Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 14. Bölüm

Babamın Hikayesi

Ayağa kalktım, duyduklarıma inanamıyordum. Yüz ifadesinden durumun çok ciddi olduğunu anlayabiliyordum.

“Otur oğlum,” diye devam etti konuşmaya, “ve üzülmeden önce beni iyice dinle. Durumu kötü ama çok daha kötü olabilirdi. Ağır bir soğuk algınlığı şeklinde başladı, sonra göğsüne inip zatürreye çevirdi. Onu neredeyse kaybediyorduk. Şu anda iyileşiyor umarım, ama bu kış kendine iyi bakması gerek. Korkarım artık çiftlikle fazla ilgilenemeyecek. Jack’in tek başına üstesinden gelmesi gerekecek.”

“Ben yardım edebilirim anne.”

“Hayır oğlum, senin yapman gereken bir işin var. Zehir serbest kaldığına ve ustan zayıf düştüğüne göre eyaletin sana her zamankinden çok ihtiyacı var . Bak, önce yukarı çıkıp babana burada olduğunu haber vereyim. Ve yaşadığın sorunlarla ilgili ona bir şey söylemeyeceğim. Ona herhangi bir kötü haber vererek ani bir şok yaşamasına izin vermemeliyiz. Bu aramızda kalsın.”

Mutfakta beklemeye başladım, birkaç dakika sonra annem elinde bir çantayla aşağı indi.

“Ben ustana yardım ederken sen de yukarı çıkıp babanı görebilirsin. Geldiğine çok sevindi, ama uzun süre konuşturmamalısın. Hâlâ çok zayıf.”

Babam yatakta birkaç yastığa yaslanmış vaziyette oturuyordu. Odaya girdiğimde güçsüz bir şekilde gülümsedi. Çok zayıf ve bitkin görünüyordu ve yüzünde onu çok daha yaşlı gösteren kirli bir sakal vardı.

“Ne hoş bir sürpriz Tom. Otursana,” diyerek başıyla yatağın kenarındaki sandalyeyi işaret etti.

“Üzgünüm,” dedim. “Hasta olduğunu bilseydim seni görmek için çok daha önce gelirdim.”

Babam önemli değil dermişçesine elini kaldırdı. Sonra şiddetli bir şekilde öksürmeye başladı. İyileşiyor olmalıydı; gerçekten hasta olduğu zamanki halini görmek istemezdim. Odada hastalık kokusu vardı. Dışarıdayken asla duyulmayan bir kokuydu bu. Sadece hasta odalarında var olan bir koku.

“İş nasıl gidiyor?” diye sordu, öksürüğü kesildiğinde.

“Fena değil. Yavaş yavaş alışıyorum ve çiftçiliğe tercih ederim,” diyerek tüm olanları aklımın en arka köşelerine ittirdim.

“Çiftçilik senin için fazla sıkıcı öyle değil mi?” diye sordu, hafifçe gülümseyerek. “Ben de her zaman çiftçi değildim.”

Evet dercesine başımı salladım. Babam gençliğinde denizciymiş. Gittiği yerler hakkında birçok hikaye anlatmıştı. Renkli ve heyecanlı hikayelerdi bunlar. O günleri anımsadığında bakışları uzaklara dalar, gözleri ışıldardı. Gözlerinde bu yaşam ışıltısını yeniden görmek istiyordum.

“Evet baba,” dedim, “bana anılarından birini anlatsana. Şu kocaman balinayla ilgili olanı.”

Bir an duraksadıktan sonra kolumu yakalayıp beni kendine doğru çekti. “Sanırım çok geç olmadan anlatmam gereken bir hatıram var oğlum.”

“Saçma sapan konuşma baba!” dedim. Konuşmanın gidişatı beni şaşkına çevirmişti.

“Hayır Tom, bir ilkbahar ve bir yaz daha görmeyi umuyorum, ama bu dünyada fazla zamanımın kalmadığını da biliyorum. Son zamanlarda çok fazla düşünüyorum ve sanırım sana bildiklerimi anlatmamın zamanı geldi. Seni bir süre daha görmeyi beklemiyordum, fakat işte buradasın ve kim bilir seni bir daha ne zaman görebilirim?” Bir an duraksadıktan sonra konuşmaya devam etti: “Annenle ilgili; nasıl tanıştığımızla falan…”

“Bir sürü ilkbahar göreceksin baba,” dedim, ama şaşırmıştım. Babamın anlattığı onca harika anının içinde düzgün bir şekilde anlatmadığı tek bir şey vardı: Annemle nasıl tanıştığının hikayesi. Bu konuyla ilgili konuşmak istemediğini anlayabilirdik. Ya konuyu değiştirir ya da gidip anneme sormamızı söylerdi. Bunu asla yapmadık. Çocukken anlamadığınız ama gidip de soramadığınız birçok şey olur. Babanızla annenizin anlatmak istemeyeceğini bilirsiniz. Ama bugün farklıydı.

Yorgun bir şekilde başını iki yana salladıktan sonra sanki omuzlarında büyük bir yük varmış gibi başını öne eğdi. Tekrar başını kaldırdığında yüzündeki belli belirsiz gülümseme geri dönmüştü.

“Bunları sana anlattığım için annenin bana teşekkür edeceğini sanmıyorum, o yüzden aramızda kalsın. Kardeşlerine de anlatmayacağım ve senden de anlatmamanı istiyorum oğlum. Ama sanırım senin işinden ve yedinci oğulun yedinci oğlu olduğundan ve şey…”

Bir kez daha duraksayıp gözlerini kapadı. Ona bakıp da ne kadar yaşlı ve hasta olduğunun farkına varınca derin bir üzüntü hissettim. Gözlerini yeniden açıp konuşmaya başladı:

“Su almak için küçük bir limana yanaştık,” diyerek hikayesini anlatmaya başlarken, fikrini değiştirmemek için hızlı hızlı anlatmak zorundaymış gibiydi. “Sarp kayalıklarla çevrili ıssız bir yerdi. Sadece liman başkanının eviyle beyaz taştan inşa edilmiş birkaç küçük balıkçı kulübesi vardı. Haftalardır denizdeydik ve iyi bir adam olan kaptanımız bir molayı hak ettiğimizi söyledi. Hepimize kıyıya çıkma izni verdi. Kıyıya çift vardiyalı olarak çıktık. Ben karanlık çöktükten çok sonra karaya çıkan ikinci gruptaydım.

On iki kişi kadardık. En yakın han, dağlardan birinin zirvesine neredeyse yarı yükseklikteki bir köyün en ucundaydı. Hana vardığımızda kapanmak üzereydi. Bu yüzden hızlı içtik. İçkileri, sanki yarını görmeyecekmişiz gibi yuvarlıyorduk. Ardından gemiye dönüş yolunda içmek için birer kulplu sürahi dolusu şarap söyledik.

Çok içmiş olmalıydım, çünkü uyandığımda limana inen dik yolun kenarında tek başımaydım. Güneş doğmak üzereydi ama fazla endişelenmedim; çünkü öğlene kadar demir almayacaktık. Ayağa kalkıp üstümü başımı silkeledim. Tam o sırada uzaktan gelen hıçkırarak ağlama sesleri duydum.

Ne olduğuna karar verene kadar neredeyse bir dakika boyunca dinledim. Yani, kadın sesi gibiydi ama nasıl emin olabilirdim ki? O yörelere ait, gezginleri avlayan yaratıklar hakkında anlatılan birçok tuhaf hikaye vardır. Yalnızdım ve korktuğumu söylememde bir sakınca yok, ama kimin ağladığını görmeye gitmeseydim annenle asla tanışamazdım ve sen de şimdi burada olmazdın.

Yolun kenarındaki sarp kayalığa tırmanıp, bir uçurumun kenarına varana dek diğer taraftan aşağı indim. Yüksek bir uçurumdu, aşağıda dalgalar kayaları dövüyordu ve körfezde demirli gemimiz o kadar küçüktü ki avucumun içine sığabilirmiş gibi görünüyordu.

Dar bir kaya, öne fırlamış tavşan dişi gibi yukarı uzanıyordu ve genç bir kadın, bu kayaya zincirle bağlıydı. Sadece bu da değil, doğduğu günkü gibi çırılçıplaktı.”

Babam bunları söyledikten sonra öyle utandı ki yüzü, eyaletteki topraklar gibi kırmızıya kesti.

“Sonra bana bir şeyler anlatmaya çalıştı. Korkmuş olduğu bir şeydi bu. O kayalığa zincirlenmiş olmaktan çok daha korkunç bir şey. Fakat kendi diliyle konuşuyordu ve tek bir kelimesini dahi anlayamıyordum. Hâlâ anlayamıyorum ama sana çok iyi öğretti ve bu şekilde öğretmek için uğraştığı tek kişinin sen olduğunu biliyor muydun? O iyi bir anne ama kardeşlerinden hiçbiri tek kelime dahi Yunanca duymadı.”

Başımı sallayarak doğruladım. Kardeşlerimden bazıları buna pek memnun değildi, özellikle de Jack… Bu da bazen benim için hayatı güçleştiriyordu.

“Hayır, bunun ne olduğunu kelimelerle anlatamazdı, ama denizde onu dehşete düşüren bir şey vardı. Ne olabileceğini kestiremiyordum, tam o sırada güneş ufukta yükseldi ve o çığlık attı.

Gördüklerime inanamıyordum: Derisinin üzerinde küçük kabarıklıklar oluşmaya başladı ve birkaç dakika içinde her yanı yara içinde kalmıştı. Güneşten korkuyordu. Bugün bile, muhtemelen senin de fark ettiğin gibi, burada bile güneşe çıkmakta zorlanıyor, ki oradaki güneş ışığı çok daha güçlüydü ve yardım etmezsem ölürdü.”

Biraz soluklanmak için duraksayınca annemi düşündüm. Güneş ışığından sakındığını biliyordum, fakat bu üstünde durmadığım bir şeydi?

“Ne yapabilirdim ki?” diye devam etti babam. “Hızlı düşünmeliydim ve gömleğimi çıkarıp üzerine örttüm. Gömlek yeterince büyük değildi ve yanımda başka bir şey olmadığından pantolonumu da kullanmak zorunda kaldım. Sonra gölgemle onu ışığından korumak için sırtımı güneşe vererek üzerine eğildim.

Uzun bir süre, akşamüzeri güneş tepenin arkasında kaybolana dek, o şekilde kaldım. Gemi bensiz yola çıkmıştı ve sırtım da güneşten yanmıştı, ancak annen hayattaydı ve şişlikler yok olmaya başlamıştı bile. Onu zincirden kurtarmaya çalıştım, ama onu her kim bağladıysa düğümler hakkında benden bile çok şey biliyordu; üstelik ben bir denizci olduğum halde! Onu bağlarından kurtardıktan sonra fark ettiğim şey öylesine acımasızcaydı ki gördüklerime inanamıyordum. Yani, annen iyi bir kadın, bunu nasıl yapmış olabilirlerdi, üstelik de bir kadına?”

Önceki sayfa 1 2 3Sonraki sayfa

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu