Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 21. Bölüm

Bütün gücümle bıçağı kalbine doğru sapladım. Bıçağın ona saplandığını hissetmedim, ama gözümün önünde titreyen bir karanlığın yükseldiğini gördüm; baştan ayağa titriyor, kaslarımı kontrol edemiyordum. Mum ağzımdan düştü ve aşağıya yuvarlandığımı hissettim. Kalbini ıskalamıştım.

Bir an için öldüğümü düşündüm. Her yer karanlıktı. Şimdilik Zehir ortadan kaybolmuştu. Yerde el yordamıyla mumu bulup yeniden yaktım. Dikkatlice dinlerken Alice’e sessiz olmasını işaret ettim ve tünelden gelen bir ses duydum. İri bir köpeğin tabanlarından çıkan sese benziyordu.

Asanın ucunda bıçak olan parçasını belime taktım. Sonra annemin gümüş zincirini ceketimin cebinden çıkarıp sol elimle bileğimin çevresine dolayarak fırlatmaya hazır hale getirdim. Sağ elime mumu aldıktan sonra vakit kaybetmeden Zehir’in peşine düştüm.

“Hayır Tom, hayır! Bırak onu!” diye bağırıyordu Alice arkamdan. “Her şey bitti! Chipenden’a geri dönebilirsin!”

Bana doğru koştu, ama onu sertçe geriye ittirdim. Sendeledi ve neredeyse yere düşüyordu. Yeniden bana doğru yürüdüğünde gümüş zinciri görebileceği şekilde sol elimi kaldırdım.

“Yaklaşma! Sen artık Zehir’e aitsin. Uzak dur, yoksa seni de bağlarım!”

Zehir sonuncu kez beslenmişti ve artık Alice’in söylediği hiçbir şeye güvenilemezdi. Serbest kalabilmesi için Zehir’in ölmesi gerekiyordu.

Arkamı dönüp hızla uzaklaştım. Önümde Zehir’i, arkamdaysa beni takip eden Alice’in her adımıyla sivri burunlu ayakkabılarının çıkardığı klik-klik sesini duyabiliyordum. Aniden koşan bir köpeğin sesine benzeyen o ses kesildi.

Zehir ortadan kaybolup yeraltı mezarlarının başka bir bölümüne mi gitmişti? Daha dikkatli bir şekilde ilerlemeye devam etmeden önce durup dinledim. İşte o zaman ileride bir şey gördüm. Tünel zemininde bir şey vardı. Yanına yaklaştığımda midem kalktı. Neredeyse kusacaktım.

Birader Peter sırtüstü yatıyordu. Preslenmişti. Başı bozulmamıştı; ardına kadar açılmış, yukarı bakan gözleri ölüm anında hissettiği dehşeti yansıtıyordu. Ama boynundan aşağısı dümdüz edilmişti.

Bu görüntü beni dehşete düşürdü. Çıraklığımın ilk aylarında birçok korkunç şey görmüş ve ölüme pek çok kez, anımsamak istemeyeceğim kadar çok yaklaşmıştım. Ama ilk kez önem verdiğim birinin ölüsünü görüyordum. Hem de çok korkunç bir ölümdü!

Gördüğüm manzara karşısında şaşkına dönmüştüm ve Zehir karanlığın içinden çıkıp üstüme koşmak için o anı seçti. Bir an için durup bana baktı, gözlerindeki yeşil çizgiler karanlıkta parlıyordu. Ağır, kaslı bedeni siyah tüylerle kaplıydı ve iyice açılmış ağzındaki keskin sarı dişlerini görebiliyordum. Açık ağzından öne doğru sarkmış dilinden bir şey akıyordu. Salya değil, kandı bu!

Zehir aniden bana doğru sıçrayarak saldırıya geçti. Zincirimi hazırlarken arkamda Alice’in bağırdığını duydum. Tam o sırada Zehir’in saldırı açısını değiştirdiğini fark ettim. Hedef ben değildim! Alice’ti!

Şaşkına dönmüştüm. Zehir için tehdit bendim, Alice değil. Neden benim yerime onu seçmişti?

İçgüdüsel olarak hedefimi değiştirdim. On denemenin dokuzunda Hayalet’in bahçesindeki kazığı vurabiliyordum, ama bu farklıydı. Zehir çok hızlı hareket ediyordu ve atlamaya başlamıştı bile. Zinciri açıp yaratığa doğru fırlattım. Zincirin bir ağ gibi açılarak döne döne düşüşünü izledim. Tüm o alıştırmalar işe yaramıştı ve Zehir’in üstüne düşerek gövdesini sıkıca sardı. Zehir uluyup kaçmaya çalışarak yerde yuvarlanmaya başladı.

Teorik olarak kurtulamazdı, ayrıca ne yok olabilir ne de şekil değiştirebilirdi. Ama işimi şansa bırakamazdım. Hızlı bir şekilde kalbini delmeli, işini bitirmeliydim. Öne koşarken belimdeki bıçağı çekip göğsüne saplamaya hazırlandım. Bıçağı hazırlarken göz göze geldik. Bakışları nefret doluydu. Ama bakışlarında korku da vardı: ölüm dehşeti; yüzleştiği hiçliğin dehşeti… Ve aklımın içinde konuşarak canını bağışlamam için çılgınca yalvarmaya başladı.

“Merhamet! Merhamet!” diye bağırdı. “Hiçbir şey yok, bizim için! Sadece karanlık. Bunu mu istiyorsun evlat? Sen de ölürsün!”

“Hayır Tom, hayır! Bunu yapma” diye bağırdı Alice, sesi Zehir’inkine eklenmişti. Ama ikisini de dinlemedim. Ödemem gereken bedel ne olursa olsun bu yaratığın ölmesi gerekliydi. Zincirin halkalarının arasında debeleniyordu ve iki kez bıçakladıktan sonra kalbini bulabildim.

Üçüncü kez aşağı doğru hamle yaptığımda Zehir yok oldu, ama bir çığlık duydum. Bu sesi Zehir’in mi, yoksa Alice’in mi çıkardığını asla bilemeyeceğim. Belki de üçümüz birden!..

Göğsümde büyük bir darbe hissettim, hemen ardındansa tuhaf bir düşme hissine kapıldım. Her şey sessizleşti ve karanlığa doğru yuvarlandığımı hissettim.

Sonraki hatırladığım şey, büyük bir su kütlesinin yanında, ayakta duruyor olduğumdu.

Büyüklüğüne rağmen denizden çok göle benziyordu, çünkü kıyıya doğru esen hafif bir rüzgâr olmasına rağmen su kıpırtısızdı ve gökyüzünün eşsiz maviliğini yansıtıyordu.

Kumları altın renginde olan sahilden küçük tekneler denize indiriliyordu ve onların da ötesinde, kıyıya oldukça yakın bir ada vardı. Ağaçlar ve çayırlarla yemyeşildi ve hayatım boyunca gördüğüm en harika şey olduğunu düşünüyordum. Ağaçların arasındaki tepelerden birinin üzerinde, Caster’ın çevresindeki alçak yaylalardan geçerken gördüğümüz kaleye benzeyen bir bina vardı. Ama donuk gri taşlar yerine sanki gökkuşağının yaydığı ışık demetlerinden inşa edilmiş gibi parlıyordu ve ona bakarken, harikulade bir güneşe bakıyormuş gibi alnım ısınıyordu.

Nefes almıyordum ama sakin ve mutluydum. Eğer öldüysem, ölü olmanın hoş bir şey olduğunu düşündüğümü anımsıyorum ve sadece o kaleye gitmem gerektiğini… En yakındaki tekneye koştum, mutlaka içlerinden birine binmeliydim. Yaklaştıkça, insanlar tekneleri suya indirmeyi bırakıp yüzlerini bana çevirdiler . Tam o an bunların kim olduğunu anladım. Küçüklerdi, çok küçüklerdi ve siyah saçlarıyla kahverengi gözleri vardı. Bunlar Küçük İnsanlar’dı! Segantii’ler…

Beni gülümseyerek içtenlikle karşıladılar, bana doğru koşup beni tekneye doğru çekmeye başladılar . Hayatımda hiç bu kadar mutlu olduğumu, bu kadar iyi karşılandığımı ve kabul edildiğimi anımsamıyorum. Yalnızlığım sona ermişti. Ama tam güverteye çıkmak üzereyken sol kolumda soğuk bir el hissettim.

Arkamı döndüm. Kimse yoktu, ama kolumdaki baskı, acıtıncaya kadar arttı. Tenime tırnakların battığını hissedebiliyordum. Kolumu kurtarıp tekneye binmeye çabaladım ve Küçük İnsanlar da bana yardım etmeye çalışıyordu, ama kolumdaki baskı artık dayanılmaz bir hal almıştı. Bağırıp derin bir nefes alarak acıyla titredim ve bütün vücudum ürperdikten sonra içten içe yanıyormuşum gibi ısınmaya başladı.

Karanlığın içinde sırtüstü yatıyordum. Çok şiddetli bir yağmur vardı ve yağmur damlalarının göz kapaklarıma ve alnıma çarptığını ve hatta açık olan ağzıma dolduğunu hissedebiliyordum. Gözlerimi açamayacak kadar bitkindim, uzaktan Hayalet’in sesini duydum.

“Bırak onu!” dedi. “Biraz huzur ver. Şu an onun için yapabileceğimiz tek şey bu!”

Gözlerimi açınca Alice’in üzerime doğru eğilmiş olduğunu gördüm. Hemen arkasında katedralin karanlık duvarını görebiliyordum. Sol kolumu sıkıca tutarken tırnakları tenime batıyordu. Öne eğilip kulağıma fısıldadı.

“O kadar kolay gidemezsin Tom. Geri döndün. Ait olduğun yere!”

Derin bir nefes aldım ve Hayalet öne geldi, bakışlarındaki şaşkınlık görülebiliyordu.

“Öldüğünü sandım. Seni yeraltı mezarlarından dışarı taşırken nefes almadığına yemin edebilirim!”

“Zehir?” diye sordum. “Öldü mü?”

Önceki sayfa 1 2 3 4 5 6Sonraki sayfa

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu