Hilal MavişKorku Hikayeleri

Korku Hikayesi; “Çınarlı Vakası”

Bunların ne olabileceğini düşünürken hoca müsade isteyip diğer odaya gitti.

On beş dakika olmuştu, neredeydi bu adam? Acaba başına bir şey mi gelmişti? Tam kalkacaktım ki hoca odadan çıktı, yanımıza geldi. “Beklettiğim için kusura bakmayın, bir görüşme yapmam gerekti. Aldığım bilgilere göre büyü yapılmış fakat sana değil. Kaldığınız yer büyülenmiş. Senin bunları görmenin sebebi böyle şeyleri görmeye müsait olan bir yapının olması… Muhtemelen bunları yaşayan tek sen olmayacaksın. Orada kalan herkes tehlikede” dedi. Oldukça şaşırmıştık, biz neler bekliyorduk sonuç ne çıkmıştı? Hoca bunları nereden öğrenmişti?

Aklımdaki sorulara hocaya da sordum “Hocam, kusura bakmayın. Ama merak ediyorum. Bu bilgileri nereden aldınız?

Neden bir şey yapmadığım halde bunları yaşıyorum? Bu büyünün sebebi ne? “diye sordum.

Hoca “Öncelikle bir sakin ol. Bilgileri Müslüman bir cinden aldım, kaldığınız yerden şüpheleniyordum. O da baktı, orada büyülü bir nesne varmış. Bu nesne yüzünden kaldığınız yer de bütün kötü cinleri kendine çekmiş. Ne olduğuna bakamamış çünkü cinler kaldığınız binanın her yerini sarmış. Neden senin yaşadığına gelirsek, sana özel değil dediğim gibi. Kötü şans… Sana denk gelmiş ve başka şanssız kişilere de denk gelecektir” dedi.

Daha da korkmuş ve şaşırmıştık. Birbirimize bakıyorduk. Yıllarca kaldığımız, evimiz bildiğimiz yerdi Çınarlı Yetimhanesi… Oradakiler kardeşimiz sayılırdı, hep beraber büyümüştük. Böyle giderse oradan ayrılmamız gerekecek gibi duruyordu ve bu en son istediğimiz şeydi. En önemlisi de kardeşlerimiz şuan orada tehlikedeydi.

Hoca bu gece burda kalmamızı, yarın yetimhaneye dönüp olanları kontrol etmemizi söyledi.

Eğer ekstrem bir şey olursa, o da gizlice okula girecek ve olaylara müdahale edecekti.

Bana ve arkadaşlarıma muska yazıp verdi ve bunların bizi Allah’ın izniyle beladan koruyacağını söyledi.

O gece hocada kaldık, sabah ezanıyla beraber yetimhaneye doğru yola çıktık.

Yetimhaneye geldiğimizde kapıda ambulans ve polis arabaları vardı. Ne oluyordu böyle? Bekçi Yusuf abiye neler olduğunu sorduk “Dün gece, 21 numaralı odada kalan bir öğrenci intihara kalkışmış. Odada kalanların anlattıklarına göre gece üç sıraları kafasını duvara çok şiddetli bir şekilde vurmaya başlamış, birkaç kişi cesaret edip ayırmaya çalışmış ama sanki kendi gücünden on kat daha güçlüymüş. Hemen ambulansı aramışlar, ambulans gelene kadar yere yığılmış…” Hayatta olup olmadığını sorunca; “Duyduğuma göre şuan hayatta fakat hayati tehlikesi yüksek…” dedi.

Yatılı kaldığımız binaya girdik, 21 numaralı oda bizim kaldığımız odanın üst katındaydı. Yukarı çıktık, odanın etrafı polisle çevriliydi, içeride olay inceleme vardı. 21 numaralı odada kaldığını tahmin ettiğimiz kişilerin de ifadesi alınıyordu. Söylenenlere kulak misafiri olduk… “Gece tak tak sesleriyle uyandım, bir baktım ki Selim kafasını duvara vuruyor. Duvar kan olmuş, Fazıl onu çekmeye çalıştı ama Selim çok güçlüydü.”

Köşede boyundan dolayı küçük görünen bir kişi de “Fazıl ayıramadı sonra Mehmet Hasan ve ben onu tutup çekmeye başladık. Fakat işe yaramadı, hala kafasını duvara vurmaya devam ediyordu. Sonra yere yığıldı” dedi.

Oldukça şaşkındık, bahsettikleri kişi bizim Sarı Selim olmalıydı. 21 numaralı odada kalıyordu.

Bizim sınıftaydı Sarı Selim, sarışın ve tarihe meraklı biri olduğu için bu lakabı takmıştık ona.

Demek sıradaki kişi oydu…

Hemen hocayı aradık ve ona bu olanlardan bahsettik. Bunun olabileceğini böyle bir şeyi ilk defa duymadığını söyledi ve yarın sabah buraya gelecekti.

(Ertesi Sabah)

Kötü bir haberle uyandık bu sabah, Süleyman intihar etmişti. Biz hiçbir şeyden haberimiz olmaksızın yataklarımızda uyurken…
Ve o Selim kadar şanslı değildi, ölmüştü.

Bütün bunlara karşı hâlâ nasıl delirmediğimizi anlayamıyordum…

Birçok kişi ağlıyordu, ağlamayanlarsa suskun başlarını öne eğmiş bir şekilde duruyorlardı, ben de onlardandım. Sanırım biz içimize ağlıyorduk.

Müdür bizi odasına çağırmıştı, Nazım, Enes Bekir ve ben gittik. Kapıyı çaldık, gir sesiyle içeri girdik. Şaşırmıştık çünkü müdürün yanında bizim Eyüp Hoca duruyordu.

Bize gizlice gireceğini söyleyen adam ne arıyordu burada? Yoksa yakalanmış mıydı? Ben bunları düşünürken Müdürümüz Nazif Bey söze karıştı “Öncelikle başımız sağolsun çocuklar, bu kötü olaylar yaşansın istemezdim burada lakin artık olanlar oldu. Acımız büyük… Eyüp hocayı tanıyorum zamanında aynı lisede sıra arkadaşıydık, beni aradı ben de davet ettim. Olanları anlattı bana. İlk başta inanmak istemedim. Ama ne mümkün… Başka bir şeyle açıklanmıyor. Selim’in raporu temiz, senin başına gelenleri duydum ve bugün olanlar…

Burayı boşaltacağız, başka çaremiz yok. Zaten tutmazlar da bizi burada. Sizin için üst kurumlara dilekçe yazıp izin alacağım. Size güveniyorum çocuklar, önce Allah’a sonra Eyüp Hocaya ve birbirinize emanetsiniz.”dedi.

Oldukça duygulanmıştık, buradan ayrılıyorduk ve bir süreliğine de olsa kardeş dediğimiz insanlardan uzaktık…

Müdürümüzle helalleştikten sonra Eyüp Hocayla binadan ayrıldık, binaya iki üç gün sonra kimse kalmayınca gelecektik.

Eşyalarımızı toparladık, Eyüp Hocanın evine doğru yola koyulduk. Eve geldiğimizde ikindi ezanı okunmuştu, namazı kıldık ve sofraya oturduk. Sonra Eyüp hoca Kur’an okumaya çekildi. Bizler de muhabbet etmeye başladık, çocukluk anılarımızdan bahsettik, okuldan bahsettik, gündemden havadan sudan her şeyden konuştuk, bu yaşanılanlar hariç her şeyden…
Sonra Eyüp hoca da bize katıldı, o da bizim konuşmalara uydu, kendi hatıralarını anlattı. Oldukça güldük eğlendik. Buna hepimizin ihtiyacı vardı.

(İki Gün Sonra)

Eyüp Hoca uyandırdı bizi, kalktık, kahvaltımızı yaptık ve yola çıktık.
Binanın bahçesinden içeri girdik, anlaşılan o ki bina boşalmıştı. Bekçi Yusuf abi vardı sadece, o da anahtarı vermek için buradaydı.

Yanına gittik selam verdik, o da bize selam verdi. Bir beş dakika kadar hal hatır sorduktan sonra anahtarı aldık. Sonra Bekçi Yusuf abi de gitti. Şimdi burada beş kişi kalmıştık. Eyüp Hoca “Şimdi gündüz gözüyle, buraları kontrol edeceğiz, garip olan yazılar işaretler var mı bakacağız. Önce bahçeden başlayalım, sonra okula geçeriz. Bu arada gece de buradayız yapmamız gereken işler var” dedi. Tamam deyip etrafa dağıldık. Eyüp Hoca tek, benle Nazım, Enesle Bekir araştırmaya başladık. Bir şeyler bulmak zordu, diğerlerini bilmiyordum ama biz daha bir şey bulamamıştık. Bunları düşünürken Çınar ağacının önüne geldim. Ve aklıma o ağacın altında gördüğüm gölge geldi, bunu Nazıma da hatırlattıktan sonra iyice ağacı ve etrafını incelemeye başladık. Ağaçtaki kovuğu görünce elime feneri alıp içine baktım. Bir şey göremeyince elimi soktum, elime bez gibi bir şey gelmişti. Çıkarıp baktım, evet bu bir bezdi, etrafı iple sarılmıştı ve oldukça tuhaf bir kokusu vardı. Ne olduğunu bilmediğim için Eyüp Hocaya seslendim. Eyüp hocayla birlikte diğerleri de gelmişti.

Eyüp Hoca ne olduğunu sormadan elimdeki şeyi aldı, bir şeyler okuyarak elimdeki şeyi açtı. “Bu bir büyü dedi, okuyabildiğim kadarıyla bir hazine büyüsü. Fakat gerisini okuyamıyorum. Aramice dili bu… O dile hakim değilim, zor bir dildir. Öğrenmekte oldukça zorlanmıştım. Bunun için ilmi benden daha yüksek olan bir Hocaya gideceğiz. Şimdi biraz daha araştırma yapalım. Fakat gece burada kalmayacağız. O başka bir güne kalacak.” dedi.
O sırada Nazım bağırmaya başladı “Dikkat edin! Kovuktan yılan çıkıyor.” Hemen kovuğa baktık, iri siyah bir yılan bize doğru geliyordu. Kaçmaya başladık fakat Eyüp Hoca kalmıştı.

Dönüp ona çağıracaktım ki bize gitmemizi kendisinin geleceğini söyledi. Sonra da yılanla tuhaf bir dilde konuşmaya başladı, yılan da konuşuyordu.
Koşarak binadan çıktık, bir taksi çağırıp hocanın evine doğru yola çıktık.

Biz eve vardıktan üç saat sonra kapı çaldı, gelen Eyüp hocaydı. Bize selam verdikten sonra içeri girdi, sedire oturdu olanları anlatmaya başladı.

“Yılan oradaki cinlerden biri, orada ne var bilmiyorum ama orayı koruyor. Tek bildiğim bu… Bilgi almaya çalıştım fakat hiçbir bilgi vermedi, bana buradan gitmemi bir daha gelmememi söyledi. Ben de üstelemeden gittim.” dedi. “Peki hocam, şimdi ne olacak gitmiyor muyuz? Araştırmaya falan” deyince “Yarın, bana eğitim veren ilmi oldukça yüksek olan Asım hocanın yanına gideceğiz, bulduğumuz şeyi, yaşadığımız olayları falan anlatacağız. Eğer o derse ki gidin bakın, gideriz” dedi.

Biz bunları konuşurken Nazım ve Bekir sofrayı kurmuşlardı, Eyüp hocayı, Enes’i ve beni çağırdılar. Sofraya oturduk, yemeklerimizi yedik. O günün büyük bir çoğunluğu Eyüp Hocanın araştırmaları ve bu konu üzerine yaptığımız konuşmalarla geçmişti.

Sizden Gelenler – Hilal Maviş

Önceki sayfa 1 2 3

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

4 Yorum

  1. Yorumlarınızı bekliyorum.
    Eleştirileri de… İyi veya kötü yanlarını bilirsem kendimi geliştirebilirim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu