Düşündüren-Eğitici Hikayeler

Hikaye Oku; “Bir İstanbul Hanımefendisi”

Hikaye Oku; “Bir İstanbul Hanımefendisi”

Hikaye oku; Güzel bir hikaye, iyi okumalar….

“Her gözünü açtığında hayata, hakikate yeni bir pencere açılıyordu. Yaşlıydı, yorgundu…”

Bir ihtiyarın veya bir pir-i faninin gözünden seyreyledim dünyayı. Güneş yeni bir güne doğmuş camın ardından günü selamlıyordu. Yatağından yorgun ve yaşlı bedeniyle kalktı, bu selamı aldı, pencereyi açtı, huzurun meltemi yüzüne çarptı. Gece yağmurunun ıslattığı toprağın ve çiçeklerin mis gibi kokusu odanın içine doldu, ev tazelendi.

Evinin en sevdiği odasıydı. Penceresi mahallenin yokuşlu yolunu, daha da ilerisinde Karaca Ahmet Mezarlığını görüyordu. Yokuş gençlikten ihtiyarlığa giden zorlu yolu, mezarlık ise bu yolun son durağını çağrıştırıyordu.

Sevdiği insanı, hayat arkadaşını yitireli yıllar olmuştu. Çocukları sık olmasa da ziyaretine gelirler, hâl hatırını sorarlardı. Fakat yine de dünya yalnızlaşmış, sessiz bir hâl almıştı. Pencereler bu sessizliği paylaşıyorlardı. Pencerenin önünde düşlerle hayata tutunma çabası gösteriyordu. Hayatta tutan bir ilaçtı, pencerede aydınlık vardı, güven vardı. Bütün kötü rüyalar, mutsuzluklar bir anda orada silinirdi. Buradan kuşları, yağmuru, rüzgârı, kar yağışını selamlardı.

Eski bir İstanbul hanımefendisiydi, emekli bir öğretmendi. Öğrenciler yetiştirmiş, yüzlerce pencere açmıştı aydınlığa. Pencereden bakıyordu, çünkü dört duvara rıza gösteremiyordu. Hakikat dört duvara sığmayacak kadar büyüktü…

Mutluluk, yalnız dünya mutluluğundan ibaret değildir. Aksine, asıl mutluluk dünyayı değil ukba hayatını elde edebilmek değil midir? Peki, o mutluluk nasıl elde edilir? İşte onun için onu yaratanın emirlerine uymak gerekir… Onun rızasına uygun bir hayat sürmek gerekir. Bu yağmuru yağdıranı, bu kar fırtına boranı çıkartanı, bu kuşları kurtları börtü böceği yaratanı, yedirip içireni, doyurup gözeteni idrak etmek ve onun rızasına uygun bir hayat sürmek gerekir, diyordu.

Her gözünü açtığında hayata, hakikate yeni bir pencere açılıyordu. Yaşlıydı, yorgundu, nefesi ara ara daralıyordu. Tecrübeyle bir dağın zirvesindeydi. Tırmanmak kolay değildi. Zirvede yorgunluk da olurdu, nefes de daralırdı…
Yüksekten bakılınca görüş açısı genişliyordu. Kâh bir yaşlı gibi bakar, kâh bir çocuk gibi, kâh serde bir gençlik varmışçasına görürdü dünyayı. Penceresinden aşağıya uzanan sokaklara saatlerce bakardı. Çocukları izler, kalbindeki bahçeye onları da katar, beraber oyunlar oynardı…

Empatiyi bilmiyordu ama…

“Gözleri çok iyi görmüyordu, camdan bakıyordu ama aslında camdan değil candan bakıyordu…”

Bu eski bir İstanbul hanımefendisi olan emekli öğretmen, penceresinden kendine yepyeni bir dünya açmayı başarmıştı aslında…

Hayatı olanca doğal hâliyle karşılar, yaşlılığın verdiği dert ve elemleri sabır ve şükür nimetleriyle dengelemeye çalışırdı. İşte bu sebeple bahçede oynayan çocukları izlerken çocuk gözüyle, masum hayallerle onlara bakmanın tadını çıkarabiliyordu.

O empati yapmanın ne demek olduğunu yeni literatür olduğu için bilmiyordu ama özünde bir anne şefkatiyle aynı şeyleri bir an onlar gibi hissediyor, hayatta onlarla aynı bakışı yakalıyordu onların penceresinden içeri girmekle.

Gece de pek uyku girmezdi gözüne… Kendi penceresinden seyreylerdi gökyüzünü. Gözleri çok iyi görmüyordu. Camdan bakıyordu ama aslında o candan bakıyordu. Gecenin sonunda gelecek aydınlığı, siyahın içindeki beyaz noktaları görebiliyordu. Penceresi kadar düşerdi bir eve ayın ışığı. Güzelliği görüyordu, sevgiliyi görüyordu. Güzel bakan güzel görürdü elbet. Gözler güzel görmeyi öğrendikçe gözler de güzelleşiyordu.

Huzur vardı orada. Yağmur ve karın yağışı en güzel oradan seyrediliyordu. Değişik duygular uyanıyordu içinde. Hatıralarına, hayallerine yelken açan gemiler onun penceresinde demir atar, umuda uçan kuşlar onun penceresine konar, bu İstanbul Hanımefendisini nezaketle selamlarlardı.

Aranılan çok yakındayken aranan uzaklarda aranır, aradığı uzaklarda değildi aslında. Ölüme çok yakın olmak, ondan uzak olmak arasındaki ince sınırdı o camlı pencere. Hayatı seven bir o kadar da ölümü düşünen gözle bakıyordu. Herkesin camı farklıydı bu dünyada. Kiminin düz, kiminin renkli, kimininki de buğuluydu. Buğulu gözlerle de baksa onun penceresi düzdü. Hakikati, yalansız, dolansız gösteriyordu âlemi.

Perdelerin, pencerelerin biri açılır, biri kapanırdı bu hayatta. Bir vakit gelecek onun da penceresi kapanacak, perdeleri çekilecekti. Yunus’un dediği gibi; Dünya bir pencere değil miydi, her gelip geçenin baktığı.

Bu düşüncelerin kıyısında nemli, hüzünlü fakat candan bakan gözlerle başını gökyüzüne çevirdi. Her mihnet kabulüydü, tek bir dileği vardı ışığın sahibinden; o da yeter ki gün eksilmesindi gönül penceresinden.

Yazan: Doç. Dr. Erkan Özka

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu