Kıymetli Yazarlarımızdan SeçmelerMacera HikayeleriMurat Canpolat

Güzel Bir Macera Hikayesi; “Gizemli Yolculuk” XXVIII. Bölüm

Gizemli Yolculuk

Sedat Bey, kendisini o farelerin elinden kurtarıp iyileşmesine sebep olan Hasan’ın yaralı bir şekilde yatmasına üzülmüş, onun için ne yapılması gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Düşünmesine rağmen bir türlü çare bulamayınca ellerini açarak, onun iyileşmesi için dua edip beklemeye başladı. O dua ederken vakit gece yarısıydı ve gökyüzünde ay çıkmıştı. Yıldızlar pırıl pırıl parlıyordu. Her şey uyumuş, ortalık sakinleşmişti. Sadece ağustos böceklerinin ötüşü duyuluyordu. Hava hafif serin ve rüzgârlıydı. Bir ara ölen eşi aklına geldi ve ona da dua etti. Onun güzel huylu oluşunu hiçbir zaman unutmamış, her aklına gelişinde onu yâd etmişti. O, bu düşünceler içerisindeyken Huzur Mustafa yanına gelerek Hasan’ın kendine geldiğini söylemesi üzerine öyle bir sevindi, havalara zıpladı ki, o saatte uyanık olup onu o şekilde görenler, ‘ne oluyor size böyle’ diyebilirlerdi.

Huzur Mustafa, Hasan’ın kendine geldiğini haber vermesine sevinen Sedat Bey, koşarak misafir odasına giderek güler yüzle Hasan’a:

– Arkadaşım, geçmiş olsun. Bizi bayağı bir korkuttun ama, şükür ki kendine geldin.

Hasan, kendisiyle ilgilenmeleri karşısında o kadar sevindi ki, bu sevincini dile getirebilmek için ayağa kalkmaya çalıştı ama bunu başaramayıp tekrar yatmak zorunda kaldı.

Sedat Bey, Hasan’ın ayağa kalmaya çalıştığını görünce:

–  Yavaş ol arkadaş, kendine geldin ama, henüz daha tam olarak iyileşmedin. Onun için kendini fazla zorlama.

Aradan birkaç gün daha geçtikten sonra Hasan’ın toparlandığını gören Dr. Burak, babasından izin alarak, çalıştığı hastaneye geri döndü. Hasan, kendisini toparladıktan sonra hava almak için dışarıya çıktığı sıra ahırın orada bağrışmalar geldiğini duydu.  Sesin geldiği yere doğru yönelince Huzur Mustafa, Sedat Bey’in horozu tutmaya çalıştıklarını gördü. Onların, horozu tutmaya çalıştıklarını görünce dayanmayarak onlara ‘neden horozu tutamaya çalıştıklarını sordu. Huzur Mustafa, kendilerine hitap edilen bu soru üzerine:

– Sedat Bey, seni iyileştirebilmek için, doktor olan oğlunun yaşadığı şehre giderken horozdan düşmemek için boğazına sarılmış. Bu arada farkına varmadan horozun boğazını çok sıktığı için, horozun boğazında yara oluşmuş. Bizde onu iyileştirmek için ceviz kabuğu kaynatarak onun boğazına sürmeye çalıştık.  O da, o sırada canı yandığı için sağa sola koşuşturmaya başladı. Bizde bunun üzerine, horozun kendisine daha fazla zarar vermemesi için tutmaya çalıştık. İşte horozu tutmaya çalışmamızın sebebi bu.

Sedat Bey ve Huzur Mustafa, horozu yakalayıp yerine bağladıktan sonra hep beraber ahırdan çıktılar. O gün aralarında sohbet ederlerken bir ara Hasan’ın gözüne duvardaki fotoğraf takıldı. Onun kim olduğunu anlamak için Huzur Mustafa’ya onun kim olduğunu sordu. Huzur Mustafa ‘o benim rahmetli annem’ dedi. Hasan, duvardaki resmin, annesi olduğunu duyunca ona neden sadece annesinin resminin olduğunu, babasının resminin niçin asılı olmadığını sordu. Huzur Mustafa, bu soru üzerine kafasını yere eğdi. Sanki soruyu cevaplamak istemiyor gibiydi. Hasan, sorduğu soruyu ısrar edince ona:

–  Babam, yok benim.

–  Nasıl yani?

Huzur Mustafa, yanlış anlaşıldığını anlayınca, gerçeği anlatmanın zamanı geldiğini anlayarak ona:

– Aslında, benim babam var ama, nerede olduğunu bilemiyorum. Babam, ben küçükken anlaşılmaz bir sebepten dolayı bizi terk ederek başka bir yere gitmiş ve bir daha geri dönmemiş. Annem, babam geri dönmeyince, yaşadığımız köyde daha fazla barınamadı ve oradan ayrılarak bu köye göç etmek zorunda kaldık. Bu köye göç ettiğimiz o günden sonra annem, beni başkasının elinde büyütmek istemediğinden dolayı hiç evlenmedi. Babamın evi terk edişinden sonra hayatın tüm zorluklarını tek başına göğüslemek zorunda kaldı ve genç yaşında beli iki büklüm oldu, dedi ve kafasını yere eğdi.

Huzur Mustafa, bunları söylerken eskiyi hatırlamış o yüzden de gözleri dolu dolu olmuştu. Ağladığını kimse görmesin diye kafasını yere eğmişti. Sedat Bey, onu teselli edercesine arkasını sıvazlaması üzerine gözyaşlarını silerek:

– Ben, anneme çok şey borçluyum. Onun sayesinde insanlara iyilik yapmayı, affedici olmayı, güler yüzlü ve merhametli olmayı, insanların hatasını yüzüne vurmamayı, ayıpları örtücü olmayı öğrendim. Onun sayesinde sabırlı olmayı öğrendim. Belki de genç yaşında, bu dünyadan göçüp gitmese bana daha çok şey öğretecekti ama ömrü vefa yetmedi. Annem öldükten sonra ortalıklarda süründüm. Düştüğüm bu zor durumlardan, bu köyün hatırı sayılır kişilerinden olan Salih Amca’nın sayesinde kurtuldum. Eğer o olmasaydı, belki de daha kötü durumlarda olabilirdim.

Sedat Bey, babasını özleyip özlemediğini sorunca, gözleri ışıldayarak:

–  Babam, bizi terk edip gitmiş olsa bile, ben onu halen daha çok seviyorum. Bir insan ne olursa olsun anne ve babasını sevmeli ve onlara hürmet göstermeli. Her ne kadar evladını terk edip gitmiş olsa bile. Bir insan düşünün, sürekli anne ve babasına eziyet ediyor, onlara karşı geliyor. Bu tür insanlardan hayır bekleyebilir misin? Bir insan düşünün annesini ve babasını başının üzerinde gezdiriyor. Onlara ‘öf’ bile demiyor ve anne ve babasının her zaman duasını alıyor. Böyle insanlardan da her türlü hayır ve bereket gelir, insanlara neşe gelir. Dünyaya intizam ve düzen gelir. İşte, ben de annemden bunları öğrendim, o yüzden babam şu an çıkıp gelse onu affeder, başımın üstünde gezdiririm.

Aralarında geçen bu konuşmalarının ertesi günü gece yarısında ahırın orada büyük bir gürültü duyuldu.  Evin içerisinde olan herkes, horozun bağlandığı ipleri kopartarak sağa sola kendini vurduğunu zannederek, telaş içerisinde evden çıkarak ahıra doğru yöneldiler. Evden çıkıp ahıra yöneldikleri zaman gördükleri manzara karşısında, neredeyse küçük dillerini yutacak gibi oldular. Çünkü ahırın üstü çökmüş ve ahırın üstüne ceviz ağacı bitmişti. Ahıra doğru iyice yaklaşınca daha çok şaşırıp kaldılar. Bu seferki şaşırmalarının sebebi ise ahırın dışında gördükleri ceviz ağacının horozun boğazının üstünde bitmesiydi. Horoz boğazının üstünde biten ceviz ağacının ağırlığı karşısında daha fazla dayanamamış ve yere çökmüştü. Üstelik horozun üstünde biten ceviz ağacının meyveleri olgunlaşmış bir şekildeydi. Bir farkla ki bu cevizler, normal cevizlere benzemiyorlardı ve neredeyse bir elma büyüklüğündeydiler.

Önceki sayfa 1 2 3 4Sonraki sayfa

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu