Korku Hikayeleri

Korku Hikayesi Hayaletin Laneti 13. Bölüm

Yakılma

Alice’in sol elindeki tırnaklar kurumuş, kandan simsiyah olmuştu. Midemin bulandığını hissederek başımı çevirdim ve bahçe kapısını açarak geçide çıktım.

“Nereye gidiyorsun Tom? Şimdi gidemezsin!” diye bağırdı Alice.

“Annemle konuşmak için eve gidiyorum,” dedim arkamı bile dönmeden.

“Eve, annene git o halde! Sen sadece annenin oğlusun, ana kuzusu yani ve hep öyle kalacaksın!” Daha birkaç adım atmıştım ki arkamdan koşmaya başladı. “Gitme Tom! Lütfen gitme!” diye bağırdı.

Yürümeye devam ettim. Arkamı bile dönmedim.

Alice bir daha bağırdığında sesinde gerçek bir hiddet vardı. Ama bunun da ötesinde, sesindeki çaresizlik duyulabiliyordu.

“Gidemezsin Tom! Buna izin vermem. Sen benimsin. Bana aitsin!”

Bana doğru koşarken arkama dönüp onunla yüz yüze geldim. “Hayır Alice,” dedim.

“Sana ait değilim. Ben ışığa aitim ama artık sen, karanlığa!..”

Uzanıp sol kolumu yakalayarak sertçe sıktı. Tırnaklarının derime battığını hissedebiliyordum. Acıyla irkildiysem de gözlerine bakmaya devam ettim.

“Ne yaptığının farkında değilsin!”

“Ah, evet farkındayım Tom. Ne yaptığımın kesinlikle farkındayım ve günün birinde bunun için bana teşekkür edeceksin. Şu kıymetli Zehir’in hakkında öyle endişelisin ki, ama inan bana o Sorgulayıcı’dan daha kötü değil,” dedi Alice, kolumu bırakarak. “Yaptığım şeyi hepimizin iyiliği için yaptım; senin, benim ve hatta yaşlı Gregory’nin…”

“Zehir onu öldürecek. Özgür kalınca ilk yapacağı şey bu olacaktır!”

“Hayır, yanılıyorsun Tom! Yaşlı Gregory’yi öldürmek isteyen Zehir değil, Sorgulayıcı. Şu anda onun tek yaşama umudu Zehir. Ve bu da benim sayemde.”

Aklım karışmıştı.

“Bak Tom, benimle gelirsen sana göstereceğim.”

Başımı iki yana salladım.

“Benimle gelsen de gelmesen de,” diye devam etti, “bunu zaten yapacağım.”

“Neyi yapacaksın?”

“Sorgulayıcı’nın tutsaklarını kurtaracağım. Hepsini! Ve ona yakılmanın nasıl bir şey olduğunu göstereceğim!”

Alice’e bir kez daha sertçe baktım, bakışlarını hiç kaçırmadı. Gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum ve o an Hayalet’in bile gözlerine dimdik bakabileceğini hissettim. Bunu her zaman yapamazdı. Alice, söylediklerinde içtendi ve Zehir’in ona itaat ederek yardım edebileceğini düşündüm. Ne de olsa bir tür anlaşma yapmışlardı.

Eğer Hayalet’i kurtarma ihtimali varsa orada olup ona yardım etmeliydim. Zehir kadar kötü bir şeyden medet ummak zorunda kalmak beni çok rahatsız ediyordu, fakat başka şansım var mıydı? Alice, işaret kulesinin bulunduğu tepeye yöneldi ve ben de yavaşça onu izledim.

Sokaklar ıssızdı ve hızlı adımlarla güneye yürüyorduk.

“Şu asadan kurtulsam iyi olur,” dedim Alice’e. “Bizi ele verebilir.”

Başıyla onaylayarak eski, yıkık bir kulübeyi işaret etti. “Şunun arkasına bırak,” dedi. “Dönüşte alabiliriz.”

Gökyüzünün batısında hâlâ biraz ışık vardı ve bu da Wortham’ın aşağısında kıvrılarak akan nehirden yansıyordu. Bakışlarım yukarı, işaret kulesinin bulunduğu korkutucu tepeye çevriliydi. Tepenin alçak yamaçları yapraklarını dökmeye başlayan ağaçlarla kaplıydı, ama daha yükseklerde sadece ot ve çalılık vardı.

Son evleri de arkamızda bırakıp nehrin üstündeki taş köprüden geçen kalabalık bir grup insana katılarak nemli, durgun havanın içinde yavaşça ilerlemeye devam ettik. Nehrin kıyısında beyaz bir sis tabakası vardı; ama yerdeki nemli yapraklara basa basa ağaçların arasından geçerek tırmanmaya başladığımızda, çok geçmeden sisin üstüne çıktık, tepenin zirvesine yaklaştık. Büyük bir kalabalık toplanmıştı bile ve her geçen dakika daha çok insan geliyordu. Odunlardan oluşan üç büyük öbek yakılmayı bekliyordu. Ortadaki, içlerinden en büyüğüydü. Bu öbeklerin ortasındaysa kurbanların bağlanacağı kazıklar yükseliyordu.

İşaret kulesinin bulunduğu tepenin yükseklerindeyken kasabanın tüm ışıkları ayaklarımızın altındaydı ve hava çok daha temizdi. Alan, batıdan esen hafif rüzgârla sallanan uzun, ince ahşap direklere asılı fenerlerle aydınlatılıyordu. Ama kalabalığın yüzlerinin seçilemediği, karanlıkta kalan kısımlar da vardı ve ben de Alice’i bu tür karanlık bir bölgeye kadar takip ettim; böylece olanları fark edilmeden izleyebilecektik.

Sırtlarını odun yığınlarına dönmüş, siyah şapkalı, gözleriyle dudakları çizgi halini almış bir düzine kadar nöbetçi bulunuyordu. Ellerinde sopalar vardı ve bunları kullanmaya hevesli görünüyorlardı. Bunlar, yakılma esnasında Sorgulayıcı’ya yardım edip, gerekirse kalabalığı uzaklaştıracak olan yardımcı cellatlardı.

Kalabalığın nasıl davranacağından emin değildim. Bir şeyler yapabileceklerini ummaya değer miydi? Mahkûmların akrabalarıyla dostları, onları kurtarmak isteyecekti, ama buna cesaret edecek kadar sayıları olup olmadığı kesin değildi. Tabi bir de Birader Peter’ın söylediği gibi, yakılmalardan hoşlanan birçok insan vardı. Buradakilerin çoğu eğlenmek için gelmişti.

Bunu düşünür düşünmez uzaktan gelen davul seslerini duydum.

Davullar sanki, ‘Yansın! Yansın! Yansın cadılar, yansın!’ der gibiydi.

Bu sesi duyan kalabalık mırıldanmaya başladı, sesleri yükselerek önce bir kükremeye ardındansa patlayarak ıslıklar ve yuhalamalarla karışık bir gürültüye dönüştü. Sorgulayıcı iri, beyaz atının üzerinde yaklaşıyordu ve hemen arkasından içinde tutukluların bulunduğu araba geliyordu. Arabanın arkasında ve her iki yanında, bellerinde kılıçlarıyla atlı adamlar vardı. Onların da arkasında kasıla kasıla yürüyen, çaldıkları ritme göre kollarını sahnedeymişçesine kaldırıp indiren bir düzine trampetçi…

‘Yansın! Yansın! Yansın cadılar, yansın!’

Bir anda içinde bulunduğumuz durum çok umutsuz bir hal aldı. Kalabalığın ön tarafındakilerden bazıları tutsaklara çürük meyveler fırlatmaya başlayınca arabanın yanındaki nöbetçiler, muhtemelen çürük meyvelerin kendilerine isabet etmesinden korkarak, kılıçlarını çekip atlarını kalabalığın üzerine sürdüler. Çürük meyve atanlar geri püskürtülünce bütün kalabalık bir anda geriye doğru dalgalandı.

Araba yaklaşıp durduğunda Hayalet’i görebildim. Tutuklulardan bazıları dizlerinin üstüne çökmüş, dua ediyor; bazıları ise ağlayıp yakarıyor ya da saçlarını yoluyordu. Ama ustam, dimdik ayakta durmuş, öylece ileriye bakıyordu. Yüzü çökmüş ve bitkin görünüyordu, bakışlarındaysa o aynı belirsiz ifade vardı, sanki hâlâ başına neler geldiğinin farkında değildi. Alnında, sol gözünün hemen üstünde yeni bir morluk vardı ve alt dudağı patlayarak şişmişti; bir kez daha dövülmüş olduğu çok açıktı.

Sağ elinde parşömen olan rahiplerden biri öne çıkınca davulların temposu değişti. Boğuk bir tremoloya¹ dönüştükten sonra kreşendoya² yükseldi ve rahip parşömende yazılı olanları okumaya başlar başlamaz tamamen kesildi.

“Priestown halkı, beni dinleyin! Burada, on iki cadıyla bir büyücünün, şu an önünüzde gördüğünüz bu günahkâr zavallıların kanunlara uygun bir şekilde yakılarak idam edilmelerine tanıklık etmek üzere toplanmış bulunuyoruz. Ruhları için dua edin! Dua edin ki; acı çekerek, izledikleri yolun yanlışlığının farkına varabilsinler. Dua edin ki; Tanrı’nın merhametine sığınarak, ölümsüz ruhlarını günahlardan arındırabilsinler.”

Bir kreşendo daha yükseldi. Rahip henüz konuşmasını tamamlamamıştı ve kreşendoyu takip eden sessizlikte okumaya devam etti:

“Koruyucu lordumuz Sorgulayıcı, bunun karanlığın yolunu seçen diğerlerine ders olmasını istiyor. Bu günahkârların yanmalarını izleyin! Kemiklerinin çatırdayışını ve yağlarının mum gibi eriyişini izleyin! Çığlıklarını dinlerken unutmayın ki bu hiçbir şey! Cehennem alevleriyle karşılaştırıldığında bu hiçbir şey! Bağışlanmak istemeyenleri bekleyen o sonsuz işkencenin yanında bu hiçbir şey!..”

Kalabalık, bu sözler üzerine sessizleşmişti. Belki de rahibin sözünü ettiği şey cehennem korkusuydu. Ama bendeki başka bir şeydi. Bu, şimdi duyduğum korkuydu. Durup olacakların dehşetini izlemek!.. Canlı insanların alevlere atılarak akıl almaz acılar çekeceklerini anlamanın korkusuydu bu.

Şapkalı adamlardan ikisi öne çıkıp yük arabasından ilk tutukluyu çıkardılar. Neredeyse beline kadar inen gür, gri saçları olan bir kadındı bu. Onu en yakındaki odun yığınına doğru sürüklerlerken tükürüp lanet okumaya başlayarak umutsuzca kendini kurtarmaya çabaladı. Kalabalıktan bazıları ona gülüyor, alay ederek ağızlarına geleni söylüyorlardı ki beklenmedik bir şekilde nöbetçilerden kurtulup doğru koşmaya başladı.

Önceki sayfa 1 2 3Sonraki sayfa

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu