Mesut Akdağ Hikayelerinden “İftar Sofrası”
Patron Ramazan Bey, O da herhangi bir masada oturup iftarın bir an önce açılmasını bekleyenlerin arasında. Fakat halinden pek memnun değil, için için müdürüne homurdanmakta ve kızmakta idi.
“Ya şu müdür amma adammış ya. Tutturdu da tutturdu. İlla işçilerle birlikte iftar açalım diye. Her bir yönetici işçilerin masasına birer birer oturalım işçiler ile birlikte iftarımızı açalım, onlarla birlikte yiyelim, içelim. Böylece işçilere güzel bir moral depolamış oluruz diye tutturdu.
Ben ki, nice milletvekillerin, valilerin, bürokratların, büyük büyük patronların masalarında oturan adamım. Şimdi, sıradan bir işçi ile yan yana aynı masada oturuyorum. Hele, şu yanımda oturan adam, tam bir rezillik. Üzerinden sefillik akıyor. Şu iftar çabuk olsa da hemen yemeği yiyip gitsem. Ben bunun acısını müdürden elbet çıkartırım.” diye böyle düşünceler ile müdüre kızmaktaydı Ramazan Bey.
İçinden böyle kızmakta iken dışından da vaziyeti kurtarmak için samimiyetsiz gülüşler atmakta ve soğuk cümlelerle hal hatır sormakta idi.
Ramazan Bey, bugün üst üste toplantılara girmişti. Zihni ve bedeni çok yorulmuştu. Bu sebepten susuzluktan dili damağına yapışmıştı, açlıktan da midesi karnına yapışmıştı. İftar vakti yaklaştıkça susuzluğu ve açlığı hat safhaya çıkmış, bir an önce topun patlamasını bekliyordu.
Böyle beklerken yanındaki işçisinden başlayarak masadaki diğer işçilere tepeden ve aşağılayıcı bakışı zaman geçtikçe, açlığın verdiği bitkinlik ve orucun verdiği merhamet duygusu ile yavaş yavaş yerini güzel duygulara bıraktı. İşçilerine kibirli bir edayla bakmayı bırakıp onları anlar gibi anlayışlı bakışla gözlemlemeye başladı.
Evet, onlar çok fakir, üstü başları ise çok eski idi. Bu hallerine rağmen hallerinden memnun olması, tevekkül içerisinde iftarı beklemeleri Ramazan Beyi iyiden iyiye etkiledi. Az önce ki düşünceleriyle aşağıladığı, hor gördüğü o işçilerinin de kendisi gibi bir insan olduğunu, kendisi ile onların arasında hiçbir farkın olmadığını hissetmeye başladı. “
“Evet evet, şu sofra başında şu an birbirimizden farkımız yok. Ben ne kadar zengin ve güçlü olursam olayım onlardan bir ayrıcalığım yok. Onlarla birlikte iftarımı açacağım. Evet, ben güçlüyüm birçok işimi bir telefonla halledebilirken şimdi o kadar susamama rağmen önümde duran suyu içemiyorum. Demek ki o kadar acizim. Bütün imkanlarıma ve şu sofrada bulunan her şey benim olmasına rağmen kendime bir ayrıcalık yaparak işçilerden önce iftarı açıp suyumu, yemeğimi, yiyemiyorum. Vay be! Ben ne kadar acizmişim.
Şu yanımdaki işçiye bir bak dünyanın bütün çilelerini yüklenmiş, omuzlarında ailesinin bütün yükünü taşımaktan beli iki büklüm olmuş. Bu sorumluluk sebebiyle gece-gündüz demeden bütün zor işlerde çalışmış, bir deri bir kemik kalmış. Yıllar onu bu kadar yıpratmasına ve hayat şartları onun için o kadar zor olmasına rağmen iftarını açacak olmanın saadeti, Allah’a karşı tevekküli bir duruşu inanılmaz bir durum.
Ama ben, her şeyim var. Az önce dediğim gibi yapamayacağım iş, halledemeyeceğim hiçbir şey yok. Ona rağmen yanımdaki iki büklüm işçim kadar saadetli değilim. Hırs gözümü kör etmiş, daha çok, daha çok diyerek bir türlü doymak bilmiyorum. Elimdekilerle yetinmeyi unutmuşum. İş dünyasında kurulan ilişkiler hep çıkarlara dayalı. Ne kadar çıkarımız var, o kadar insanlarla ilişkimiz olur. Ama, şu sofra başında bulunan işçiler, çok fakirler ve çok ihtiyaçları olduğu halde birbirleri ile hiçbir şekilde menfaat kapışmasına girmiyorlar. Aksine tek kalan lokmalarını dahi paylaşıyorlar.
Şu iftar sofrasında bir kuş sütü eksik her şey var. Allah’ın nimetlerinin resmedilmiş hali. İşçilerden Allah’ın bazı nimetlerini daha çok ve en güzellerini istifade etmeme rağmen hava, su gibi nimetlerden onlarla aynı oranda yararlanıyoruz. Allah’ın bu nimetleri karşısında ne kadar hamd etsem azdır.
Şimdi Allah’ın sonsuz kudretini ve yüceliğini daha iyi kavradım. Biz patronlar bütün işlerimizi yapan işçilerimizin hakkını bile zorlanarak ve istemeyerek vermekteyken, biz kulluk görevimizi tam manası ile yapmamıza rağmen Allah bizlere nimetlerini eksiksiz veriyor. Bir kimseye karşılıksız hiçbir iş yapmazken Cenab-ı Allah bunca nimetlere karşı bizden hiçbir şey istememekte. Sadece şükür ve kulluk istemekte. Şu işçilerin hali bunu ne güzel ifade etmekte.
Ramazan Bey böyle düşünürken televizyondaki Ramazan Özel programında okunan Kur’an’ı işitir. Kalbinde çok güzel hisler oluşur. Ramazan, oruç ve Kur’an işte üçü birlikte insanın bütün maneviyatını kaplamakta. Ramazan’ın rahmeti iliklerine kadar hisseder derecede tüm vücudunu kaplar. Kur’an sanki daha dün inmiş gibi kendisine okunduğunu hisseder. Kur’an tazeliğini korumakta olduğunu tam manası ile ilan etmekte. Adeta oruç ile kulluğun zirvesine çıkmakta.
Ramazan Bey bu düşünceler içerisinde iken yanındaki gariban işçi de ne tevafuk ki onun adı da Ramazan. Evet İşçi Ramazan da patronu Ramazan Bey gibi derin düşüncelere daldı.
“Koskoca patron, kendilerini hor görüp büyüklük taslamadan yanında oturması, kendisi gibi garip bir işçi için büyük bir gurur ve onur kaynağı idi. Ulaşılamayan hatta yüzünü hiç görmediği patronu şimdi yanı başındaydı. Kendisi ile gülüyor, konuşuyor, bir derdinin olup olmadığını soruyordu.
Tabii büyük insanlarla oturup kalkan patronunun şirket çalışanlarının iftarında yanı başında bulunması, bu sıradan bir işçi için büyük bir onur ve gurur verici bir olaydı. Şu iftar sofrası yani Ramazan, küçük-büyük, zayıf-güçsüz, zengin-fakir arasındaki farkları ortadan kaldırıp hepsini bir araya getirdi. Bundan daha güçlü birleştirici ve birliği, beraberliği meydana getiren bir güç, olay ve büyük bir saadet olabilir miydi?
Evet, bu dünya şartlarında farklı standartlarımız olabilir ama Allah’ın katında hiçbir farkımız yok. İşte Ramazan’ın rahmeti bu olsa gerek zengin-fakir farkı ortadan kalkmakta. Ramazan ayında inen Kur’an bütün sosyal farklılıkları ortadan kaldırdı. İşte Ramazandaki bu iftar sofrası bunun en büyük kanıtı.”
Ramazan Bey ve işçisi birbirlerinden habersiz böyle düşünürken iftar topu sesi ile bir anda irkildiler. Bu top sesi ile birlikte herkes orucunu açtı. Ramazan Bey ve işçi Ramazan şimdi orucu açmanın huzurunu mutluluğunu kalbinin derinliklerine kadar hissediyordu.
Mesut AKDAĞ
hikaye, dini hikaye, islami hikaye, ramazan, ramazan ayı, iftar, iftar sofrası, oruç, tevekkül, zengin fakir, iftar topu,