu merak ediyorsunuz. Hemen açıklayayım. Sizlere daha önce anlatmıştım, hepimiz nasıl doğduysak öyle öleceğiz. Ölünce de toprağa gömülüp doğanın bir parçası olacağız. Bu sadece biz kelebekler için geçerli değildir. Şurada gördüğünüz insanlar, her gün ormanda karşılaştığımız hayvanlar, üstüne konup karnımızı doyurduğumuz bitkiler, yani bütün canlılar da öldüğü zaman bizler gibi doğaya karışacaktır. Az önce anlattığım toplu mezarlardaki insanlar da zamanla doğaya karıştı ve toprağı beslemeye başladı. Toprak da bu beslenme süreciyle birlikte verimli hale gelmeye başladı ve bizim beslendiğimiz yavşan otları buralarda yeşermeye başladı. Her ne kadar bu orman bizim evimiz olsa da, bu dünya tüm canlılarındır. Siz nasıl ki yavşan otlarının yerinde olmadığını fark edip bir gariplik olduğunu sezdiniz, insanlar da bu bitkilerin yeşerdiğini ve bizim de bölgede çoğaldığımızı fark etti. Bilgin insanlar, bu yavşan otlarının bulunduğu yerlerde inceleme yapmaya başladığını biliyorum. Demek ki inceleme sırası buraya gelmiş. Bu zamana kadar yavşan otlarının bulunduğu yerlerde hep toplu mezarlara denk gelinmiş, yüksek ihtimalle buradan da insan kemikleri çıkacaktır.” dedi. Böyle deyince ne yalan söyleyeyim, ben de arkadaşlarım da bir hayli ürktük. Çok garipsemiştik. Bunca zaman boyunca bir mezarın üstünde karnımızı doyurduğumuz fikri, o zamanlar daha küçük olan bizler için bir hayli korku verici ve karmaşık bir durumdu. Bu hissiyatımızı paylaştığımız zaman Aliya dede bizlere “Henüz küçüksünüz, böyle hissetmeniz çok doğal. Ancak biraz büyüyünce fark edeceksiniz ki, bu bizler için korku verici değil mutluluk verici bir olay.” dedi ve insanların kemik parçalarını çıkardığını söyleyerek insanları dikkatlice izlemeye başladı.
Aliya dedenin verdiği cevap bana çok garip gelmişti. Aliya dede bilgiliydi, iyilikle dolu bir yüreğe sahipti. Niçin onlarca insanın ölümünün bizlere mutluluk vereceğini söylemişti? Bu soru kafamı o zamanlar bir hayli kurcalamıştı. O sözün altında yatan anlamı, Aliya dedenin ne demek istediğini çok sonralar anlayabilmiştim. Aliya dede insanların ölmesinin mutluluk verici olduğunu kast etmemişti. Onun kast ettiği şey, insanların adalet arayışının aydınlığa kavuşmasıydı. Onun kast ettiği şey, orada bulunan mezarların, haksızlığa maruz kalmış Bosnalıların haklarını ararken gösterecekleri bir kanıt olarak kullanılmasıydı. Bu adaletin sağlanmasına da biz yardım etmiştik. Her şey bölgede biz mavi kelebeklerin çoğalmasıyla başlamıştı. Yavşan otlarının yeşermesiyle Bosna halkının umutları yeşermişti. Bizim yavşan otlarıyla beslenmemiz, Bosna halkının umutlarını beslemişti. Evet, Aliya dede haklıydı. Bu bizler için çok mutluluk verici bir olaydı. Ne zaman bu olayı düşünsem, kendimi ve benim gibileri ateş böceği gibi hissederim. Ateş böceği nasıl çevresine ışık tutuyorsa, biz de Bosna halkının adalet arayışına ışık tutmuştuk gibi gelir bana. Bosnalılar amaçlarına kavuştu mu bilmiyorum. Umuyorum ki bizim tuttuğumuz ışıkla ilerledikleri o yol, mutlu sona çıkmıştır.
Aliya dedenin yanına gidip bir kez daha bu olayı uzun uzun konuşasım geldi yine. Onunla her konuda konuşmak çok güzel, ama bu konuyu konuşmak daha bir güzel hissettiriyor bana. Zamanla dediklerini daha da iyi anladığım için ona olan hayranlığım da günden güne artıyor. Ben şimdi Aliya dedenin yanına gidiyorum. Umarım yanına gittiğim zaman hava rüzgarlı olmaz. Hava rüzgarlı olursa, Aliya dede toprağın altından beni duyamaz.
Sizden Gelen Hikayeler – Burak A.
aliya izzet begovic, bosna hersek,bosna soykırımı,katliam,soykırım,hikaye,çok güzel bir hikaye,duygusal hikaye, gerçek hikaye,beni oku,hikayemi oku