Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi; Hayaletin Laneti 2. Bölüm

Okuduklarıma inanamamıştım! Hayalet güzel kadınla­ra karşı beni birçok kez uyarmıştı, ama işte burada kendi kuralını kendisi çiğnemişti! Meg bir cadıydı ve yine de onu çukura kapatmamıştı!

Çabucak defterin diğer sayfalarına da göz gezdirip Meg’le ilgili yazılmış başka şeyler bulmaya çalıştım, ama hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey!.. Sanki hiç yaşamamış gibiy­di.

Cadılar hakkında epey bilgim vardı, ama daha önce lamia cadılarını duymamıştım. Defteri yerine koyup hemen altında, kitapların alfabetik sırayla dizilmiş olduğu rafı inceledim. Cadılar başlıklı kitabı açtım, Meg’le ilgili hiçbir gönderme yoktu. Hayalet neden onunla ilgili bir şey yazmamıştı? Ona ne olmuştu? Hâlâ hayatta mıydı? Hâlâ dışarıda, eyalette bir yerde miydi?..

Gerçekten çok merak etmiştim ve aklıma başka bir fi­kir geldi; en alt raftan, kalınca bir kitap çıkardım. Kitabın adı Yaratıklar idi ve cadılar da dahil olmak üzere her tür yaratığı içeren alfabetik bir listeydi. En sonunda aradığımı bulmuştum: Lamia cadıları.

Görünüşe göre lamia cadıları eyalete özgü değildi ve deniz aşırı ülkelerden geliyorlardı. Gün ışığından sakı­nıyorlar, geceleri erkekleri avlayıp kanlarını içiyorlardı. Şekil değiştirebiliyorlardı ve iki farklı türü vardı: Vahşiler ve evciller.

Vahşiler doğal durumlarındaki lamia cadılarıydı; teh­likeli, ne yapacakları önceden kestirilemeyen ve fiziksel olarak insanlarla benzerliği az olanlar. Deri yerine pulları, tırnak yerineyse pençeleri vardı. Bazıları dört ayak üstünde dolaşıyor, bazılarınınsa üst gövdelerinde kanatlarıyla tüyleri oluyordu ve kısa mesafeler uçabiliyorlardı.

Ancak, vahşi bir lamia, insanlarla yakın ilişki sonucu evcil bir lamia olabilirdi. Yavaş yavaş, kadın biçimini alıp insana benzeyebilirdi. Tabi sırtında, belkemiği boyunca görülebilecek yeşil ve sarı renkteki dar pul şeridi sayılmazsa. Evcil lamialarm insan inançlarına sahip olanlarına dahi rastlanabiliyordu. Çoğu kez kötücüllükten vazgeçip iyi huylu bir hal alarak başkalarının iyiliği için çalışıyorlardı.

Yani Meg de en sonunda iyi huylu mu olmuştu? Elayalet onu çukura kapamayarak doğru olanı mı yapmıştı?

Aniden ne kadar geç olduğunu fark edip kütüphaneden koşa koşa çıktım, dersime gittim. Aklım hâlâ karmakarı­şıktı. Birkaç dakika sonra ustamla birlikte batıdaki bahçenin ucunda, kayalıklara bakan ağaçların altındaydık. Güz güneşi ufka doğru yavaşça alçalıyordu. Her zamanki gibi banka oturup, Hayalet sağa sola yürüyerek konuşurken notlar almaya başladım. Ama konsantre olamıyordum.

Önce Latince dersiyle başladık. Hayalet’in öğrettiği yeni dilbilgisi kurallarını ve sözcükleri yazdığım özel bir defterim vardı. Neredeyse dolmak üzere olan defterin içinde birçok liste bulunuyordu. Hayaletle az önce okuduklarım hakkında konuşmak istiyordum, ama bunu nasıl yapabilirdim ki? Belirttiği kitapların dışına çıkarak ben de bir kuralı çiğnemiştim. Günlüklerini okuma malıydım ve şimdi kendi kendime keşke okumasaydım diyordum. Ona bu konuyla ilgili bir şey söylersem çok sinirlenirdi.

Kütüphanede okuduklarımın etkisiyle söylediklerine konsantre olmakta giderek daha çok zorlanıyordum. Acıkmıştım da ve akşam yemeği vaktine kadar zor dayanacaktım. Genellikle akşamlar benimdi, istediğimi yapmakta özgürdüm, ama bugün beni çok sıkı çalıştırmıştı. Yine de güneşin batmasına bir saatten az kalmıştı ve derslerin en zorlu kısmını atlatmıştım. İşte tam o an, içten içe sızlanma­ma neden olan bir ses duydum.

Bu bir çan sesiydi. Kilise çanı değildi. Hayır, bunun sesi küçük çanlara özgü o çok daha yüksek, tiz sese benziyor­du; ziyaretçilerimiz tarafından kullanılan çanın sesiydi bu.

Hayalet’in evine kimsenin gelmesine izin verilmiyordu, bu yüzden insanlar yardıma ihtiyaçları olduğunu ustama ha­ber vermek için dörtyol ağzına gidip oradaki çanı çalardı.

“Gidip şuna bir bak evlat,” dedi Hayalet, başıyla çanın bulunduğu yeri işaret ederek. Genelde ikimiz birlikte giderdik, ama geçirdiği hastalıktan dolayı hâlâ çok bitkindi. Acele etmedim. Evin görüş alanından çıkınca yavaş ya­vaş yürümeye başladım. Gün batmak üzereydi, yani bu gece bir şey yapılamazdı, özellikle de Hayalet tam olarak iyileşmemişken zaten sabahı beklemek zorundaydık. Sorunu öğrenip akşam yemeği sırasında Hayalet’e tüm ayrıntıları anlatırdım. Ne kadar geç dönersem o kadar daha az yazacaktım. Bir gün için yeterince çalışmıştım, artık bileğim ağrıyordu.

“Saz ağacı” dediğimiz söğüt ağaçlarının çevrelediği dörtyol ağzı, öğlen saatlerinde bile kasvetli bir yerdi ve beni hep korkuturdu. Öncelikle orada kimin beklediğini asla bilemezdiniz; sonrasındaysa, neredeyse her zaman kötü bir haber olurdu, çünkü oraya bunun için gelirlerdi. Hayalet’in yardımına ihtiyaçları olurdu.

Bu kez orada bir delikanlı bekliyordu. Ayağında kaim, madenci botları ve kapkara tırnaklarıyla… Benim hissettiğimden bile daha endişeli görünen delikanlı olanları öyle hızlı anlattı ki onu takip edemeyip tekrarlamasını istedim.

Delikanlı gidince eve dönmek üzere yola koyuldum. Bu kez yürümedim, koştum.

Hayalet, başı öne eğik, bankın yanında ayakta duruyor­du. Yaklaştığımda başını kaldırdı, üzgün görünüyordu. Her nasılsa söyleyeceklerimi bildiğini hissettim, ama yine de anlattım.

 

Önceki sayfa 1 2 3 4Sonraki sayfa

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu