Dehşet Öyküleri

Dehşet Hikayeleri; “Randevu”

Dehşet Hikayeleri

Sen her şeydin benim için, sevgilim,

Ruhumun hasretini çektiği,

Denizde yeşil bir adacıktın, sevgilim,

Bir pınardın, bir türbeydin,

Büyülü meyve ve çiçeklerle bezenmiş;

Ve tüm çiçekler benirndi.

Ah, devarn edemeyecek denli aydınlık düş;

Ah, salt sönmek için

Yükselmiş olan yıldızlı Umut!

Bir ses haykırıyor gelecekten

“İleri!” Ama Geçmişin (kasvetli uçurumun!)

Üzerinde süzülüyor ruhum,

Dilsiz, hareketsiz, Şaşkın!

Çünkü ne yazık ki tükendi

Benim için yaşamın ışığı.

“Asla-asla-asla,”

(Diyordu vakur deniz Sahilin kumlarına)

Çiçeklenrnez yıldırım düşmüş dal,

Havaya ağmaz kanadı kırık kartal!.

Şimdi günlerirn esrirne içinde geçiyor

Ve geceleri gördüğüm düşleri

Kara gözlerinin ışıltısı

Göz alıcı akarsuların kıyıcığında

Semavi bir dans tutturan.

Adımlarının parıltısı dolduruyor.

Yazıklar olsun! Seni benden ve

Gümüş söğütlerin ağladığı,

Puslu iklimimizden alıp

Kabaran dalgalar üzerinde

Aşk’tan asil yaşa ve suça

Ve kutsallıktan uzak bir yastığa

Götürdülderi o lanetlenmiş zamana!

(Poe, bu dizeleri “Cennettekine” başlığıyla ayn bir şiir olarak yayımladığında beşinci kıtayı çıkarmıştır. Şiir, Lord Byron’m aşkına karşılık vermeyip bir başkasıyla evlenen gençlik aşkı Mary Chaworth için yazdığı bir şiirin bazı dizelerini anımsatmaktadır. )

Bu satırların -yazarının bildiğine inanmadığım bir dille-İngilizce yazılmış olması beni pek şaşırtmadı. Böyle bir keşiften şaşkınlığa düşmeyecek kadar onun bilgi düzeyinden ve bu bilgisini saklamaktan nasıl acayip bir zevk aldığından haberdardım; ama itiraf etmeliyim ki atılan tarihin yanına yazılan yer adı beni az şaşkınlığa uğratmadı. İlkin “Londra” yazılmış sonra da üzeri -ince eleyip sık dokuyan bir gözün okuyamayacağı kadar olmamakla birlikte- dikkatle karalanmıştı. Dediğim gibi, bu bende az buz şaşkınlığa yol açmadı, çünkü arkadaşımla aramızda daha önce geçen bir konuşmada, (evlenmeden önceki birkaç yılını Londra’ da geçirmiş olan) Marchesa di Mentani’yle Londra’ da hiç karşılaşıp karştiaşmadığını özellikle sormuş olduğumu çok iyi anımsıyordum; arkadaşımın verdiği yanıttan, yanılmıyorsam, Büyük Britanya’nın başkentinde hiç bulunmadığı sonucunu çıkarmıştım. Sözünü ettiğim kişinin sadece doğumu bakımından değil, eğitimi bakımından da bir İngiliz olduğunu birçok defa işittiğimi, ama bu kadar çok tuhaflık içeren bir söylentiye elbette pek itibar etmediğimi de burada belirtmeliyim.
***
“Bir resim var,” dedi, trajediyi farketmiş olduğumdan habersiz, “hala görmediğiniz bir resim daha var.” Ve bir örtüyü çekerek Marchesa Aphrodite’in tam boy bir portresini ortaya çıkardı.

İnsanoğlunun sanatı onun insanüstü güzelliğini betimlemede bundan daha iyisini yapamazdı. Önceki gece Dük Sarayı’nın merdivenlerinde önümde duran göksel varlık bir kez daha önümde duruyordu. Ama, gülümseyişlerle ışıl ışıl yanan yüz ifadesi, yine de, kusursuz güzelliğin ayrılmaz bir parçası olan o kaprisli melankoliyi (anlaşılmaz bir anormallik) gizliyordu. Sağ kolunu büküp göğsünün üstüne koymuştu. Sol kolu yerde duran tuhaf biçimli bir vazoyu işaret ediyordu. Belli belirsiz görünen minik bir ayak yere ancak değiyor, güzelliğini çevreleyen ve ona adeta kutsal bir hava veren parlak bir atmosferde hayal edilebilecek en narininden bir çift kanadın yüzdüğü güçbela seçiliyordu. Bakışlarım resimden arkadaşımın yüzüne kaydı ve dudaklanından Chapman’ın Bussy D’Amboise’ının şu etkileyici sözleri döküldü içgüdüyle:

Orada ayakta

Duruyor bir Roma heykeli gibi! Ayakta duracak

Ölüm kendisini mermere dönüştürüneceye kadar!

(George Ch ap man (1559-1634): İngiliz oyun yazarı, çevirmen ve şair. Bussy D’Amboise (1606) en tanınan trajedilerinden biridir. Chapman’in dizeleri birinci tekil şahısken, Poe onları üçüncü tekil şahıs olarak alıntılamlştır.)

“Gelin!” dedi sonunda, üzerinde fantastik bir tarzda boyanmış birkaç kadeh ve -resimde görülen vazoyla aynı olağanüstü biçime sahip- Johannisberger (Almanya’da Rheingau bölgesindeki bağcılıkyöresiJohannisberg’in ünlü beyaz sofra şarabı.) dolu olduğunu sandığım iki büyük Etrüsk vazosu bulunan, rengarenk süslü som gümüşten bir masaya doğru dönerek, “Gelin, içelim!” dedi apansız, “vakit erken ama biz yine de içelim.” “Gerçekten de erken,” diye düşünceli bir tavırla devam etti, altın çekiçli bir melek gündoğumundan sonraki ilk saatte odayı çın çın öttürürken. “Gerçekten de erken, ama ne gam? İçelim! Bu cicili bicili lamba ve buhurdanlıkların boyun eğdirmeye heves ettiği şu vakur güneşe saygılarımızı sunalım!” Ve bana silme dolu bir kadehi şerefe kaldırtırken, kendisi kadeh kadeh şarabı adeta nefes almadan art arda kafaya dikti.

Bir buhurdanın parlak ışığını görkemli vazolardan birine tutarken, “Düş kurmak,” diye devam etti, dereden tepeden konuştuğu zamanki ses tonuyla, “düş kurmak, hayatımın işi olmuştur. Bu yüzden, gördüğünüz gibi kendime bir düş barınağı inşa ettim. Venedik’in göbeğinde bundan daha iyisini yapabilir miydim? Etrafınızda karmakarışık mimari süslemeler gördüğünüz doğru. Nuh nebiden kalma resimler İonya’nın iffeti yanında bir küfür gibi kalıyor ve Mısır sfenksleri altın halılar üzerinde uzanmış yatıyor. Ama bu, sadece çekingen kimseler üzerinde tutarsızlık etkisi yaratıyor. Mekana, hele de zamana uygunluk, insanoğlunu görkem üzerine düşünmekten dehşete düşüren umacıdır. Bir zamanlar dekoratördüm, ama çılgınlığın böyle yüceltilmesinden gına geldi. Şimdi bütün bunlar amacıma daha uygun düşüyor. Bu arabesk buhurdanlar gibi ruhum ateşler içinde kıvranıyor ve bu sahnenin sebep olduğu taşkınlık, şu anda dörtnala içerisine dalmak üzere olduğum gerçek düşler diyarına ilişkin daha çılgınca hayallere hazırlıyor beni.” Sözün burasında birden sustu ve benim işitemediğim bir sesi dinler gibi başı göğsünün üzerine düştü. Sonunda, doğrulup gözlerini yukarı kaldırdı ve dudaklarından Chichester piskoposunun dizeleri döküldü:

“Bekle beni orada! O derin vadide

Seninle buluşmakta gecikmeyeceğim.”

Ardından, şarabın başına vurmuş olduğunu itiraf ederek kendini boylu boyunca bir divanın üzerine attı.

Tam o sırada, merdivenlerden hızla tırmanan birinin ayak sesleri işitildi ve sonra kapı gürültüyle çalındı. İkinci bir karışıklık diye düşünmeye kalmadan, Mentani’nin konağından bir uşak paldır küldür içeri daldı ve heyecandan boğulmuş bir sesle kesik kesik konuştu: “Hanımım! Hanımım zehirlendi! Hanımım zehirlendi! Ah güzel, ah güzel Aphrodite.”

Şaşkınlık içerisinde divana atıldım ve uyuyan adamı sarsarak kendine getirmeye çalıştım. Ama uzuvları kaskatı kesilmişti, dudakları mosmordu- az önce ışıl ışıl yanan gözlerini ölüm donuklaştırmıştı. Gerisingeri sendeleyerek masaya doğru çekildim, ellerim kırılıp kararmış bir kadehe değdi (Venedik kristali öyle yüksekkaliteliydi ki, zehir değecek olursa çatlayacağına inanılırdı) ve gerçek olanca dehşetiyle birdenbire kafama dank etti.

Edgar Allan Poe

 

Önceki sayfa 1 2 3 4

Gülten AJDER

Kitap okumayı seven insanlar daha zeki ve daha başarılı olurlar. Bende bu yüzden kitap okumayı sevdirmek istedim bu site ile. Gizli kalmış bütün bilgilerin kitaplarda saklı olduğuna inandığımdan, kültür seviyemizi yükseltmek, bilgi hazinemizi daha da zenginleştirmek, gizli yeteneklerin ortaya çıkmasına destek olabilmek için, okusun yazsın benim ülkemin insanları diye bir işin ucundan tutmak isteyen birisiyim.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu