Aşk HikayeleriSizden Gelenler

Aşk Hikayesi “Sensizlik Olur Mu?”

Aşk Hikayesi

Aşk Hikayesi “Sensizlik Olur Mu?”

Mahallemizin sokakları arasında gidip geliyoruz yeni arkadaşımla. Ölü bir rüzgâr hissediyorum. Rüzgarla beraber arkadaşımın sakal kaşıyışını işittim. Ak saçlarını, kemikli yüzünü, ufak gözlerini süzdüm, önüme baktım. Biraz daha yürüdük. Mahalleyi yarılamıştık artık. Güneş mahallemizin eski püskü evleri arasında kayboluyor. Akşam çökecek birazdan. İçime bir sıkıntı çöktü. Yeni arkadaşımla biraz daha vakit geçirmek, onu biraz daha tanımak istiyordum. Biraz daha vakit geçirmekten ne zarar gelirdi ki?

– Aklıma bir şey geldi. Şu ilerde bir arkadaşımın meyhanesi var. Ne dersin? Biraz keyiflenelim.

Arkadaşım biraz sessiz kaldı. Bende üstelemedim. Tam “neyse, boş ver” diyecektim ki arkadaşım benden önce davrandı.

– Güzel olur. Bayadır rakı içmedim. Hem keyiflenir hem konuşuruz.

Haziranda olduğumuz için hava sıcaktı. Yürümeye karar verdik. Şansımıza nispeten boştu meyhane.

– Şanslıyız, buralarda iğne atsan yere düşmezdi normalde.

Arkadaşım bir şey demedi. Etrafı süzdüğünü fark ettim. Bende bir şey demedim. Boş bulduğum masaya oturdum. Arkadaşımda karşıma yerleşti. Sessizdik… Daha önce duymadığım bir türkü dalga dalga yayılıyordu meyhanede. Arkadaşıma baktım. Düşünceliydi. Bende onu düşünmeye başladım. Buralarda yeniydi. Geçen haftalarda görmeye başlamıştım onu. Mahallemiz küçük olduğundan herkesi tanıyordum. Yeni arkadaşımın da ilk kez mahallemizde turlarken gördüğüm gibi anladım yabancı biri olduğunu. İlk başta dikkat etmemiştim ama zamanla ilgimi çekmeye başladı. Merakıma yenik düştüm, gittim yanına. “Buralı mısınız” diye sordum “hayır” dedi. “Yakınınız mı var” diye sordum “hayır” dedi. Niye buralarda dolaştığını soracaktım ki arkadaşım sanki sorumu duymuş gibi kendisi söyledi. “Bir tanıdığımı gördüm buralarda. Ona bakıyordum” dedi, önüne baktı. “1 haftadır mı arıyorsun tanıdığını” diye geçirdim içimden ama bir şey demedim tabii ki. Sonraki günler bu yeni adamla karşılaşmaya devam ettim. Zamanla ahbaplığımız ilerledi ve bir hafta sonra bu kadar samimi olabildik.

Rakılarımızı içerken arkadaşımın sek rakıyı tek dikişte içtiğini gördüm. Yüzünü buruşturdu. İkinci bardağına su kattı bu sefer. Saydam rakı beyazlaştı, bulanıklaştı. Arkadaşımın ikinci, benim birinci kadehimle beraber kısa kısa konuşmalarımız kesildi. İkimizde sessizliğe büründük. Arkadaşım gevşemişti. Beni izlediğini fark ettim. Gizemli arkadaşımı tekrar süzdüm. Kimi arıyordu, haftalarca buralarda dolaşacak kadar önemli miydi bu kişi? Bu soruları sormaktan biraz korkuyordum ama merakıma yenik düştüm.

– Ya şey diyecektim… Sen kimi arıyordun?

Arkadaşım birden gözlerini gözlerime dikti. Bir süre kaldı öyle. Sonunda biraz gülümsediğini gördüm.

– Hayatımın aşkını arıyorum.

Arkadaşım gülümseyip sandalyesine yayıldı. Arkadaşıma bakakaldım. İçimde büyük bir merak uyandı. Demek ki büyük bir olay vardı işin içinde. Ya da rakının etkisiyle ben durumları abartıyordum. Şaşkınlığımı gizleyemedim.

– Yapma ya… Kim peki? Bizim mahalleden mi?

– Baştan anlatayım o kadar merak ettiysen.

– Yok… Yani özelinizse anlatma tabii ki.

– Heyecanlı duruyorsun. Hem bende geldim 56 yaşına. Her gün kendime anlatıyorum zaten. Bari biri daha dinlesin. Anlatayım anlatayım… Ama hikâyemi öğrenmenin bir şartı var.

Arkadaşım bardağını uzatınca anladım ne demek istediğini. Hemen doldurdum bardağını ilk çizgiye kadar. Elini hafifçe ileri geri sallayınca gülümseyip ikinci çizgiye geldim.

Arkadaşım ufak bir yudum aldı rakısından. Boğazını temizleyip doğruldu.

– En baştan başlayayım. Bundan neredeyse kırk küsur yıl önce yani ben lisede talebe idim. O zamanlar pek konuşmayan, çekingen bir tiptim. Kimse ilgimi çekmezdi ama sınıfımızda bir kız vardı ki… Onu görmen lazımdı dostum. Böyle uzun siyah saçlı, çekik gözlü ufacık tefecik bir kızdı. Sınıfta kimse o kızı umursamazdı. Ne öğretmenler onla ilgilenir ne de sınıftakiler onunla arkadaş olma zahmetine girerdi. Tahmin edersin ki benim için durum farklıydı. Benim için o kız çok özeldi. Lisenin ilk gününden beri hep aynı kızı izlerdim ben. Sadece dış görünüşünü değil. Her hareketini, her mimiğini aklıma kazımıştım. Üstünden o kadar yıl geçmesine rağmen her şeyi dün gibi hatırlıyorum. O zamanlar çok kitap okurdum. Sınıfımızdaki o güzel kıza bakıp kafamda kendi aşk romanlarımı yazar, ana karakterlerine de ikimizi koyardım hep. Her neyse… Ben o zamanlar çelimsiz, özgüvensiz bir çocuktum. O kıza ise hayrandım. Her hareketi, her mimiği, sesinin her tonu bana o kadar özgüvenli, o kadar güçlü gelirdi ki ona hayran olmak içten bile değildi. Normalde asla konuşamazdım o kızla ama Allah yüzüme güldü. Sanırım kasım aylarının başlarıydı. O zamanlar kışlar çok çetin geçerdi, bahçeye pek çıkan olmazdı. Ben ise bahçede dolaşırdım çünkü… Yani bilirsin… Benim gibi güçsüz insanlar pek sevilmezdi. Bende yalnızlığı severdim. O yüzden bahçede yalnız başıma volta atmak daha iyiydi. Ama o gün dolaşmak yerine bir bankta oturmuş etrafımı izliyordum. Derken tam karşımda bana doğru gelen bir figür gördüm. İlk başta kim olduğunu anlamadım ama figür geldikçe belirginleşti, kim olduğunu anladım. Tam düşündüğün gibi genç dostum! Sınıfımdaki hoşlandığım kız direkt bana doğru geliyordu. Yerimden kalkmak için doğruldum ama o kadar heyecanlıydım ki bacaklarım tutmuyordu. Yerimden kalkamadım, titreyen ellerimi ceketimin cebine soktum. Kız yanıma oturdu.

‘Merhaba’ dedi. Aynı şekilde karşılık verdim. Biraz sessizlik oldu aramızda.

‘Neden derste sürekli bana bakıyorsun’ deyince yüzüne bakakaldım. Kekeleyerek özür dileyebildim sadece. O kadar korkmuştum ki buz gibi kasım gününde olmamıza rağmen terlemeye başlamıştım. Ama işler iyi gitti. Kız adının İrem olduğunu söyledi. Bende adımı söyledim. (Arkadaşım sustu). Şu bardağı doldur bakalım.

Hikâye ilgimi çekmişti. Arkadaşımın susmasıyla gerçek hayata dönmem bir-iki saniye kadar sürdü. Kendime geldiğim gibi arkadaşımın bardağını doldurdum. Bununla beraber üç bardak rakı içmiş olacaktı.

– Ağır gelmesin 3. bardak?

Arkadaşım güldü ama bu gülüş bana biraz samimiyetsiz geldi.

– Alkol eşiğim yüksek merak etme. Hikâyem şimdiden ilgini çekti fark ettim. Sen bardağımı doldur da devam edeyim.

– Eski topraksın.

Arkadaşım tekrar güldü. Bardağını doldurdum.

-Her neyse işte biz o gün tanıştık. Ondan sonraki günlerde samimi olduk. Okulun bahçesinde beraber dolaşırken ilk kez yanımda biri olduğu için mutluydum. Sanki biz ayrı bir dünyadaydık. Kimse bizi görmezdi, bizde kimseyi görmezdik. Aylarımız böyle gelip geçti. İrem’in ailesinden, daha doğrusu babasından korktuğumuz için okulda görüşürdük sadece. Her geçen günümüzde İrem’e daha çok bağlanıyor, sabah akşam onu düşünüyor, daha mutlu biri oluyordum. Artık İrem’e âşık olduğuma emindim ama tahmin edebileceğin gibi ona duygularımı açmak benim için aşılması imkânsız bir engeldi. ‘Olsun yanımda olması yeter’ diye avuturdum kendimi hep. Ama her güzel şeyin bir sonu var bilirsin. Mayısın ortalarına doğru bir gün okula geldiğimde İrem’i göremedim. ‘Hastadır’ diye düşündüm ama ertesi gün de gelmedi. Böyle böyle haftayı bitirdik ama İrem ortalıkta yoktu. Bir şey yapmak lazımdı. Uzun süre ne yapacağımı düşündüm. İlk iş olarak okulumun müdürüne gidip İrem’i sordum. Müdür garip garip baktı bana. ‘Öyle bir öğrencimiz yok’ dedi defalarca. Defalarca inat ettim ama durum aynıydı. Kalbim kırılmıştı. Öyle bir buhrana kapıldım ki… İçimde bir şey beni sıkıştırıyormuş gibi hissettim, ağladım. O kadar çok ağladım ki sesim soluğum kesildi. O yaştaki bana göre baya ağır bir durumdu. Sınıfıma geçip oturdum. Ama kendimi tutamadım, derste de ağladım.

Arkadaşım birden kafasını geriye yatırdı. Ofladı mı, hırıldadı mı sezemedim. Eski zamanlarda lisede insanlar bu kadar bağlanıyorlar mıydı birbirlerine? Demek ki eskiden her şey daha gerçek, daha tutkuluymuş. Şu günler gibi bencillik ve sevgisizlik hüküm sürmüyormuş demek ki o zamanlar.

Arkadaşım boğazını temizledi, kafasını kaldırdı. Bir şey demedim. Hikâye biraz ilgimi çeker gibi olmuştu. Hikâyenin sonunu kestiremiyordum ama şimdiden kafamda senaryolar kurmaya başlamıştım bile. Ama aklımı uzaklaştırdım senaryolardan. Arkadaşımın beyaz saçlarına odaklandım. Aslında bembeyaz değildi saçları. Aralarda toplu toplu, diri siyah saçlar kendini belli ediyordu. Saçları beyazlamış, elleri buruşmuştu ama o kadar da yaşlı durmuyordu. Sadece sürekli olarak devam eden bir yorgunluk hali vardı yüzünde. 56 yaşında birinin saçlarında bu kadar beyazlık olur mu? Gözleri bu kadar yaşlı bakar mı? Bilemiyorum… Arkadaşım o sırada boğazını temizledi.

– Kusura bakma kafamı toparlayamadım bir an. Neyse işte İrem’in okulda olmadığını öğrenince aklıma başka bir fikir geldi. Korka korka İrem’in oturduğu mahalleye gittim. Okula yakın olduğu için evin yakınlarına kadar ben eşlik ediyordum İrem’e ama evini bilmiyordum tabii ki. Günlerce mahallenin sokakları arasında gidip geldim. Mahallede benim yaşlarımda birkaç çocuk vardı. İrem’i sordum. Kimse tanımıyordu. En sonunda pes ettim. Günler, haftaları, haftalar ayları kovaladı. Yaz geldi, okullar kapandı. Artık büyük bir boşluğun içindeydim. İrem’e o kadar bağlanmıştım ki onsuz dakikalar bile işkence gibi geliyordu bana. Yemekten sudan kesildim. Sanırım on, on beş kilo civarı vermiştim. Çok zayıfladım. Vitamin ilaçları kullanmaya başladım. Okullar açılınca daha da kötüleştim. Her gün onu arıyor, sınıf sınıf dolaşıyordum ama elime bir şey geçmiyordu tabii ki. Okullar yeni açılmıştı. Sen o zamanlar doğmuş muydun bilmem ama o yıl 80 darbesi oldu. Sıkıyönetim geldi, okullar kapandı, sokağa çıkmamız yasaklandı. Her gün insanların ölüm haberlerini dinliyorduk. O dönemler İrem’in başına bir şey gelmiş olma ihtimali beni çok korkutuyor, korkumdan geceleri gözüme uyku girmiyordu.

Her neyse… Ülke yeni yeni darbe psikolojisinden sıyrılmaya başladığı zamanlarda üniversite okumak yerine birçok farklı yerde küçük küçük işler yaptım. Darbeden yıllar sonra ise üniversiteye girdim. Çok iyi bir üniversite değildi ama benimde profesör olma niyetim yoktu zaten. Elimde olsa okuyacağımı bile sanmıyorum aslında. Üniversiteye de gitme niyetim yoktu. Ailemin ısrarıyla sınava girip üniversiteye geçtim. Ticaret okuyordum ama derslerle pek alakam yoktu. Kendi kendime vakit öldürüyordum. O dönemlerde İrem’i en son görüşümden yıllar geçmesine rağmen İrem’in varlığı acı ve özlemden tam sıyrılamamıştı. Arada bir İrem’i özlüyor, derin ve sonsuz hüzün zincirlerine kapılıyordum. Nasıl oldu bilmiyorum ama o dönemler Kerem ve Yusuf diye iki arkadaşım oldu. Yıllarca beraber dersleri kırdık, kahveye gittik, günümüzü gün ettik. Kerem ile Yusuf sosyal, efendi ve güvenilir insanlardı. Beni çabucak aralarına almış, çabuk kabullenmişlerdi. O dönemler Kerem ile Yusuf kızlarla bol bol flörtleşirlerdi. Kerem güzel yüzlü uzun saçlı karizmatik biriydi. Yusuf ise zekiydi. Konuşmasıyla, hal ve tavırlarıyla ortamda ağırlığını hissettirirdi hep. O zamanlar Kerem ve Yusuf’un rivayetine kapılıp birkaç kızla konuşmayı denemiştim ama hiçbir zaman tanışmaktan öteye geçebildiğimi hatırlamıyorum. Bir kızla ne zaman konuşsam aklıma İrem geliyor, beraber geçirdiğimiz saatleri, dakikaları, günleri tekrardan yaşıyordum. İrem’in saçları, gözleri, elleri küm saatinin tanecikleri gibi kalbime akıyor bana sonsuzmuş gibi gelen ıstıraplar yaşatıyordu. Kadınların bana verdiği tek şey hüzün ve acıdan ibaretti. Bende hiçbir kıza yanaşmadım, uzak durdum hep. Kadir ile Yusuf bu durumdan dolayı hep eğlenirlerdi benimle. Yalan yok bende onlarla gülerdim ama içten içe de hüzünlenmeden edemezdim. Üniversite yıllarım yeni dostlarımla güzel ilerliyordu. Ama bir gün başıma öyle bir olay geldi ki hayatım tekrardan baştan aşağı değişti. Bir gün çok sevdiğim bir huy haline dönüşmüş olan yürüyüşümü yapıyordum üniversitenin çevresinde. İnsanları incelerken önümden siyah saçlı bir kadın geçti. Tanıdık bir kokuydu bu. Şeker… Şeker kokusu. İrem kokuyordu bu kadın. Kalbim küt küt attı. Uzun bir süre kafamı çeviremedim. Saniyeler hatta saliseler içinde İrem ile geçirdiğim tüm günleri tekrardan hatırladım. Acılar, tekrar geldi. Özlemim benliğimi sardı. Sağa döndüm. Yürüyordu… Siyah saçları da boyu gibi uzamıştı. Büyümüş, koskoca kadın olmuştu.

Arkasından yürümeye başladım. İnsan böyle bir durumda olsa gider bağırır çağırır, hesap sorar ya. Benim içimde özlem dışında hiçbir his yoktu. İyice sokuldum arkadan, dokundum omzuna. Döndü arkasını. Alık alık birbirimize bakakaldık. Bir şey demedim oda demedi zaten. Kaçmak için hareketlendi, tuttum kolundan. Direnmedi, ağlanmaya başladı. Bende ağladım sanırım, tam hatırlayamıyorum.

Arkadaşım rakısını bitirmişti. Doldurmak için şişeye doğru hamle yaptım ama arkadaşım kaşını kaldırdı. Bende şişeyi yerine koydum. Bu boşluğu bir süre sessiz kalarak değerlendirdi arkadaşım. Bende sessizliğine eşlik ettim. Arkadaşım hüzünlenmişti. Belli ki hikâyesini anlatmak içten içe onu öldürüyordu. Etrafına baktıktan sonra lavaboya gideceğini söyledi. Kafamı sallamakla yetindim. Arkadaşım lavabodan geldi, gülümsedi. Oturdu ve devam etti.

–  Nerede kalmıştım?

– İrem ile üniversitede karşılaşmıştınız.

– Evet hatırladım. O gün İrem çok ağladı. Yalvararak defalarca özür diledi. Sarıldım ona. Sakinleştirdim ama ben de hiç sakin değildim. Biraz öyle kaldık sonra koşar adımlarla üniversitenin arka girişine geçtik. Arka taraf tekin bir yerdi. Üniversite binası ve üniversiteyi çevreleyen duvarın arası dardı ve oturacak yer yoktu. Karşılıklı duvarlara yaslandık. İrem’i sabırla bekledim. Kafamda soracak çok soru vardı ama sabrettim. İrem yüzüme bakmıyor ya da utancından bakamıyordu. Yaklaştım, ellerimi omuzlarına koydum. Geçen onca yıl sonra İrem’e temas etmek beni o kadar mutlu etti ki zamandan ve mekândan bağımsız hislere kapıldım. Öyle hislerdi ki bu İrem’e dokunduğum için mutlu muydum, hüzünlü müydüm seçemedim. Geri uzaklaştım. İrem’i cesaretlendirdiğimi düşünüyordum ama sadece göz ucuyla bakabiliyordu bana. Biraz daha süren sessizlikten sonra İrem anlatmaya başladı.

İrem bir gün okuldan eve döndüğü zaman birden babası memleketlerine taşınacaklarını söyleyip aldırmış İrem’i okuldan…

– Bir dakika… Özür dilerim bölüyorum ama babasının memlekete taşınma planı ve İrem’in okuldan alınması yarım gün içinde mi oldu?

Arkadaşım böyle bir soruyu beklemiyordu sanırım. Kaşlarını çattı, çenesini kaşıdı. Birkaç dakika düşündü ama bana çok uzun geldi.

– Bilmem, hiç düşünmedim. Babası daha önceden karar verip İrem’i habersizce aldırmıştı okuldan belki de. İrem’i tekrar bulduğum zaman sorarım.

Arkadaşım güldü. Ben biraz hüzünlü hissettim ama gülerek eşlik ettim arkadaşıma. Su istedi, doldurdum verdim. Arkadaşım defalarca boğazını temizledi. Ardından kısa bir öksürük silsilesine tutuldu. Öksürükler arasında göğsünden çıkan yerli yersiz hırıltıları duyar gibi oldum sanki.

– Tamam, hazırsan devam ediyorum. Tamam… İrem ve ailesi taşındıktan sonra İrem memleketinde okumaya devam etmiş. Benimle iletişime geçmek için yollar aramış ama o zamanlar iletişim o kadar kolay değil tabii ki. Yaz geldiği zaman yanıma gelmek için babasından aldığı avuç içi kadar parayı biriktirmeye başlamış. Benim bir telefonum olmadığı için mektuplar yazıp göndermiş bana. Nedenini bilmiyorum ama bana hiç mektup gelmedi. Mektupların gelmediğini söylediğim zaman yüzünde oluşan hüznü dün gibi hatırlıyorum. Her neyse İrem babasının verdiği harçlıkları biriktirmeye çalışmış ama parayı elinde tutamamış. Bana bakma öyle, nedenini söylememişti. Yaz gelince otobüs için parası yetmemiş. Yalvarmış yakarmış ama elindeki para karşılık bilet vermemişler. Babasından da para istemek imkânsız olduğu için tüm umutları kırılmış. Gönderdiği mektuplara cevap gelmeyince de zaten çökmüş moraline bir tane daha darbe yemiş İrem. Benim ona kızdığımı düşünüp vicdan yapmış. Bu vicdan zaman zaman öyle bir sıkıştırıyormuş ki yemekten sudan kesiliyor, uyku uyuyamıyormuş. Öyle böyle derken yaz bitmiş, okul dönemi başlamış. İşte o dönemde de darbe olunca gelme olasılığı sıfıra inmiş zaten. İrem’de benim yaptığım gibi zor dönemler geçirmiş ama zamanla hayatına devam etmeye çalışmış ama benim aksime başarısız olmuş. Tekrar okula dönünce aldığı harçlığı hiç harcamadan tekrar biriktirmeye başlamış ve beni görmeye gelmiş. Birkaç kez de görmüş. Ama vicdanı sızlamış gelememiş yanıma. Eve döndüğünde babası çıldırmış tabi… Çok fena dayak yemiş. Annesi, komşular falan zar zor almış elinden. Birkaç gün alt komşuda kalıp geri dönmüş evine.

Üniversiteye de benden 2 yıl erken girmiş. Beni tekrar görmesi için üniversiteye gidip babasından kurtulması gerektiğine karar verdiği için yapmış bunu. Yoksa onunda benim gibi üniversiteymiş, okumakmış, yokmuş öyle hevesleri. İlk girdiği üniversite de şansa bak ki benim üniversitem olmuş. Mucize işte…

İrem ile beraber lise dönemlerimize döndük tekrardan. Tüm gün dolaşıyor, beraber yemek yiyor, dünyayı keşfediyorduk. O zamanlar da ben, Yusuf ve Kerem ile küçücük bir eve çıkmıştım. Arada bir evde kimse yokken İrem ile arkadaşlarımla tuttuğumuz eve geçiyorduk. En güzel zamanlarımızı o evde geçirdik beraber. Sanki sevgili değil de karı koca gibiydik. Evde geçirdiğimiz günleri anımsayınca gülmeden edemiyorum. Bedensel olarak ta ilk kez o evde tanıdık birbirimizi anlarsın ya…

Günlerimiz böyle geçerken birden deli cesaretiyle gittim bankaya kredi çektim. Hemen yüzük aldım. Ondan iki gün sonra beraber uyandığımızın günün sabahında o evde evlenme teklifi ettim İrem’e. Çok ağladı, çok konuştu, ben çok şanslıyım dedi, kabul etti. Birkaç ay sonra İrem memleketine haberi vermeye gitti. Bende kendi aileme haber vermeye gittim. Ailemden bahsetmedim hiç değil mi sana? Haklısın… Kısaca anlatayım. Annemin adı Çiğdem’di. Bundan dört yıl önce rahmetli oldu. Yani… Ben o zamanlar yanında değildim ama… Her neyse Babamın adı da Tarık’tı. Babam pazarlamacıydı. Defalarca battığı için maddi açıdan sıkıntıdaydık çoğu zaman. Babam hep üzüldü, yıprattı kendini bu durumdan dolayı. Annemde ben de babamı çok severdik ve maddi zorluk sadece hayatın zorluğuydu. Annem öldükten sonra babam annemin hasretine dayanamadı, babamda hastalandı. Annemin ölümünden iki yıl sonrada babamı yataklara düştü.

Her neyse hikâyemden çok sapmamayım saat geç oldu. Şey… Hatırladım…  İrem memleketine mutlu gitti ama geldiğinde çok üzgündü. Babası bu evlilik haberini duyduğu zaman çıldırmış. İrem’e okkalı bir tokat yapıştırıp eve kapamıştı. İrem de yüzüğü attığını söyleyip saklamış, benden ayrılacağını, okumak istediğini söyleyip ikna etmiş babasını. Annesinin de yardımıyla geri dönmüş. O gün çok ağladı İrem. Ağlamaktan halsiz düştü hatta. Birbirimizi çok seviyorduk. Gizlice evlendik. Bir süre benim ailemin evinde hep beraber yaşadık. Ben de İrem de işe girdik. Hem okuyor hem çalışıyorduk. İşle ve ailemin desteğiyle beraber küçücük bir ev tutabildik. Üniversiteyi bitirdiğimiz zaman ne yapacağımızı ikimizde bilmiyorduk. İşimiz de masraflarımızı karşılamaya zar zor yetiyordu ama mutluyduk. Böyle böyle yıllarımız geçti beraber. Bizim Yusuf ile Kerem de peş peşe evlendiler. Masrafları da azaltmak için aynı mekânda aynı gün yaptılar düğünü. O zamanlar Kerem sürekli ‘bari sizde bizimle aynı vakitte evlenseydiniz de üç kat tasarruf ederdik’ diye şaka yapardı sürekli.

2001 yılına geldiğimiz zaman İrem ile ben 37. Yaşımıza gelmiştik. O dönemler sende hatırlarsın ekonomik kriz baş göstermişti.

– Aslında ben 7 yaşındaydım o zamanlar. Pek bir şey yok aklımda.

– Amma da gençmişsin sen. Neyse, şu anki krizi 2001 yılında düşün işte.

Arkadaşım güldürdü beni. Kendisi gülmüyordu ama.

– Neyse devam ediyorum. İrem ile biz mezun olalı çok olmuştu ama maddi açıdan güçlü değildik. Elimizdeki para oldukça kısıtlıydı. Birde üstüne kriz vurunca sarsılmıştık. O zamanlar İrem ile kumbara alıp para biriktirdiğimizi hatırlıyorum. 2004 yılında krizin kalmamıştı ortada. O yıl İrem ile benim hiç beklemediğimiz bir şey oldu. İrem’in hamile olduğunu öğrendik. Hayatımızda gerçek bir mucize vardı artık. Öyle bir mucizeydi ki o ikimizde kendi hayatımızı bırakıp çocuğumuzun hayatı için planlar yapmaya başladık. Bebek İrem’in karnında iyice kendini gösterdiği zamanlarda bir kızımız olacağını örendik. Ama olmadı… Kızımız ölü doğdu maalesef.

– Başınız sağ olsun

Arkadaşım yüzüme baktı öylece. Sanki ne dediğimi anlamamıştı. Bir şey demedi.

– Kızımızın ölü doğması yıprattı İrem’i. Uzun süre toparlanamadı. Evliliğimizde zayıfladı. İlk kez o dönemlerde kavga ettik. Ama zamanla yararlar sarıldı, toparladık. İlişkimiz tekrar yerine geldi. İçimizde asla sönmeyen bir hüzün vardı. Zaman zaman birbirimizin gözlerinden görüyorduk bu durumu ama hep tutuyorduk içimizde. Yıllarımız geçti böyle. Geldik 2016 yılına. Hayatımın en kötü gününün yılındaydık. Mayısın ortalarıydı. O gün biraz kasvetli uyandım yataktan. Göğsümde bir şey vardı sanki. Yanımda İrem yoktu. Fırına gitmiştir diye düşünüp bekledim ama saatler sonunda İrem’i göremeyince endişelendim. Sarıldım telefonuma ama rehbere girmemle şok olmam bir oldu. İrem’in telefon numarası yoktu telefonumda. O anın gerginliği öyle bir işlemişti ki tüm vücuduma İrem’in telefon numarasını unutmuştum. Aslında hala hatırlamıyorum.

Hemen evden fırladım. Bizim oturduğumuzun evin nerdeyse 2 kilometre uzağında karakol vardı. Can havliyle hiç durmadan koştum oraya. Tabii ki o zamanlar 52 yaşındaydım. O kadar mesafe koşmak için fazla büyük bir yaş. İçeri daldım nefes nefese. O kadar nefes nefeseydim ki yanıma gelen polise tek kelime bile edemedim. Birkaç polis daha yanıma geldi. Sakinleştirdiler beni. Başımdan geçen olayı tüm çıplaklığıyla anlatıp karımım kaçırıldığını söyledim.

Ben sustuktan sonra polisler birbirlerine baktılar. Yanlarımdan ayrıldılar tek tek. Genç bir kadın polis yanıma oturdu, sakinleştirdi beni. Ondan sonra polisler tekrar etrafımda toplandı. Beni bir yere götürdüler. Tekli yatak olan bir yere. Biraz uyumamı istediler. Uyumamak için direndim ama birden bir uyku çöktü üstüme. Nasıl yattım, nasıl uyudum bilmiyorum.

Gözlerimi açtığımda yattığım yerde değildim. Önüme baktığımda siyah demir parmaklıkları gördüm. Başımdan aşağıya kaynar sular indi. Hapishanedeydim!.. Dakikalarca, belki de saatlerce bağırdım, çağırdım ama gelen olmadı. Bir şekilde çıkmalıydım buradan. Çıkıp İrem’i aramalıydım. Tek düşünebildiğim buydu. Aklıma bir fikir geldi. Demir parmaklıkların karşısına geçip gidebildiğim kadar geri gittim. Sırtım duvara değince tüm gücümle koşup demir parmaklıklara çarptım. İlk başta sadece acı hissettim. Ama istediğim bu değildi. Tekrar yaptım aynı şeyi. Tekrar, tekrar, tekrar… En sonunda kafamdan akan kandan dolayı önümü zar zor görür hale gerdim. Ama daha bayılmamıştım. Tam tekrar demir parmaklıklara koşacakken içeriye biri girdi. Elim yüzüm kanlıydı, kim olduğunu seçemedim. Birden keskin bir acı hissettim. Bayıldım ardından.

Ayıldığımda içeride on beş kişinin olduğu büyükçe, bembeyaz duvarlarla sarılı bir odadaydım. İlk başta ne olduğunu anlamadım ama sonra koğuşa getirildiğimi tahmin ettim. Koğuş arkadaşlarımdan çok korktum. Hiç yanaşmadım yanlarına ama zamanla ben nasıl olduğunu anlayamadan arlarında buldum kendimi. Koğuştaki herkesle arkadaş oldum. Çok tatlı insanlar vardı. Mesela bak bak dinle bir arkadaşım vardı. İsmini unuttum şimdi. Adamı görmen lazım sürekli ‘ben peygamberim’ diyordu. Tövbe tövbe… Başka bir arkadaşım elinde sürekli bir lamba tutuyor ona bir şeyler fısıldayıp dilek diliyordu. Aklımda kalan son arkadaşım ise sürekli bir şeyler yazıyor, arada bir ağlıyordu. Çok komiklerdi. Hepimiz birbirimizle dalga geçiyor, gülüyorduk. Zamanla arkadaşlarımı o kadar sevdim ki İrem ile hikâyemi hepsine anlattım defalarca. Beraber hüzünlendik. Dilekçi arkadaşım lambadan İrem’in geri dönmesini diledi. Kendisine peygamberim diyen arkadaşımda ‘dönecek dönecek, geldi geldi’ deyip durdu. Tövbe tövbe… Yazar arkadaşımda İrem ile hikâyemizi yazdığını ve hikâyeyi mutlu sonla bitirdiğini söyledi. Beraber ne kadar zaman geçirdik hatırlamıyorum ama günlerden bir gün doktor yelekli iki kişi girip aldı beni. Bir yere götürüp oturttular sandalyenin birine. Kafama kulaklık geçirdiler böyle kocaman. Bir ses dinlettiler. Böyle ince bir frekans sesi gibi bir şey… Her gün, günde 1 saat sürdü bu iş. Sayabildiğim kadarıyla 234 gün dinledim bu frekans sesini. Ondan sonraki birkaç ay kimse gelmedi. Bende koğuş arkadaşlarımla vakit geçirdim. Arkadaşlarımı o kadar çok seviyordum ki ilk kez İrem’in yokluğu acı vermedi bana. İlk kez İrem olmadan bir hayatım varmış gibi hissettim. Zaman böyle akıp gitti. Hangi yıl, hangi gün emin değilim ama bir gün doktor yeleği giymiş iki kişi geldi. Tekrar aldılar beni. Aynı yere oturttular. Bu sefer hem video hem ses vardı. Videoda gri bir arka plan, arka planın önünde şekilsiz, daha açık gri parçalar vardı. Parçalar belli belirsiz gelip geçiyordu. Bir şey olmayacağını düşündüm ama sesin ve videonun başladığı anlar vücudumda dayanılmaz bir acı hissetmeye başladım. Özlemdi bu! İrem’e olan özlemim fiziksel bir varlığa dönüşmüş, canımı yakıyordu. Beni her koltuğa oturtup video izlettiklerinde, kulağıma ses verdiklerinde ağlıyordum artık. Bu videolar ve sesler iki yüz kere tekrarlandı sanırım. 201. gün boşluk… Gene arkadaşlarımın yanındaydım.

Ondan sonra günlerce arkadaşlarımla vakit geçirdim doya doya. İçimde bir yerlerde duran ve bomba gibi patlamayı bekleyen İrem’e olan özlemim sakindi. Hayatımın burada bitip İrem ile cennette buluşacağıma emindim ki birden salıverdiler beni.

Arkadaşım sustu. Belli ki hikâyenin son perdesine gelmiştik artık. Ben ise içten içe korkular içindeydim. Kafam çok karışmıştı. Bir şeyler yanlıştı… Arkadaşımın öksürüğüyle irkildim.

– Tahmin ettiğin gibi günümüze yaklaşıyoruz. Son kısım için bana bir şeyler vermen lazım.

Hemen doldurdum rakısını. Üstüne su ekleyip buz attım. İyice gerildim. Gözlerimi sabitledim. Nefesimi tuttum.

– Çıktığım zaman hapiste ne kadar kaldığımı hesapladım. Üç yıl sürmüştü hapisim. Yıllardır dışarısını görmemiştim. Gezdim, gezdim, gezdim… O zamanlar 55 yaşındaydım ama kendimi seninki gibi yirmili yaşlarımda hissediyordum. İçimde mutluluk vardı. Saf mutluluk. İrem’in bana öğrettiği mutluluk. İrem, İrem diye sesli bir şekilde tekrarladığımı hatırlıyorum. İrem’i bulmalıydım. Ama ilk önce ailemi görmem lazımdı tabii ki. İşte o gün annemin ölüm haberini aldım. Eceliyle ölmüş annem. Öyle dediler. Babamın yatağa düştüğünü de öğrendim. Beraber ağladık. Babamın yanından ayrıldıktan hemen sonra İrem’i aramaya koyuldum. Evimize gittim. Üstümde anahtar yoktu. Kapıyı çaldım defalarca, açan olmadı. Yusuf’un evine gitmek istedim ama bulamadım. Aklımdan uçup gitmişti demek ki. Kerem’in evini de aradım ama onu da unutmuşum gitmiş. Aklıma üniversiteme gitmek geldi. Düşük ihtimalde olsa belki İrem orda olabilirdi. En azından o zamanki bana mantıklı geliyordu. Mezun olduğum üniversiteye gittim ama İrem orda değildi tabii ki. İrem burada yoksa memlekete, ailesinin yanına dönmüş olabilirdi. Aklıma başka bir ihtimal gelmiyordu. Cebimde beş kuruşum yoktu. İlk yapılması gereken şey bir iş bulmaktı. Bizim oturduğumuz evin aşağısında bir sahafçı vardı. İrem ile ben oradan ikinci el kitaplar alırdık zamanında. Sahafçının sahibi Kemal diye biriydi. On iki yaş büyüktü benden. Kim olduğumu hatırlattım ama hatırlamadı. İrem’den bahsettim onu da hatırlamadı.  Yalvardım yakardım sahafta işe girdim. Ama kalacak yerim yoktu. Yatağa düşmüş babamın yanına gittim. Baba oğul beraber yaşamaya başladık.

Yeni yıla girdiğimizde yeterinden fazla param birikmişti. Otobüse atlayıp İrem’in memleketine geldim hemen. Yani buraya… İrem bu ilçede, bu civarlarında bir yerlerde oturuyor. Evlendiğimiz yıl bana söylemişti. Ama hapishane zamanlarımda aklımdan uçup gitmiş. Bende mahalleleri, sokakları taramaya başladım. İşte 2 hafta önce sizin mahallenize geldim ve gördüm onu burada. Kokusundan tanıdım hemen. Her gün sabahtan buraya gelip onu arıyorum. Bakma öyle alık alık… Onu bulmama çok az kaldı. Mahalleniz o kadar da büyük değil. Neyse… Bu kadardı işte. Saat geç oldu, yavaştan kalkalım. Yoruldum…

Bir şey demedim. Hesabı ödedim, kalktık. Yürümeye başladık. Yeni arkadaşım sendeliyordu. Kolundan tuttum. Bir şey demedi. Temiz hava iyi geldi ikimize de. Yokuş aşağı yürüdük. Arkadaşımın yüzüne baktım. Hiçbir ifade yoktu ya da ben bir şey anlayamadım.

– Her neyse dostum… Güzel bir akşamdı. Geçmişi yâd ettik. Ben buradan ayrılıyorum. Bir daha görüşürüz Allah izin verirse.

– Nereye gidiyorsun bu saatte?

– İlerdeki Perma otele. Orda kalıyorum ben.

– Otellerde sürünme. Hadi, eşyalarını toplayalım da bana gel.

Belli ki arkadaşıma cazip gelmemişti bu fikir. Yüzüne baktığım gibi anladım.

– Alınma ama ben öyle rahat edemem. Otelde kendi başıma kalayım daha iyi.

Fazla üstelemek istemedim. Bu kısa konuşmamız tekrar durdurmuştu bizi. Ne diyeceğimi bilemedim. Kafam dolmuştu. Arkadaşım yüzüme bakıyordu, gerildim. Biraz daha yaklaştı bana.

– Bende size yardım ederim yarın. İlk fırsatta buluruz İrem’i

Arkadaşımın gözü parladı. İyice yaklaştı bana

– Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim güzel insan. Yoldaşım var galiba artık. Gel sarılıyım sana. Beni anlayan biri…

Sarhoş olduğu belliydi. Kelimeleri ağzında birbirlerine karışıyor arada bir kısık kısık gülüyordu. Sarıldı, “iyi geceler” deyip ayrıldı yanımdan.

Arkasından bakakaldım öylece. Arkadaşıma yardım etme fikri aklıma ne ara geldi? Ne ara böyle bir teklif yaptım? Anlamadım… Arkadaşımın anlattığı hikâyeyi tekrar anlattım kendime. Bu nasıl bir hikayeydi böyle? Ne kadarı gerçekti bunun? Dalga mı geçmişti benimle? Yoksa deli miydi? Gerçekle hayali birbirine karıştırıyordu sanırım. Bilemiyorum… Rakının da etkisiyle kafam yerinde değil. Belki de hikâye tamamen gerçektir. Belki de ben abartıyorumdur.

Arkadaşımı düşünmemeye çalışarak evime girdim. Işıklar sönüktü. Telefonumdan saate baktım. Gecenin biri olmuştu. Kafamı telefondan kaldırınca salondan gelen ışık süzmesini gördüm. O tarafa doğru yöneldim. Televizyon açıktı. Kapattım, ışığı açtım. Televizyonun karşısındaki koltukta biri uyuyordu. Nişanlım… Kısa siyah saçlarına yakınlaştım, hafifçe okşadım. Ela gözlerini açtı…

– Hoş geldin Sinancım… Uyuyakalmışım ya ben burada. Dur bir şeyler ısıtayım hemen.

Omuzlarını tutup hafifçe bastırdım. Kalkmasına izin vermedim. Alnından öptüm, gülüştük.

– Hiç gerek yok. Aç değilim.

– Neredeydin?

Ne diyeceğimi bilemedim bir an. Yeni arkadaşımın hikayesinin etkisinden çıkamamıştım. Arkadaşımı nişanlıma anlatmak doğru muydu? Niye yanlış olsun ki?

– Aslında yeni bir arkadaşla tanışmıştım birkaç gün önce

– Öyle mi? Adı ne peki bu yeni arkadaşın?

Adı… Adı neydi ki? Söylemiş miydi? Hatırlamıyorum…

– Unuttum valla. Rakı içtim kafam gitti.

Güldü nişanlım.

– Kokusunu aldım. Kıskandım valla. En son ne zaman içmiştin benimle? Bir yıl, iki yıl?

Beraber güldük bu sefer.

– Kendimi affettireceğim. Saat geç şu an yarın akşam şöyle güzel bir sofra kurarız, içeriz. Arkadaşımı anlatırım sana.

– Güzel teklif.

Banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkadım, üstümü değiştirdim. Odamıza geçtiğimde nişanlım ışık açık uyuyakalmıştı. Yanına iliştim… Dinlediğim hikâyenin, arkadaşımın ve birazda rakının etkisiyle üstümde bir ağırlık vardı. Gözlerim ağırlaştı. Nişanlıma döndüm. Arkadan sarıldım usulca. Kokusunu içime çektim. Belirsizlik, hafif bir korku ve huzur… Hepsi kalbimde, aklımda, vücudumda… Hepsi nişanlımın kokusuyla beraber birbirine karışıyor. Gözlerim iyice ağırlaştı, ovuşturdum. Tam uykuya dalacakken aklıma bir soru takıldı. İrem diye biri var mıydı? Varsa yıllardır onunla komşu muydu gerçekten? Nişanlımın kokusunu tekrardan çektim içime.

Huzur. Korku, belirsizlik, nişanlımın kokusu…

Haziran 2020

Mert Burak Boduroğlu

etiketler: hikaye, Romantik aşk hikayeleri, Duygusal aşk masalları kısa, Duygusal aşk masalları, Kısa aşk hikayeleri, Yaşanmiş aşk masalları, Aşk hikayeleri oku, Yasak aşk hikayesi, Meşhur aşk hikayeleri Türk, Kısa hikaye, En kısa hikaye, Etkileyici hikayeler, Romantik aşk hikayeleri, Aşk hikayeleri, kısa hikayeler Anlamlı hikayeler, Romantik aşk hikayeleri, Meşhur aşk hikayeleri Türk, Romantik aşk hikayeleri Kısa, İlginç aşk hikayeleri kısa, En güzel aşk hikayeleri, Duygusal aşk masalları, Aşk hikayeleri oku, duygusal aşk hikayeleri, ağşatan aşk hikayeleri,

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu